Edebi Şahsiyetler

Virginia Woolf

virginia-woolf

Virginia Woolf (1882-1941)

9 yaşında evde abisiyle haftalık bir dergi çıkarır. 1895’te annesinin ölümüyle evdeki huzur kaçar ve Virginia ömür boyu çekeceği ruhsal çöküntünün ilk krizini geçirir. 1904’te babasının ölümüyle suçluluk duygularının ağır bastığı bir bunalım geçirir.

1910’lu yıllara doğru Londra sosyetesinden hanımların da katıldığı toplantılar düzenler. Bu toplantılarda açıksözlülüğü ve sivri diliyle öne çıkar. Yine bu dönemde The Times Literary Supplement ve aylık Cornhill dergisine edebiyat eleştirileri yazmaya başlar. Bu eleştirilerde akıcı üslubu, titiz araştırıcılığı ve özgün görüşleriyle dikkat çeker. 1912’de sol kanat siyaset kuramcısı Leonard Woolf ile levlenir. 1915’te ilk intihar girişiminde bulunur. 1917’de eşi ile Hogart Press yayınevini kurdular. Eliot, Forster ve Mansfiel gibi öncü yazarların eserlerini yayımladılar.

Virginia Woolf’un ilk iki romanı bu yıllarda yayımlandı. The Voyage Out (1915,Dışarıya Yolculuk) ve Night and Day (1919) alışılagelmiş kalıpları izleyen romanlarıdır. Roman kişileri ilerleyen zaman içinde ve belirli bir olay örgüsü çerçevesinde birbirleriyle ilişkiler kurarlar ve belirli çözümlemelere varırlar. The Voyage Out, Virginia Woolf’a özgü temaların ve şiirsel düzyazının ilk işaretlerini verdiği için önemli.

Bu iki romanın ardından Woolf’un deneyci kişiliği ön plana çıkar. 1919 tarihli ünlü Modern Roman yazısında savunduğu fikirleri ifade edebileceği yeni dil ve üslup arayışlarına girişir: “ Bir an için sıradan bir günde sıradan bir zihni inceleyelim. Zihin binlerce izlenim alır –önemsiz, fantastik, geçici ya da çelik keskinliğiyle kazınan-. Sayısız atomların sürekli sağanağı halinde her yandan gelirler ve yağarlarken pazartesi ya da salının yaşantısı biçimine sokarlar kendilerini; vurgu eskisinden farklı biçimde düşer; önemli an oraya değil de buraya işaret etmiştir; öyle ki bir yazar bir esir değil de özgür bir insan olsaydı yazmak zorunda olduğu şeyi değil de istediğini yazabilseydi, yapıtına görenekleri değil, kendi duygularını temel olarak alabilseydi, ne olay örgüsü ne komedi ne trajedi ne alışılagelmiş biçimde aşk entrikası ya da yıkım olurdu… Hayat bakışımlı dizilmiş fayton lambaları değildir; ışıltılı bir ayla, bizleri bilincin başlangıcından sonuna dek saran yarı saydam bir zarftır. Romancının görevi bu değişken, bu bilinmeyen ve sınırları çizilmemiş ruhu, hangi sapıncı veya karmaşıklığı sergilerse sergilesin, yabancı ve dışsal olanı olabildiğince az karıştırarak iletmek değil midir? Atomların zihne düşüşlerini düşüş sıralarına göre kaydedelim; görünürde ne denli kopuk ve anlamsız olursa olsun, her görüntü ya da olayın bilinç üzerinde bıraktığı şekli izleyelim… Eğer bizler birer yazarsak anlatmak istediğimizi anlatan herhangi bir yöntem, her yöntem doğrudur.”

Virginia Woolf, Jacop’s Room (1922), Mrs. Dalloway (1925), To the Lighthouse (1927) ve The Waves (1931) adlı romanlarında bu yöntemleri giderek yetkinleştirdi. Bin bir izlenimden oluşan hayatı ve bu bin bir izlenimin alıcısı olan kişiyi bütün renkleriyle verebilmek için en uygun yöntem olarak bilinç akışı tekniğini ya da eleştirmen John Lehmann’ın deyişiyle “içsel izlenimcilik” yöntemini benimsedi. Jacob’s Room’da belli belirsiz bir öykü olmakla birlikte olay örgüsü yoktur, bir mekandan ya da zamandan diğerine alışılagelmiş geçişlerin tümü bir yana bırakılmıştır. Roman izlenimci ışığını müthiş bir hızla bir düşünce ya da gözlemden diğerine gezdirerek sonunda toplu bir izlenim uyandırır. Mrs. Dalloway’de bilinç akışı tekniği ilk kez yetkin bir biçimde roman kişilerine büyük bir derinlik kazandırmak amacıyla kullanılmıştır.

