AVUKAT
Mahkeme salonunda o gün durulacak yer yoktu. Ahali birbirini eziyordu. Fakat müdde-i umumî söze başlarken ortalığa soğuk bir mezar sessizliği çöktü. Maznun mevkiinde elleri arasında sıktığı başından yalnız kumral saçları görünen siyahlı bir genç vardı.
Ahali ondan ziyade biraz ilerde sakin ve dalgın oturan avukatı Behiç Necdet Bey’e dikkat ediyordu. Behiç Necdet memleketin en muvaffakiyetli avukatlarındandı. Üzerine aldığı davaların ekserisini kazanırdı. Güzel söz meraklıları zaman zaman sırf onu dinlemek için işlerini bırakırlar, mahkemeye giderlerdi.
Fakat, Behiç Necdet Bey bugün her zamanki uyanık ve sevimli çehresiyle müdde-i umumîyi dinlemiyor, not almıyordu. Nedense mahkemeye geç gelmişti. Hasta ve yorgun görünüyordu. Genç katili hiç olmazsa dar ağacından kurtaracağını ümid edenler için bu çok fena alametti. Şu halde ölüm muhakkaktı. Mamafih, bunun böyle olacağı çoktan belliydi. Nihat ismindeki bu katil musikişinastı. Herkes onu mazlum ve temiz bir sanatkâr olarak biliyordu. Fakat onun yalnız sanata hizmet etmek için yaratılmış zannedilen güzel elleri bir gece birkaç lira için ihtiyarca bir kadının boğazını sıkmıştı.
Vak‛a Büyükada’da geçmişti. Bir gece mahalle bekçisi tek başına oturan bu dul kadının evinden boğuk sesler geldiğini işitmiş, düdükle polisi çağırmıştı. Biraz sonra polisler kapıyı kırarak eve girmişler, ihtiyar kadını merdiven başında boğulup öldürülmüş bulmuşlar. Derhal sokak başları tutulmuş, beş on dakika sonra da katil bir bahçe duvarından atlayıp kaçarken yakalanmıştı. Bu hemen hemen bir cürm-i meşhuttu.
Müstantık, Nihat’a evvela ihtiyar kadının sadece yaralı olduğunu söylemek suretiyle hakikati itiraf ettirmişti. Fakat genç adam sonradan bunu şiddetle reddetmişti. Mahkemede ise sorulan suallere yalnız sükût ile mukabele etmiştir.
Muhakemenin tarz-ı cereyanı ve şahitlerin ifadesi Nihat’ın katil olduğundan ve ihtiyar kadını parası için öldürdüğüne şüphe bırakmıyordu. Taammüd de muhakkaktı. Çünkü musikişinasın vak‛adan evvel birkaç gün oralarda dolaştığı görülmüştür.
Katilin müdafaasını avukat Behiç Necdet’in deruhte etmesinde bir sebep vardı. Nihat onun çok sevdiği bir arkadaşının oğluydu. Arkadaşının ölümünden sonra bu belli başlı bir işi olmayan biraz serserice çocuğu epeyce de himaye etmişti. Bunun için onu büyük bir hararetle müdafaa etmesi beklenirdi. Hâlbuki o bugün bilakis çok cansız ve sönüktü. Dosyası kapalıydı. Elinde sade bir buruşuk bir kâğıt vardı.
Biraz sonra müdde-i umumî maznunun başını isteyerek sözünü bitirdi.
Reis “söz müdafaa vekilinindir,” dediği zaman sâmiler arasından bir ihtiyar:
– Behiç galiba müdafaasını hazırlamak için muhakemenin tehirini isteyecek, dedi.
Avukat aynı yorgun tavırla ayağa kalktı. Bilekleriyle önündeki kürsüye dayanarak ağır ağır söze başladı:
– Yanılmaz hükümler vermek yalnız Allah’a mahsustur, dedi. Müvekkilimin masum olduğuna kendimde inanmıyordum. Bu gözümün önünde geçmiş kadar kat’i bildiğimiz bir cinayetti. İnkar yolunu tutamayacaktım. Müvekkilim için adalet değil, merhamet ve mürüvvet isteyecektim. Fakat tesadüfe benzeyen bir vak‛a bu çocuğun aranılan olmadığını bana ispat etti. İki kelime ile izahat vereceğim ve elimdeki vesikayı okuyacağım zaman muhterem heyet-i hakime de bu hakikati anlayacak ve maznuna derhal hürriyetini iade edecektir.
Avukat bunları söyledikten sonra başı dönüyor gibi hafifçe sendeledi’, mendiliyle alnındaki teri sildi. Salon hayret içindeydi. Mademki avukat müvekkilini darağacından kurtaracak kat’i delili bulmuştu. Bu kadar meyus görünmesinde ne mana vardı.
