Duygu ve hayal dünyamızı etkileyebilecek bir konuyu kısa ve çarpıcı şekilde, şiirin cümle yapısını ve ahengini koruyarak şairane bir hava ile ölçü ve ahengini koruyarak şairane bir hava ile ölçü ve uyağa bağlı kalmadan anlatan edebi türe mensur şiir denir. Başlıkları olan bağımsız, kısa ve yoğun yazılardır. Duygu ve hayaller düzyazı biçimiyle şiirsel şekilde anlatılır. Şairane söyleyiş amaçlanır. Mensur şiirlerde iç ahenk vardır. Tasvir ve çözümlemelere önem verdiği için uzun cümleler tercih edilir. Ünlemlere ve seslenişlere yer verilir.
Mensur şiir ile şiir arasındaki benzerlikler:
Ahenk ikisinde de var.
Şairane konular işlenir.
Dil ve anlatım yönünden benzerlik gösterir.
Mensur şiir ile şiir arasında farklılıklar:
Mensur şiirde ölçü, kafiye, dize yoktur.
Şiirin kendine has bir dili vardır.
İmge, çağrışım, sanat, hayal ve müzikalite şiirde daha yoğundur.
Mensur şiir-düz yazı karşılaştırması:
Mensur şiirler de düz yazılar gibi, cümlelerden oluşur. Ancak mensur şiir, nesil cümleleriyle yazılmış şiirdir. Düz yazılarda düşünce esas alınır. Sanatlardan kaçınılır. Düşünce en iyi şekilde açıklanmaya çalışılır. Ancak mensur şiirde duygu esastır. Duygular şairane bir söyleyişle ele alınmaya çalışılır. Bu bağlamda mensur şiir ses, söyleyiş, tema bakımlarından, şiirden faklı değildir ve bu nitelikleriyle düz yazıdan ayrılır. Ancak mensur şiirde, şiirdeki vezin, kafiye gibi şekle ait önceden belirlenmiş sınırlayıcı ögeler de bulunmaz.
Mensur şiir, 19.yüzyılda Fransız edebiyatında ortaya çıkmıştır. Bu tür karakteristik özelliklerini Charles Budelaire, İsidore Duacasse ve Arthur Rimbaud gibi şairler sayesinde kazanmıştır.
Mensur şiir, Türk edebiyatına Tanzimat’tan sonra Fransız edebiyatından yapılan şiir çevirileriyle girmiştir.
Batılı anlamdaki mensur şiirler Türk edebiyatında 19.yüzyılın sonlarında denenmiştir. Bu türün Türk edebiyatında Batılı anlamdaki ilk temsilcisi Halit Ziya Uşaklıgil’dir. Türk edebiyatında bu türün isim babası da Halit Ziya Uşaklıgil’dir.
Mensur şiir alanındaki eserler ve yazarları:
Halit Ziya Uşaklıgil: Mezardan Sesler, Mensur Şiirler
Mehmet Rauf: Siyah İnciler
Yakup Kadri Karaosmanoğlu: Okun Ucundan, Erenlerin Bağından
Mensur şiir örnekleri:
Erenlerin Bağından
Yıllar yârlardan, yârlar yıllardan vefasız. Kara baht bir kasırga gibi. Bu ne baş döndürücü iş? Geceler günleri, günler geceleri kovalıyor; cefalar cefaları kolluyor. Saçlarımızda aklar akları, alnımızda çizgiler çizgileri doğuruyor. Kadere boyun eğmek güç, isyan tehlikeli, felek hiç acımayacak mı? Heyhat, aziz dost, onu döndüren kara bahtın kasırgası…
“Bahçeler bozuldu, yuvalar dağıldı, yollar silindi, cihan viran oldu.” Yaşlı gönül şimdi böyle diyor; her şeyi kendine eş görüyor. Bu da yanlış duygulardan biri… Cihan ne vakit bayındır idi? Bahçelerde ne vakit güller açtı? Ne vakit yuvalarda bülbüller öttü? Yollardan ne vakit yârlar geldi? Umduk, bekledik, düşündük. Hangi şey umduğumuza uygun düştü? Gördüğümüz düşündüğümüze benzedi mi? Gelenler beklediğimize değdi mi? O mutlu ve yüce saat hangi saatti ki, içinde iken “Geçme! Dur!” diye haykırdık? Hiçbiri, aziz dost, hiçbiri! Belki hepsini geçsin gitsin diye bekliyorduk; çünkü onlar birbirinden çirkin, birbirinden yararsız saatlerdi. Kimi bir damla gözyaşıyla, kimi tek bir “Eyvah!” ile kimi bir esnemeyle, kimi yalnız susmayla dolup gitti. Onlar birer birer yeniden gelsin ister misin? Hayır, hayır, hayır; değil mi?
