Sokağa vardığımda onu parkta, göğe doğru dimdik yükselen köknarların altında, her zamanbuluştuğumuz bankta otururken buldum. Beni görünce ayağa fırladı, yüzü sevinçten parlayarak hızla bana doğru yürüdü.
“Çok zalimsiniz,” dedi. “Bu kadar geç kalınır mı? Biliyorsunuz, beklemekten çok sıkılırım. Bir daha böyle yapmayın, olur mu?”
Ondan özür dileyerek, bir daha geç kalmayacağıma söz verdim. Mutluluktan titreyerek, yan yana, her zaman oturduğumuz banka oturmaya gittik. Yüreğim heyecan içindeydi. Sanki göğsüm yarılıp dışarı fırlayacakmış gibi küt küt atıyordu. Kalp atışlarım gibi nabzım da hızlı hızlı vuruyordu.
Özel bir nedeni vardı heyecanımın. Sevgilimle buluşmaya, geleceğimizle ilgili kesin bir sonuç almak için gitmiştim. Ya hep ya hiçti. Her şey o akşam ki görüşmemize bağlıydı.
Hava çok güzeldi, ama ben havanın güzelliğini fark edecek durumda değildim. Başımızın üstünde bülbüller şakıdığı halde onları dinlemiyordum.
Sevgilim yüzüme bakarak; “Niçin konuşmuyorsunuz?” dedi.
“Hiç… Öylesine… Anneniz nasıl, iyi mi?”
” İyi…”
“Hmm, buna sevindim. Şey, ben… Buraya sizinle konuşmaya geldim. Sizinle buluşmamızın nedeni… Şey… Bugüne dek sustum hep, artık konuşacağım…”
Varya başını önüne eğdi, titreyen parmakları arasında tuttuğu çiçeği örselemeye başladı. Kendisine ne söyleyeceğimi biliyordu. Bir süre suskun bekledikten sonra asıl konuyu açmaya karar verdim.
“Evet, susmayacağım artık. Bugüne dek konuşmaktan çekinip hep sustum. Ama artık duygularını açıklamak zorundayım. Belki de söyleyeceklerimden dolayı güceneceksiniz, belki beni hiç anlamayacaksınız. Ama olsun!”
Gene sustum. En doğru sözcükleri seçmeye çalışıyordum. O sırada Varya’nın gözlerinde de aynı heyecanı okudum. “Hadi, konuş! Daha ne duruyorsun? Bana ne acılar çektirdiğini bilmiyor musun? Hadi, durma!” der gibiydi.
“Buraya her gün niçin sizinle buluşmaya geldiğimi, niçin çevrenizde dönüp dolaştığımı tahmin ediyorsunuzdur herhalde. Bunda anlaşılmayacak bir şey yok zaten! O size özgü derin kavrama yeteneğinizle size karşı beslediğim duyguları, size karşı beslediğim duyguları anlayacağınızı umarım, Varya Petrovna!..
Varya başını daha bir aşağı eğdi, parmaklarının çiçekle oynaması hızlandı.
“Evet, sizi dinliyorum…”
“Ben…ben… Ama söylemeye gerek var mı? Her şey açıkça ortada… Şey… Seviyorum sizi. Tanrım, evet, oldu işte! Öylesine çok seviyorum ki… Yeryüzündeki bütün romanları, bu romanlarda yazılan bütün aşk sözlerini, yeminleri bir araya getirin; ancak o zaman… Yüreğimde size karşı beslediğim… Duyguları… Peki, siz niçin susuyorsunuz?”
“Ne dememi bekliyorsunuz?”
“Bana söyleyecek bir sözünüz yok mu?”
Varya başını kaldırdı, gülümsedi.
“Tüh, ne beceriksizim!” diye geçirdim içimden. Ama o gülümsemesini sürdürüyordu, dudakları kıpırdandı, belli belirsiz bir sesle, “Niçin olmasın?” dedi.
Oh, dünyalar benimdi şimdi. Kendimden geçercesine eline sarıldım
Bir taneydi benim sevgilim, onun gibisi yoktu! Ben elini öperken o da başını göğsüme dayamıştı. İşte o zaman, ancak o zaman onu ne kadar çok sevdiğimi fark edebildim. O sırada Varya da başını kaldırıp bana sevgi dolu gözlerle bakıyordu.
