İç gözlem, içimize çevrilip nefsimizle başbaşa kalmaktır. Bu, her şeyi den evvel bir psikolojik metottur. Lâkin iç gözlem, insanın iç dünyasını araştıran bir ilmin metodu olmakla kalmaz; yaşayan her insanın kendini tanıması ve tanıyarak hareket etmesi, içindeki âlemi dışında da gerçekleştirebilmesi için kullanacağı metot, tutacağı yoldur. İnsan kendi iç gözleminden uzaklaştığı nispette otomat ve taklitçi olmaya mahkümdur. İçindeki âleme kuvvetle dalmayan, onu tanımayan insan etrafındakileri taklit eder, genel cereyana kendini kaptırır, herkes gibi olur:
İç gözlem, bizim en büyük mürşidimizdir, gerçek kurtarıcımızdır. En küçük yaşlardan başlayarak çocuklarımıza, her devrin putlaştırdığı siyaset adamını göstererek “Bizi falan bey kurtardı, filân paşa kurtardı” diye müdahane ve dalkavukluk telkin edecek yerde nefsiyle karşılaştırmayı öğretse idik, böyle olmazdık. Bütün tahsil dâvası, genci kendi iç âleminden uzaklaştırmak olacak yerde ona yaklaştırmak ve onu tanıtmak olsaydı Molla Hüsrev, Molla Gürani gibi münevverlerimiz, Hazreti Ömer ve Nizâmülmülk gibi, Zembilli Ali ve Sinan Paşa gibi devlet adamlarımız olurdu.
Bugün ilkokuldan başlayarak öğretimin bütün basamaklarında kullanılan, müşahhas eşyayı tanıma ve yalnız tecrübeye bağlanma metodu kısırdir; bu şekiller tamamen değersizdir. Tecrübenin önemi ancak bizi gercege yaklaştırdığı içindir. Dışımızdaki gerçeğin değerini tâyin edecek ve kıymetler silsilesine onu yerleştirecek olan, iç varlığımızın ölçüleridir. Alemin gerçek ve yaratıcı bilgisini verecek olan terbiye sisteminde üç basamak ayırmak lâzımdır:
1. Dışımızdaki kâinatın hakkiyle tanınmasını temin eden dış tecrübe; burada eşya ile temasın mükemmelliği araştırılır. İşte bizim terbiye sistemimiz bu devreye münhasır kalıyor. Halbuki bizi tecrübelerin zenginliği ile yükleyecek olan eşya ile bu müşahhas temas, sâdece bir şart ve bir başlangıçtır. Sade bununla kaldığı takdirde, insan, otomatizme yaklaşır.
2. Dış dünyaya ait tecrübelerin zenginliği ile kendi içimize dalmak ve iç dünyamızda derinleşmek. Sanat gibi, ibadet gibi içimize kapanmanın bütün egzersizlerini yok edici bir mektep terbiyesi, kendi değer hükümlerini elde edemeyen, kanaatsız, imansız bir gençlik yetiştirir.
3. Üçüncü ve son devre, içindeki ibadeti tamam olan, dışındaki bütün varlıkları ve hâdiseleri, mütemadiyen derinleştiği kendi iç dünyasının hükümleriyle değerlendiren, âlemi nefsiyle ve nefsini âlemle karşılaştırmaktan usanmayan insanın bu görüşle olgunlaşan düşüncesini her zaman etrafında gezdirmesi ve bu gözle âlemi görebilmesidir.
Biz, ancak şimdiden sonra yapacağımız inkılâba ruh cephesinden başlayacağız ve bu inkilâpta nesillerin ruhunu böyle bir öğretimle yoğuracağız. Yedi yaşındaki çocuğun beynini “Falan kurtarıcımızdır, ona tapacaksınız; filân yaşatıcımızdır, onu alkışlayacaksam” diye yeryüzünün şahid olmadığı korkunç taassup telkinleriyle çürütmeye çalışan bütün bir gençlik dimağının ateşlerini matematik ve fizik formüllerini ezberletmekle söndüren ve bunların yanında bir masal tarihi, bir sözde inkılâp felsefesi ve bir sürü şarap ve oğlan beyitleriyle iradesiz, mecalsiz ve şaşkın bırakan terbiyeye veda etmeliyiz. Bu, bütün bir memleket meselesidir. İnkilâp buradan başlayacaktır.
Nurettin Topçu – İslam ve İnsan,syf.38-41