Çocuk ruhunun bağdaşamadığı çirkinliği ittin elinin tersiyle. Bu benim tesellimdir. Sen, bir defa parlayıp sönen yıldırım gibi yaşadın. Yıldırımları gökler doğurur. Göklerinse ölmezliği var. Bu da benim tesellimdir. Her çekirdekte yeni bir hayat oluşumu vardır. Çocuk vicdanı ise, insanlarda gelişen yeni bir hayatın belirtisidir. Bu da tesellimdir. Ve bu yeryüzünde bizi ne beklerse beklesin, insanlar doğup öldükçe, doğruluk ölmeyecektir. Senden ayrılırken, kendi sözlerini tekrarlıyorum yavrum: “Merhaba beyaz gemi, benim gelen!”
Çocukların hayal gücünü tahmin etmek olasılıksızdır. Aytmatov gibi üstadın zihnine çocuğun hayal gücünü yerleştirirsek elbette ki sonu tahmin edilemez bir romanla karşılaşırız.
“Kambur kambur dağlardan,
İnmeden kambur tayımdan,
Geldim ben, ey kambur tüccar,
Kapıyı aç, içelim acı şaraptan.”
Bir avuç insanın hüküm sürdüğü dağ köyünde yaşananların anlatıldığı “Beyaz Gemi”, okula yeni başlayan bir sabinin hayale kavuşmasını anlatıyor. Çocuğun dedesi Mümin Dede, köyün en yaşlısı. Hürmet görmesi gereken yaşında hezimet içinde bir hayat sürüyor. Damadının ona yüklediği sorumluluk hem gönlüne hem de beline ağır geliyor. Ama ne çare, Mümin Dede onca aşağılanmaya boyun eğip işini de torununu da bırakmıyor. Ki zaten bıraksa gidecek de yeri yok maalesef. Kızı ve damadı çocuklarını ona bırakıp köyü terk ediyor. Tahminince ve kulağına gelen dedikodulardan öğrendiğine göre kızı evlenmiş, hatta dağın aşağısındaki köyde. Ama kızının yerini bularak ne onun ne de torununun huzurunu bozmak istemiyor. Belki de kızının, kendi doğurduğu çocuğu istememesinden korkuyor kim bilir. Kafası bir başka çalışıyor Mümin Dede’nin; ama ne yaparsa torunu için yapıyor o aşikâr.
Torunu deseniz 5-6 yaşlarında. Dedesinin ona anlattığı masallarla kendini avutuyor. Köylerinin manzarasından görünen denizde beyaz bir gemi hayal ediyor. Babası o gemide büyük bir kaptan. Çocuk da bir gün insan başlı bir balık olmayı hayal ediyor. Ufukta görünen beyaz gemideki babasına yüzerek kavuşacak. Dedesi hiç bozmuyor çocuğun hayalini, hatta destekliyor. Maral Ana efsanesini anlatıyor çocuğa. Bir gün bütün güzelliklerin onların olacağını anlatıyor. Çocuksa dedesinin düşlerinin üzerine düş ekliyor. Her gün dağın tepesine çıkıp dürbünle denizi gözlüyor. Etrafında ne varsa onlara insani özellikler yüklüyor, dert ortağı yapıyor kendine. Sonunda beyaz gemiye ulaşıyor mu bilinmez; ancak kötülükleri hayal örtemiyor bunu bilir bunu söylerim.
Romanda efsaneye yer verilmesi hikâyenin daha da ilginçleşmesine sebep olmuş. Yer yer okurken hikâyedeki durağanlığa kızsam da ruhumu dinginliğe sürüklediğine sevindim bir nevi. Okunması gereken başyapıtlardan olmasının yanı sıra okuyanın hayal dünyasında iz bırakacak türde bir eser. Muhakkak şans verilmeli es geçilmemeli.