BAHAR
Pencereleri açın! Hava girsin! Akan rüzgâr, bu odanın kokusunu, hayalatını, hatıratını, sürsün götürsün! Güneş girsin! Yağan ışık, köşelerin gölgelerini bozsun silsin!
Pencereler açıldı. Hava bürüdü. Güneş yürüdü. Hayalat, hatırat, siyah düşünceler sürüldü, silindi. Ve ben de beraber..
Fesim bükülmüş, boynum bükülmüş, boyun bağım bükülmüş, belim bükülmüş. Ölü küçük dalgalar gibi gayrı muntazam mavi, tümsek kaldırım taşları üstünde, batıp çıkan bir çürük sandal acziyle, sallana sallana ilerlemek istiyordum, yürüdüm. Sahile kadar geldim. Haraptım. Issız viranedeydim. Mavi deniz önümde, mavi gök üstümde idi. Taze baharın serin, serptiği ışıklara sarılmıştım.
Deniz kenarında idim. Arzın kenarında idim. Dalgalar taşlara çarparak sinelerini yırttıkça ipliği kopan inci gerdanlık gibi göz yaşlarım göğsüme dökülüyordu.
Bugün hava pek tatlı, güneş şakrak, gök pek açık saçıktı. Fakat ben kahrolmuş, ben mahvolmuş, ben bitmiştim. Bir taşın üstüne yığıldım. Şakaklarımı avuçlarımın içine aldım. Nazarlarımın siyah nuru, denizin mavi atlası üzerinde kara lekeler bıraka bıraka uzanıyor. Karşı sahilin minarelerini kucaklıyor, kubbelerini öpüyor. Onlara gizli gizli veda ediyor ve “Sizi Allaha ısmarladım! Sizi Allaha ısmarladım!” diyordu.
Biraz ötede, döne döne, ağır ağır kalkan tozların arasından zayıf dermansız bir genç hayalî koltuk değneğine dayanarak ağlıyordu.
Uzaktan bir ses kaynaşan güneşin arasında süzülerek bize doğru erişti:
-Bahar kokuları, bahar kokuları!..
Bir sepetin içinde sümbüller, fulyalar, zerrinler, menekşeler, şebboylar dalga dalga renkler, damla, damla rayihalar sıralanmıştı.
Çiçekçi tâ yanımızdan geçiyordu. Dikkat ettim; genç hasta da gözlerini kapamış, başını arkaya bırakmıştı. Vatanın bu tatlı kokularını titreyen dudaklarıyla emmek, öpmek istiyordu. Bu kokular bana ve ona ne müdebdep ve muhteşem tarih sahifeleri, ne mutantan ve muazzam zafer levhaları gösteriyor ve ne rakik ve ulvî ve hayat neşideleri okuyordu. Mevkim Sarayburnunun en mualla bir noktası idi. Sinan Paşa’nın Muradı Salis için yaptırdığı “İncili Köşk”ün viranei zaili üstünde idik. Sanıyordum ki bugün baştan başa vatan, evlatlarının kan ve yaşlarıyla yakut ve incili bir kâşanedir. İkimiz de içinde iki ufak bürkân gibi tutuşan kalplerimizi örten sinemizi Kâbetullaha çevirdik. Bu rayihalara bürünen ruhlarımız sanki güneşten kanatlar takınarak sahibi Kur’an’ın eşiğine çarpa çarpa erimek için bizden ayrıldı.
O dakika o da, ben de o mertebe masivadan ayrılmış, o mertebe fenafillaha ermiş.. Ben bir tayf, o bir zıl olmuştuk. İkimiz de birbirimize yaklaştık.
-Ey genç adın nedir?
-Mazlum!
-Bak bahar nefhaları, güneş renkleri, nesim rayihaları bütün önüne dökülmüş. Daha ne istiyorsun? Neden mahzunsun?
Sepette ne kadar çiçek varsa aldım. Gencin kucağına, etrafına yığdım.
-Bak! Bu kokular, senin harim rayihalarındır. Saraylarının, pınarlarının, kulübelerinin, ninelerinin, mihraplarının kokularıdır. Münkesir kalbini bu çiçeklerin özleriyle perçinle!
Mazlum önünde bir sahife gibi açılan Topkapı sarayının etrafına solgun bakışlarını gezdirdi. İçini çekti, kolları, birer kırık dal gibi, kıvrıldı ve yanına düştü.
-Hayır, dedi, bütün kokuları bir siyah tül ile örtülü sanıyordum. Lâle bir açık yara, konca bir kan pıhtısı, sümbül çitişmiş bir hasta saçı, menekşe, mavi gözlerin damla damla yaşı..
-Bütün bir senenin fecri bahar! Bak, sana ne neş’eli dakikalar vadediyor.
-Bende şimdi bir zevk kaldı. Ağlamak zevki!.. Bir ümit kaldı: mahşer ümidi.
-Baharın ninesi yağmurdur, babası güneş. Bütün bunlar aile efradını sana, senin saadetine hasrettiler.
-Nesim esareti, kuşlar enini, kokular buhuru matemi telkin ediyor. Bence şimdi gök bir türbe, güneş bir kandil.
-Görüyorum ki hem hastasın, hem meyus. Benden gizleme, söyle niçin meyus, neden hastasın?
-Peki dinle: benim bir sevgilim, sevgili zevcem vardı. Güzel, gürbüz çocuklarım vardı. Babam ve üvey anam sevgilimin kıymetini bilmediler. Onu sevmesini bilmediler. Biçare kadın bu ihmale dayanamadı, öldü. Sonra çocuklarım da öldü. Sonra evim de yandı. Servetim de mahvoldu. Sonra işte ben de bittim. Bahar! Bahar! Ben baharımı mezarımda açılacak dikenlerde görüyorum.
Hikâyenin Özeti:
Ailesinin eşine gerekli özeni göstermemesi sebebiyle kaybettiği eşi ve çocuklarına üzülen harap bir kişi anlatılmaktadır. Güzel bir bahar gününde dahi hüzünlü ve mahzun bir kişinin ölümü bahar olarak görmesi yazarımız tarafından roman havasında bizlere sunulmuştur. Hikaye hem göründüğü gibi hem de o dönem gözler önüne getirildiğinde hüznü vatanını kaybetmesinden kaynaklanan halkta anlaşılabilir.