İşte sevdiğim artık tümüyle kollarımdayken, 30.000 rublelik drahomasının bana verilmesi bir imzaya kalmışken; sözün kısası, güzel bir eşin, iyi bir paranın, parlak bir geleceğin çantada keklik olduğu hemen hemen kesinleşmişken kör şeytan birdenbire dürttü beni.
Nasıl oldu, bilmiyorum, kısmetimin karşısında böbürlenmek, onu ilkelerine bağlı bir adam olduğuma inandırıp caka satmak istedim herhalde. Daha doğrusu, ne istediğimi kendim de bilmiyordum. İçimde karşı konmaz, dehşetli bir duygu seli kabardı.
“Varvara Petrovna…” dedim. “Sizden eşim olacağınızı bildiren sözü almadan önce, ilerde doğabilecek yanlış anlamaları şimdiden önlemek amacıyla birkaç söz söylemeyi kaçınılmaz bir görev sayıyorum. Kısa konuşacağım… Beni yeterince tanıyor musunuz? Nasıl bir insan olduğumu biliyor musunuz? Ben dürüstüm, çalışmayı severim; sonra onurluyum. Bu konularda bana kimse bir şey diyemez. Bunların ötesinde… İyi bir geleceğim var. Ama züğürdün biriyim ben… Ne param var, ne malım ne mülküm…”
“Biliyorum. Mutluluk parayla elde edilmez ki…”
“Aslında benim de paraya aldırdığım yok. Yoksulluğumla gurur duyarım! Edebiyat çalışmalarından aldığım 5-10 rubleyi, başka yollardan kazanacağım yüzlerce rubleye değişmem.”
“Anladım. Başka?”
“Yoksulluğa çoktan alıştım. Artık aldırmıyorum. İstesem bir hafta yemek yemeden durabilirim. Ama siz? İki adım öteye arabasız gitmeyen, her gün yeni şeyler giyen birisiniz. Adım başı para harcayan, yoksulluk nedir bilmeyen bir hayat yaşadınız. Hatta öyle ki size alınan çiçek modaya uygun değilse bundan mutsuzluk duyan bir genç olarak benimle evlenmek uğruna yeryüzü nimetlerini tepebilir misiniz?
“Ama benim param var ya? Drahoma getireceğim.”
“O, pek önemli değil! Getireceğiniz 30 bin ruble birkaç yılda biter. Sonra? İstekleriniz biter mi peki? Sonuç, acı ve gözyaşı! Deneyimlerime inanın! Hepsini biliyorum. Şimdi ağzımdan çıkan sözlerin anlamını da… İsteklerinizi dizginlemek için güçlü bir irade, insanüstü bir çaba gerekecek.”
Saçmalıyorum galiba, diye düşündüm ama konuşmamı sürdürdüm:
“İyi dinleyin genç bayan! Nasıl bir adım attığınızı bilin! Bu yolun dönüşü yoktur. Evlilik önerime yanıt verirken önce söylediklerimi iyice ölçüp tartın! Siz yaşam boyu huzurunuzdan yoksun kalacağınıza, ben sevdiğim birinden yoksun kalayım. Edebiyattan ayda kazandığım 100 ruble yetmez bize. Bununla geçinemeyiz. Yol yakınken iyi düşünün!”
Heyecandan ayağa kalkmıştım.
“Her şeyi ölçüp biçin! Olanaklarımız sınırlı olacağına göre, isteklerinizi dizginleyemeyebilirsiniz. Bunun sonunda gözyaşları, sitem, erken ağaran saçlar var demektir. Dürüst bir insan olduğum için uyarıyorum sizi. Birçok yönüyle sizinkinden ayrı, size yabancı bir yaşamı benimle paylaşacak kadar iradenize güveniyor musunuz?”
“Benim drahomam ne güne duruyor!”
“Ne kadar? 20 binler, 30 binler neye yarar ki? Hah-hah-hah! Yoksa milyon mu? Ayrıca ben böyle bir şeyi kabul edebilecek miyim sanıyorsunuz? Hayır! Hiçbir zaman! Gururum el vermez!”
