DÜŞÜNCEYE SAYGI
Tartışma yazılarında, tartışılan sorunları, düşünceleri bir yana bırakıp karşısındakini küçümsemeye, alaya almaya sapmak günümüzde ortaya çıkmış bir şey değil. Eski yazarlar da yapardı bunu. Ama son günlerde bu işin çok yayıldığı, tartışma yazılarının bir özelliği haline geldiği de bir gerçek.
Sanat alanına yenilikler, değişik anlayışlar getirmek amacını güden genç sanatçıların alay etmenin, küçümsemenin yeni yöntemlerini bulmakla yetinmeleri insanı şaşırtıyor, Hele bilimsel eleştiriden söz edilen, nesnel olmanın önemi üzerinde durulan şu günlerde…
Bir insanın düşünceleri başkalarına gülünç denecek kadar yanlış, saçma gelebilir. Okurken ister güler, ister alay ederiz. Kime ne! Ama iş yazıya, tartışmaya dökülünce, o düşüncelerin yanlış olduğunu belirtmekten, kendi düşüncelerimizi ileri sürmekten öteye geçmemiz “ tartışma” sözcüğüne sığmaz. Üstelik, şu da bir gerçek: Günümüzde yalnız gülünç olduğu sanılan düşünceler değil, her karşıt düşünce alaya alınıyor.
“Biri çıkıp bizim düşüncemizin tersini söyledi mi, onun doğru söyleyip söylemediğine değil, doğru yanlış kendi düşüncemizi savunmaya bakarız,” diyor Montaigne. Biz yalnız savunmakla da kalmıyor, karşımıza çıkan o kimseyi yerden yere vurup gülünç etmeye çalışıyoruz.
Bence, kendisi gibi düşünmeyenlerin düşüncelerine saygı göstermemek, doğrudan doğruya düşünceye saygı göstermemektir, sanata saygı göstermemektir. Nedense, azıcık öfke insanoğlunu bu duruma düşürebiliyor. Bir de şu var: Son günlerde bu iş öylesine yayıldı ki kendi düşüncelerini yazmak için masanın başına oturan bir yazar, başlangıçta hiç de öyle bir isteği olmadığı halde, okuduğu alaycı yazılardan edindiği alışkanlıkların etkisiyle alaya, küçümsemeye sapabiliyor.
Oysa çoğu genç sanatçıların sanat alanındaki tutumları bakımından, sanat adamında aradıkları nitelikler bakımından bu davranışa yakınlık duymamaları, bu davranışa karşı olmaları, bu davranışla açıktan açığa savaşmaları gerekir.
“A Dergisi”nin Nisan 1959 sayısında, Demir özlü şöyle diyordu:
“Bir felsefe kurulabilirse, bundan sonra kurulacaktır. Hem ben bizim kuşağın yazdığı, yazacağı öykülere, romanlara bakarak kişi-oğlunla yakın ilgileri olan bir felsefe kurabileceğini sanıyorum.”
Bu sözler Demir Özlü ’nün nasıl bir sanatçı olmak istediğini, ne çeşit sanatçılara yakınlık duyduğunu açıkça gösteriyor. Yanılmıyorsam, genç sanatçıların çoğu bu özlemi taşımaktalar. Bilgili sanatçı olmak, kendi dünya görüşünü, kendi felsefesini yaratabilecek kadar güçlü düşünür
olmak istiyorlar.
Gene “A Dergisi”nin Nisan 1959 sayısında, gençleri savunan bir eleştirmen, Ferit Öngören de şöyle diyordu: “Ülkemizde (…) sosyal zevkine ilgiyle bakakaldığımız, herhangi bir konuyu ne denli tanımlayacağını sabırsızlıkla beklediğimiz değişik sanatçı alabildiğine yok.”
Demir Özlü ile Ferit Öngören gibi, günümüzün çoğu gençleri gibi, yalnızca bilgili sanatçıya değer verenlerden olduğumu söyleyemem; sanat alanında bilginin “her şey” olduğuna inanmıyorum; ama memleketimizde o çeşit sanatçıların da yetişmesini çok isterim. Sanatçı olacak olsam, o çeşit sanatçı olmaya özenirdim.
İyi, iyi ya, bilgili sanatçıya giden yola, kendimiz gibi düşünmeyenleri alaya alarak, küçümseyerek girebileceğimizi ummak gerçekten acınacak bir yanılma olmaz mı? Bu alaycılık yarın o bilgili sanatçıya karşı dönmez mi?
Özlenen, beklenen sanatçı çeşidine “düşünce”ye saygı beslemesini öğrenmeden kavuşabileceğimizi hiç sanmıyorum.
( A Dergisi 1959)