Roman Yorum-Özet

Üç Yapraklı Yonca- Ferda İzbudak Akıncı- Kitap Yorumu

2000’li yıllardı sanırım. “Bir Genç Kızın Gizli Defteri” ile keşfetmiştim çocukluğumu, gençliğimi. Keşke ben de bu kitapta yer alsaydım, cümlesi tekrar ettiğim ender cümlelerdendi. İpek Ongun’la ağlamış, onunla gülmüş, yazmanın yaşamaktan daha değerli olduğu kanısına varmıştım. Çocukluktan genç kızlığa geçişimde kitabın hiçbir serisini kaçırmamıştım.
İşte geçmişimdeki İpek Ongun sevdamdan mütevellit bu roman bana epey samimi geldi. Romanın her zerresinde İpek Ongun havası sezdim. Tanıdık hikayeler, tanımadık yüzlere bürünmüş. Okunan her kelime yürekte hoş bir seda bırakıyor. Okurken masum duygularınız şaha kalkıyor, çocukluğunuz uzaktan bir yerlerden selam ediyor size, usulca. Küçücük yüreklerimizde ne denli yükler taşıyıp da zamanı omuzlamışız meğerse. Konuşmanın, paylaşmanın hatta ve hatta yazmanın duygu dünyamıza olan katkısını asla yadsımayan bir roman.
İzmir Kız Lisesi’nde geçiyor roman. Özge, Simge, Beste, Utku. Aslında Özge’nin etrafında birleşiyor olaylar döngüsü. Bu döngü haricinde olaylarda başka yerlerin izine rastlanmıyor.
Özge “Mutluluk Sokağı” adlı romanı okuyor ve hayatı o andan sonra epey bir değişiyor. Nasıl mı? Mutluluk Sokağı’ndaki ana karakter Özge ile kendini özdeşleştiriyor. Hatta kendini ana karakterin ta kendisi sanıyor. Kitapta yaşananları kendi yaşamışçasına içselleştiriyor. Bu kabullenme, roman yazarının okullarına imza gününe gelmesiyle daha da güçlü bir duyguya dönüşüyor. İmza sırası ona geldiğinde yazara kitabınızdaki Özge benim diyemiyor. Arkadaşlarının söyleyebileceklerini tahmin ettiği için ağzını kapalı tutuyor. Ama söyleyemedikleri için de içi içini yiyor. Kitabında yazarın ona özel olarak yazdığı e-posta adresine mesaj atıyor cevap beklemeksizin. Özge benim, diye. Yazar hemen cevap yazıyor ve şaşırmıyor Özge’nin yazdıklarına. Ancak öğrenmek istiyor gerçek Özge’nin sebeplerini, hayatının gidişatını. Mesajlaşmaya başlıyorlar. Kah kendini saklayarak anlatıyor kah okuduğu kitapları yazıyor. Gerçek Özge’yi kendine saklıyor, olması gereken Özge’yi anlatıyor mesajlarında. Yazar, Özge’nin bir şeyler sakladığını seziyor ve iyiden iyiye psikolojik tahlillere girişiyor yazılarında. Özge bunu fark ediyor ve o da yazara anlatamadıklarını bir deftere yazmaya başlıyor. En yakın arkadaşı Beste’ye bile anlatamadıklarını yazıyor bu deftere. Sonra bir gün o gizli defter kayboluyor, çok da hoşlanmadığı oda arkadaşı Simge’den şüphelense de kimin aldığı tam olarak ayyuka çıkmadan Simge’nin bile günahını almak istemiyor.
Kızlar ona her daim destek olsalar da Simge’nin defteri almamış olma ihtimaline karşı temkinli davranmayı seçiyor. Ta ki bir hafta sonu yatılı okulda kalana dek. İşte o gün gerçek Simge ve gerçek Özge yüzleşiyor. O hafta sonu arkadaşlık adımları fişeklenirken geçmişin kapısı da aralanıyor. Simge’nin eksik çocukluğu ile Özge’nin kabusları voltranı oluşturup bir bir ortaya seriliyor. İlk Simge açılıyor. Annesinin başkasıyla evlenirken kardeşi ve Simge’yi yanına almayışına neredeyse birebir şahit oluyorsunuz. Bu da beni epey yaraladı. Açıkçası okurken ciğerimin yerinden sökülüyor olması anneliğimden kaynaklanıyor da olabilir. Simge ve kardeşinin ayrı ayrı yatılı okulda okuyor olmaları ise bir başka dram. Ve Simge hızını alamayıp defteri okuduğunu da söyleyiveriyor. Madem her şeyi döküp saçıyoruz ortaya o zaman cevapsız kalan soru olmasın istiyor sanırsam. Zaten Özge de bu itirafa hiç şaşırmıyor. Ancak üzülüyor gerçek Özge’nin görünmesine. Geçmişini roman kahramanı Özge olarak düzenlenmişken gerçeklerin gün yüzüne çıkacak olmasına üzülse de anlatacaklarından sonra ruhen biraz da olsa rahatlayacağına seviniyor. Simge en can alıcı sorudan başlıyor Özge’nin geçmişini didiklemeye. “Ayaklarını neden saklıyorsun Özge?” Gözleri fal taşı gibi açılıyor Özge’nin. Bu soruyu beklemediği bakışlarının her halinden belli oluyor. Saklamana gerek yok, diyor Simge. Hiç o kadar kötü görünmüyorlar, cümlesi ile kırdığı potu düzeltmeye çalışıyor. Etkili olmuyor elbette; ancak Özge’nin kabusları da böylece bir bir aydınlanacak gibi görünüyor. Simge’nin soruları bitmiyor. O kendi geçmişini ortaya sermişken Özge de zincirlerini kurşun istiyor. Kurtulsun geçmişinin esaretinden aydınlansın ruhu, yalnızlığına yoldaş olsun istiyor. Özge, sadece “Mutluluk Sokağı” yazarına anlattıklarını Simge’ye anlatıyor. Sonra da yangında kaybettiği ailesini anlatıyor bir bir. İşte o vakitten sonra ayaklarını neden sakladığı ortaya çıkıyor. Meğerse yangını söndürebilmek için yalınayak sokaklarda bir o yana bir bu yana koşturmuş ailesini kurtarabilmek için. Ne yazık ki kurtaramamış. Bu feci durum onun kabuslarına sebep olmuş. Ve artık kabusları gün yüzüne çıkmış. Simge’ye anlattıklarını yazara da mail atmış. Tabiki defterden de bahsetmiş. Yazar sevinmiş aslında gerçek Özge’yi tanıdığına. Ve yazar ile Özge arasındaki yazışmalar son bulmuş. Ta ki yurda bir kargo gelene kadar. Sevinçle açıyor paketi. İçindekini görür görmez sevinçten havalara uçuyor. Yazarın yeni kitabını avuçlarının arasına alıp Özge’nin maceralarına uzaktan bir bakış atıyor. Zaten romanın ortalarına doğru bu duruma benzer bir şeyi tahmin ediyor insan. Hayal ile hakikatin buluşmasına çocukluk halleri ile tanıklık ediyorsunuz.

Yazdır

Yazar hakkında

Aslı Cansız

Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni

Yorum yap