Şimdi kalbimiz boş, başımız doludur. Ağzımızda zehir, gözlerimizde ateş var; tatsız bir içki sersemliği içindeyiz. Ve artık yolun ortasını geçtik ve saçlarımızda aklar akları ve alnımızda çizgiler çizgileri doğuruyor. Ve ellerimiz, dizlerimiz titriyor ve önümüzdeki ufuklardan yok olma havası esiyor. Söyle, gençliğini ne yaptın? Söyle, gençliğimi ne yaptım?
Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU
Mensur Şiirin Özgün Hâli:
MEHTAP
Deniz karşıki sahilin kumları üstünde dalgın dalgın nefes alıyor, manzara mahmur bir sükûn-ı tâm içinde tulû-ı kameri bekliyor, yavaş yavaş tekasüf eden zıll-ı arz Beykoz’un üstünden nebeân eden sabah nurlarına benzer billûrîn iltimâlarla gecenin eşbâha verdiği kışr-ı muzlim-i lerzân üzerine bir sath-ı envâr çekiyor; deniz zî-bakî bir rükûd ile hâmûş, pür-hâb u sükûn; yalnız dalgalar, uzaklarda derin derin inleyen dalgalar…
Birdenbire çehre-i kamer infilâk etti, pâk ve mahmur, semânın bütün nücûmu zerrin bir tebessümle titreştiler, suların üstünde pür-nûr handeler terennüme başladı, sevâhilin sükûn-ı mağmûmânesine bir vakar-ı melûl geldi; kamerin gittikçe beyazlaşan ziyası, gecenin gittikçe lâciverdleşen zulmeti içinde Yeniköy dubasının yeşil ziyaları mâîleşiyor, Umur Yeri’ndeki kırmızı ziyalar sâkit birer nigâh-ı rica gibi bakıyor; kamerin ziyası o kadar donuk ki duman zannolunur, bir mehtap değil bir hâle…
Âh bana bu ketum mehtap dokunuyor, sırf nûr ve cevherden mehtaplar istiyorum; yahut yok, zulmetler olsun, hiçbir nigâh-ı ziyâ ile titrememiş bakir, saf zulmetler olsun; hiçbir enîn-i beşerle sızlamamış ezelî sükûnetler olsun; gideyim, enîn-i amalimi orada dinleyim, mürdezâd ümitlerimi oraya gömeyim.