Behiç Necdet terli alnına yapışan kır saçlarını sert bir hareketle kaldırdı. Gözleri canlandı:
– İtiraf edeyim ki bu vesikayı mahkemeye vermek hususunda çok tereddüt ettim. Müvekkilimi kurtarmak benim için bir zaferdir. Fakat şu var ki bu zafer beni yıkacak…yirmi beş senelik namuskâr bir sa’y ile insanlar arasında kazandığım mevkii ve güzel ismi mahvedecek… fakat ne yapalım vazife… ihtiyar kadının katili müvekkilim Nihat Bey değildir. Nihat Bey o gece sevdiği bir kadının evindeydi. Gece yarısına doğru dışarda gürültüler işittiler… Pencereden sokak başlarının tutulduğunu gördüler… Kadın Ada’da hava tebdiline gelmiş bir veremliydi. Fena halde korktu. Bayılacak gibi oldu. Nihat Bey de korkmuştu. Fakat metanetini kaybetmedi:
‘Sen itidalini muhafaza et… Ben nasıl olsa kaçarım. Muvaffak olmazsam bile herhalde bu evden başka bir yerde yakalanırım…’ dedi. Civar bahçelerin duvarlarından atlayarak kaçıverdi. Fakat yakayı ele verdi. Katili yakaladığını zanneden polis taharriyâta nihayet verdi. Bu suretle hakiki katil de kaçıp kurtuldu. Müvekkilim kendini kurtarmak için sevdiği kadını ele verecek kadar düşkün bir adam değilmiş… Binaenaleyh mahkemede sukut etti. Belki darağacına kadar da sükûta devama cesaret bulacaktı. Kadına gelince, o da sukut ediyordu. Zaten hasta olduğu için sıhhati büsbütün bozuldu. Yatağa düştü. Doktorlar ancak bir ay yaşayabileceğini söylüyorlar. Belki nasılsa ölüp gideceğini bildiği, belki de bu genci çok sevdiği için hakikati söylemeğe karar verdi. Bana bir mektupla küçük bir paket gönderdi. Pakette Nihat Bey’in sekiz on mektubu vardı. Bunlardan birini hapishaneden yazıp göndermeye muvaffak olmuştu. Biraz sonra onları mahkeme huzurunda okuyacağım. Evvela bana yazılan mektubu aynen okuyorum.
Behiç Bey,
Uzun tereddütlerden sonra sana bu mektubu yazmağa karar verdim. Benim için ne kadar acı olursa olsun, bu itiraftan sonra daha rahat öleceğimi ümit ediyorum. Tereddüdüm şundan ileri geliyordu. İtirafımla masum bir genci ölümden kurtaracağım. Fakat bunu yapmakla seni mahvedeceğim. Sen ki bu facianın en masum kurbanısın. Acaba buna hakkım var mı?
Nihayet şuna karar verdim. Hakikati sana bütün açıklığıyla itiraf edeceğim ve son kararı senden isteyeceğim. ‘Vazife bu masum genci ölümden kurtarmamızı icab ettiriyor’ dersen ne ala… Şayet böyle demeyip de ‘onu kurtarmak kendi hayatımı yıkmak, müebbeden başka insanlarla göz göze gelemeyecek bir hale düşmektir’ dersen onu da kabul ederim. Geçen vak’aya rağmen sana ve fikirlerine ne kadar hürmet ettiğimden şüphe etmezsin.»
Avukat tekrar susarak alnındaki teri sildi, sonra mektupta yazıldığı gibi, artık başka insanlarla göz göze gelmekten korkuyormuş gibi uzaklara bakarak devam etti.
– Mevzu-i bahs olan kadının kim olduğunu anladınız reis beyefendi… Okumağa devam ediyorum.
Avukat mektubu tekrar eline aldığı zaman reis ağır bir sesle:
– Kâfi, dedi, vazifeniz hitam buldu. Mektubu ve diğer evrakı mahkemeye tevdi ediniz. Çıkabilirsiniz.
İki saat sonra Nihat’a serbest olduğunu söylediler… Genç adam bulvarlara çöken karanlık içinde ilerliyordu. Merdiven başında bir gölge gördü, bir ses, Avukat Behiç’in sesi:
– Nihat Bey, dedi.
Genç adam heyecandan tıkanarak:
– Behiç, dedi.
Biraz evvel velinimeti hükmünde olan avukata büyüklüğünü, ulviyetini söylemek için lakırdı bulamıyor, ayaklarına kapanmak ister gibi hareket ediyordu.
Avukat:
– Masumdunuz, dedi. Kurtulmanız gayet tabi bir şeydi… Bende sadece avukatlık ve meslek adamı vazifemi yaptım. Şimdi yalnız sizinle iki insan olarak bir hesabımız kalıyor ki şimdi onu temizleyeceğiz, dedi ve cebinden rövolverini çıkararak Nihat’a ateş etti.
Reşat Nuri Güntekin
Bazı kelimelerin anlamları:
müddeiumumi: savcı
maznun: sanık
muvaffakiyetli: başarılı
alamet: belirti, işaret, iz
müvekkil: birini kendine vekil olarak seçen kişi
cürmümeşhut: suçüstü
müebbet: sonu olmayan, ömür boyunca olan
taharriyat: araştırmalar