Roman tek bir mekanda (Londra) ve bir günlük bir zaman diliminde geçer (Mrs. Dalloway’in partisinin yapılacağı gün). Roman kişileri hem kendi düşünce ve duygularıyla içten hem de diğer roman kişilerinin düşüncelerinden yansımalarıyla görülürler; düşünce, anı ve yargılar hem şimdiye hem geçmişi kapsayacak kişileri tarihçeleriyle bize tanıtır. Bu derinlikli romanın ardından kimi eleştirmenlerce Woolf’un başyapıt sayılan To thı Lighthouse gelir. Bu romanda da olay örgüsü yoktur. Roman kişilerinin yapılandırılmasında bilinç akışı tekniği kullanılmıştır. Ancak bu kez zaman sorununa farklı bir çözüm getirilmiştir. Bir öğle sonrası ve akşamı kapsayan ilk bölümle bundan yıllar sonra aynı kişilerin bir araya geldiği bir sabah arasında altı yedi yılı yirmi beş sayfada bir düş hızıyla anlatan bir bölümden oluşur roman. Kitap Woolf’un roman-şiirlerinin en örgütlüsüdür.

The Waves farklı ve çetrefil bir romandır. Woolf romanı tüm ayrıntılardan, çözümlemelerden, yazarın yorumundan arındırmak ama bunu yaparken soğuk ve tumturaklı olmaktan kaçınmak ister. Ruhun yaşantısı bize eksiksiz sunulur. Üç kadın ve üç erkekten oluşan roman kişileri yaşamlarının birbirini izleyen dönemlerinde düşüncelerini yüksek sesle dile getirirler ve böylece insanın yedi çağını nasıl yaşadığı romandan çok klasik tiyatroyu andıran yapay bir yapı içinde verilir.

The Years (1937), geleneksel bir yapıya sahiptir ve Woolf’a özgü ışıltıdan, içgörüden yoksundur. Son romanı Between the Acts (1941, Perde Arası) yeni ve cesur bir sentezi hedefler ve İngiliz tarihinin mikrokozmik bir özetini verir. Başlıca temaları uygarlığın vahşetle, aşkın şehvetle ve yok edici cinsel iştahla savaşıdır.

Son yıllarında Woolf’un hemen bütün yapıtlarında kendini gösteren karamsarlık, 2.Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle daha da belirginleşmiştir. Bu romanı bitirdikten sonra bir daha ruhsal çöküntünün belirtilerini sezer ve tekrar aynı acılara katlanmaktansa ölümü yeğler (1941).

Kadın yazarların erkeklere ait bir dünyada karşılaştıkları zorlukları anlatan iki denemesi vardır. İlki A Room of One’s Own (1929, Kendine Ait Bir Oda) kadınların yazabilmesi için kendilerine ait bir gelire ve bir odaya sahip olmaları gerektiğini savunur. Woolf burada yalnızca kadının konumunu değil, dehanın mahiyetini ve faşizmin yazgısını da irdeler. Woolf’a göre yaratıcı kişinin zihni çift eşeyli olmalıdır. Ancak insanın zihnindeki erkek ve dişi kimlikleri iş birliği içinde oldukları zaman iyi yapıtlar üretebilir. İkinci denemesi Three Guineas (1938) ilki kadar başarılı değildir.

Woolf iki de yaşam öyüsü yazmıştır. Flush’da (1933) Browning ailesinin yaşamından bir kesit verir ve çiftin ünlü aşklarını neşeli, ışıltılı ve duygu yüklü bir anlatımla dile getirir. Diğeri ise ünlü sanat eleştirmeni Roger Fry’ın biyografisidir (1940).

Woolf bir edebiyat eleştirmeni ve kuramcısı olarak da kendi döneminde özellikle romanın gelişimini etkilemiş bir kişidir. Önemli eleştiri yapıtları The Common Reader (1925, Sıradan Okur), The Death of the Moth (1942,Güvenin Ölümü) ve Granite and Rainbow’dur (1958, Granit ve Gökkuşağı)

Yazdır

Yazar hakkında

admin

Yorum yap