GÜLMEK VE AĞLAMAK
Demokritos ve Heraklitos öyle iki filozoftu ki, birincisi insanlık halini boş ve gülünç bulduğu için halk arasına alaycı bir güler yüzle çıkarmış; Heraklitos ise, insanın haline acıdığı, vahlandığı için hep üzgün bir yüz ve yaş dolu gözlerle dolaşırmış.
Ridebat, quoties a limine moverat alter unum
Protuleratque pedem; flebat contrarius alter. (Juvenalia)
Evinden dışarı adım atar atmaz gülmeye başlardı biri, öteki ise ağlamaya başlardı.
Ben birinci davranıştan yanayım; gülmek ağlamaktan daha hoş olduğu için değil yalnız, insanlığı daha fazla küçümsediği, bizleri daha fazla suçladığı için. Öyle hallerimiz var ki ne kadar aşağılansak yeridir bence. Yakınmada, vahlanmada acıdığımız şeye değer verme vardır bir çeşit. Alay edilen şeylerse değer vermediğimiz şeylerdir.
Sanmıyorum ki insanlıkta saçmalıktan fazla dert, budalalıktan fazla kötülük olsun. Dertlerimiz saçmalıklarımızdan daha ağır basmaz; aşağılık olduğumuz kadar zavallı da değiliz. Onun için, Diogenes, kendi kendisiyle konuşan, fıçısını yuvarlayıp gezen, büyük İskender’e dudak büken, insanları sineklere, hava civa dolu torbalara benzeten o filozof, bence, insanlardan nefretiyle ün kazanan Timon’dan daha acı, daha sarsıcı, dolayısıyla daha doğru bir yargıçtı. Çünkü nefret ettiğimiz şey yüreğimizde yeri olan bir şeydir. Timon lanet okuyordu bize, batmamızı istiyordu bütün hıncıyla; tehlikeli, zararlı, bulaşıcı diye kaçıyordu yakınlığımızdan. Öteki o kadar az değer veriyordu ki bize, yaklaşmamız rahatını kaçıramaz, tutumunu değiştiremezdi. Kovmuyordu insanları, korktuğundan değil, onlarla görüşmeyi hiçe saydığından: Bizi kendisine iyilik de kötülük de yapmaktan aciz sayıyordu.