Oturduğumuz sıranın çevresinde birkaç tur attım. Varya düşüncelere dalmıştı. Ben için için seviniyordum. Sözlerim onu etkilediğine göre bana saygı duyuyor demekti.
“Bu durumda ya ben ve imkansızlıklar, ya da benim olmadığım ama varlık içinde yaşama şansınız var. Bunlardan birini seçin! Birincisini seçmeye gücünüz var mı? Sevgili Varya’mın gücü yetecek mi buna?”
Kendimi kaptırmıştım, konuştukça konuşuyordum. Bir yandan da ikiye bölünmüş gibiydim. Bir yarım, sözlerimin anlamını biliyor, durumun ciddiliğini kavrıyordu; öbür yarım ise “Sakın beni bırakma, güzelim! Senin 30 bine konunca bak, neler olacak! Drahoman bize ömür boyu yeter!” diye düşünüyordum.
Varya beni dinledi, dinledi. Sonunda ayağa kalkarak elini uzattı.
“Size çok teşekkür ederim!”
Bunu öyle bir sesle söylemişti ki irkildim, yüzüne bakakaldım. Gözleri, yanakları yaşlar içindeydi.
“Bana karşı dürüst, mert davrandığınız için size ne kadar teşekkür etsem azdır. Evet, ben başka türlü yetiştirildim. Sıkıntıya katlanamam. Sizin denginiz değilim ben.”
Böyle diyerek hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Ağlayan kadın görünce hep böyle olurum. Hele o sırada! Ben ne yapacağımı düşünürken Varya kendini toparlayıp gözyaşlarını sildi.
“Haklısınız. Bu durumda sizinle evlenecek olursam kendi kendimizi aldatmış oluruz. Size uygun biri değilim. Zengin aile kızıyım, el bebek, gül bebek yetiştirildim ben. Hep arabalarda gezer; hindi eti, ballı börekli yerim ben. Sade suya tirit, halkın içtiği lahana çorbası bana göre değil. Bu konularda annem de beğenmez huyumu, ama elimden ne gelir ki! Yaya yürümek hoşuma gitmez, çabucak yorulurum. Giyim kuşam zevkim de öyle. Bütün bunlara nasıl para dayandıracağız? Kesinlikle olmaz! Ayrılalım en iyisi, hoşça kalın!”
Eliyle yüreğimi paralayan bir hareket yaptıktan sonra ondan hiç beklemediğim bir şey daha söyledi:
“Hayır, hayır! Ben size layık değilim! Elveda!”
Bunu söyledikten sonra dönüp hızla yanımdan uzaklaştı. Bense aptal gibi orada kalakaldım. Sevdiğim kız benden uzaklaşırken arkasından bön bön bakıyordum. Ayaklarımın altındaki toprağın sarsıldığını hissediyordum.
Neden sonra kendimi toparladığımda başıma ne işler açtığımı anlamaya başladım. Ben ne büyük bir hata yapmıştım? Hepsi şu dilimi tutmayı bilmemektendi. Neredeyse ağlayacaktım. Arkasından bakıp “ne olur, geriye dön!” diye bağırmak istedim ama Varya çoktan uzaklaşmıştı.
Böylece kendi işimi kendim mahvetmiştim. Bir hayli acılı dakikalar yaşadıktan sonra eve gitmeye karar verdim. İşin kötüsü, parkın girişinde atlı tramvay filan gözükmüyordu. Yanımda araba tutacak kadar para olmadığı için ister istemez yaya olarak yola koyuldum.
Üç gün sonra yeniden Sokolniki’deydim. Sevgilimin yazlığına vardığımda onun hasta olduğunu öğrendim. Yakında babasıyla birlikte Petersburg’a gideceğini söylediler. Buna bir anlam veremedim.
Şimdi yatağımda yatarken hıncımdan yastığımı dişliyorum. Kendi kendime tokat atıyorum. İçimde ne fırtınalar koptuğunu bir bilseniz! Ey, değerli okurum, ben bu işi nasıl düzelteceğim? Sevdiğim kıza ne söyleyeyim şimdi? Yoksa mektup mu yazayım? Ama nasıl ulaştıracağım mektubu ona?
Ne çekiyorsam hep şu dilimin yüzünden!