Mehmet Rauf, Siyah İnciler
Günümüz Türkçesiyle:
MEHTAP
Deniz karşıki sahilin kumlan üstünde dalgın dalgın nefes alıyor, manzara uykulu bir sessizlik içinde ayın doğuşunu bekliyor, yavaş yavaş koyulaşan yeryüzünün gölgesi Beykoz’un üstünden fışkıran sabah nurlarına benzer billur gibi parıltılarla gecenin cisimlere verdiği titrek karanlığın kabuğu üzerine ışıktan bir örtü çekiyor; deniz cıva gibi bir durgunlukla sessiz, uykulu ve sessiz; yalnız dalgalar, uzaklarda derin derin inleyen dalgalar…
Birdenbire ayın yüzü açıldı, temiz (saf) ve uykulu, gökyüzünün bütün yıldızları sarı bir tebessümle titreşti, suların üstünde ışık dolu gülüşler şarkı söylemeye başladı, sahillerin gamlı sessizliğine bezgin bir ağırbaşlılık geldi; ayın gittikçe beyazla-şan ışığı, gecenin gittikçe lacivertleşen karanlığı içinde Yeniköy dubasının yeşil ışıkları mavileşiyor, Umur Yeri’ndeki kırmızı ışıklar suskun birer rica bakışı gibi bakıyor; ayın ışığı o kadar donuk ki duman zannedilir; bir mehtap değil, bir hale…
Âh bana bu ağzı sıkı mehtap dokunuyor, sırf ışık ve cevherden mehtaplar istiyorum. Yahut yok, karanlıklar olsun, hiçbir ışıklı bakış ile titrememiş, el değmemiş, saf karanlıklar olsun; insanlığın inleyişi ile sızlamamış ezelî sessizlikler olsun; gideyim, emellerimin inleyişlerini orada dinleyeyim, ölmüş ümitlerimi oraya gömeyim.
Mensur Şiirin Özgün Hâli:
MAZİ
Ekseriya tahayyüldüm bir meftuniyet-i âşıkane ile maziye pervaz eder. Fikrim hatırat-ı latifeyi havi olan o mesud zamanı düşünmekten mütelezziz olur.
Mazi benim için neşvelere, handelere cilvegâh bir semâ-yı ruh-perverdir. Kalbim darabat-ı kadere hedef oldukça o semâ-yı latifin bulutlar arasından eşiarîz olan hatıralarla teselli bulur, hissiyatım o feza-yı saadette tayeran eder, müsterih olur.
Mazinin yadigârları kalbimde şafak-nüma handeler uyandırır. Mazi benim için bir medâr-ı teselli, bir vasıta-i bahtiyaridir.
Ben mazinin hayat-ı mesudanesinde bir müddet daha yaşamaktan tesliyet-yâb olurum, kalbim hatırât-ı mesudenin tesîrâtıyla bir ân mütehassis olmaktan telezzüz eder.
Bence hatırat-ı maziyem o derece kıymetdar, o rütbe tesliyet-amizdir ki hayat-ı maziyemi tahayyül hayat-ı hazırama medar-ı devam olur.
Halit Ziya Uşaklıgil, Mensur Şiirler
Günümüz Türkçesiyle:
GEÇMİŞ
Genellikle hayallerim âşıkane bir tutkuyla maziye kanat açar. Fikrim hoş hatıraları içeren o mutlu zamanı düşünmekten tat alır.
Mazi benim için sevinçlere, gülüşlere sahne olan, ruhu okşayan bir gökyüzüdür. Kalbim kaderin darbelerine hedef oldukça o güzel gökyüzünün bulutları arasından ışık saçan hatıralarla teselli bulur; hislerim o mutluluğun sonsuzluğunda açar, huzur bulur.
Mazinin yadigârları kalbimde şafağa benzeyen gülüşler uyandırır. Mazi benim için bir teselli kaynağı, bir mutluluk sebebidir.
Ben mazinin mesut hayatında bir müddet daha yaşamaktan teselli bulurum, kalbim güzel hatıraların etkisiyle bir an duygulanmaktan hoşlanır.
Benim için hatıralarım o kadar kıymetli, o denli avutucudur ki mazideki hayatımı hayal etme, şimdiki hayatımın devamına sebep olur.
Hayat mıdır?
“Güneşin doğuşundan önce çıkmak, batışından sonra girmek; çalışmak, çabalamak, iler tutar yeri kalmamak. Ne için? Bir lokma ekmek için…
Soğuklarda üşümek, yağmurlarda ıslanmak, topraklarda yatmak, donmak. Ne için? Başkalarının dinlenmesini sağlamak için…
Yer altlarında hayat geçirmek, zehirli havayı solumak, rutubette ömür sürmek, güneş görmemek, insanken bir yılan gibi yaşamak, verem olmak, ölmek… Ne için? Ölmemek için…”
(H. Ziya Uşaklıgil, Mensur Şiirler’den)