İNSANIN DURUMU
Benim işim gücüm kendimi incelemek: Yapacak başka işim de yok zaten. Bakıyorum da öyle çürük taraflarım var ki söylemeye zor varıyor dilim. Sağlam oturaklı neyim var? Her an sendeleyip düşebilirim. Gözlerim bir şöyle görüyor, bir böyle. Açken başka adamım sanki, yemekten sonra başka. Keyfim yerindeyse, hava da güzelse kötü kişi değilim: Ama bir nasır canımı yakmaya görsün, asık suratlı, aksi, yanına yaklaşılmaz bir adam olurum. Aynı atın yürüyüşü bir rahat gelir bana, bir rahatsız; aynı yolu bir uzun bulurum, bir kısa; aynı biçim bir hoşuma gider, bir zıddıma. Bir gün her işe yatkınım, bir başka gün hiçbir şey gelmez elimden. Bugün sevindiğim şeye yarın üzülebilirim. İçimde durmadan değişen, ele avuca sığmayan bir sürü duygu. Kara kara düşünceler, derken bir öfke; ağlamaklı bir haldeyken, birdenbire taşkın bir sevinç. Kitapları karıştırırken bakarım, dün içinde türlü güzellikler bulduğum, oldukça coştuğum bir yer bugün bir şey demez olmuş bana: Eviririm, çeviririm, orasını burasını okurum, nafile: O sayfalar boşalmış, yabancılaşmıştır artık benim için.
Kendi yazılarımda bile her zaman, ilk duyduğum düşündüğüm şeyleri bulamam. Burada ne demek istemişim acaba derim; değiştiririm çok kez ve yitirdiğim ilk anlamın yerine ondan değersiz bir yenisini koyduğum olur. Aynı yolda bir gider bir gelirim: Düşüncem her zaman ileri götürmüyor beni; bir o yana, bir bu yana yalpalıyor, gelişigüzel:
. . . Velut minuta magno
Deprensa navis in mari vesaniente vento. (Catullus)
. . . Hafif bir tekne gibi
Azgın fırtınanın denizde bastırdığı.
Çok kez başıma gelmiştir: Oyun olsun diye kendi düşüncemin tam tersini savunayım derken kafam o tarafa öylesine kendini vermiş, bağlanmıştır ki, kendi düşüncemi yersiz bulmaya başlayıp bırakmışımdır. Eğildiğim yere sürükleniveriyorum: Ağırlığım beni ondan yana düşürüyormuş gibi.
Kendi içine bakan herkes de bunları söyleyebilir, aşağı yukarı. Kürsüde konuşanlar bilir: Konuşurken duydukları heyecan onları inanmadıkları şeye inandırır. Soğukkanlı, sakin zamanımızda hiç de bağlı olmadığımız bir düşünceyi öfkeli anlarımızda nasıl benimser, ne candan, ne taşkınca savunuruz. Bir avukata davanızı anlatın yalnızca: Size ikircikli, kararsız laflar eder: Bakarsanız bu adam sizin hakkınızı da savunabilir, karşı tarafın da. Ama bol para verin, davanıza bir tutulsun, sizi kazandırmak o zaman nasıl aklı da, bilgisi de sizden yana olur, hem de ne coşkunlukla. Kafasında birdenbire doğrunun şimşeği akmış, yepyeni istesin: Bakın bir ışıkla aydınlanmış, davanıza gerçekten inanmış, bağlanmıştır. Öyleleri vardır ki, dostları arasında serbestçe düşünürken kıllarını kıpırdatmayan bir düşünce uğruna, mahkemede, yargıcın sertliğine içerleyerek, inada kapılarak, ya da şöhretlerini yitirmek korkusuyla ateş alev kesilirler.