MENDİL ALTINDA
Ağustos, Cuma günü. Sicil müdürü Cavit bey, yemekten sonra minderin üstüne uzanmış, uyumak istiyor. Ama, karasinekler rahat bırakmıyorlar. Köylülerin, duvar diplerine uzanıp, yüzlerine birer mendil örterek mışıl mışıl uyudukları gözünün önüne geldi. İmrendi. Uzandı, sandalye üzerinde duran ceketinin cebinden beyaz keten mendilini alıp yüzüne örttü, sıkıntılı olmasına aldırmayarak uyku gelecek diye bekledi. Bu arada da ilkin çocuklarının mektep taksitleri için gönderdiği paranın makbuzunu nereye koyduğunu düşündü. Sonra, karısının “Para yetiştiremiyorum” diye sızlanmasını hatırladı. “Ben burada aç duracak, değilim ya!” dedi. Maaşlara zam yapılacak diyorlardı… Müsteşarın, kendisini sevdiğini düşünüp, sevindi. Yanlışlıkla işten el çektirilen bir memuru Cavit Bey’in bir sözü ile müsteşar hemen eski işine göndermişti. Ya böyle olmayıp da müsteşar dayatsaydı. Bu zavallı adam sefil olurdu. Sonra onun han köşelerinde sürüneceğini, nasıl borçlanacağını, kılığının nasıl bozulacağını tıraşının nasıl uzayacağını birer birer gözünün önüne getirdi. Acıdı. “Ya, müsteşar kabul etmese idi” diye düşündü. O zaman sanki müsteşar dayatmış gibi kızdı. Kendi kendine sordu: “Ne yapardım?” Hemen ceketinin göğsünü ilikledi, arkadaşına “Ver şu evrakı” dedi, kâğıtları aldı, doğru müsteşarın yanına.
Müsteşar masanın başında kâğıt okuyordu, başını kaldırdı, her gün sorduğu gibi “Hayrola, müdür bey” diye sordu. “Efendim, dedi açıkta kalan filân efendi için olmaz buyurmuşsunuz… Bu da revâ mı, efendim. Bu zavallı nereye gidip derdini anlatsın? Bu bizim yanlışımız yüzünden işten el çektirilmiş. Kendisinin bir günahı var mı? Siz de çoluk çocuk sahibisiniz. İnsaf ediniz efendim. Müsteşar “Olmuş olmuştur, diyor. Bir defa her nasılsa el çektirilmiş. Memuriyet hayatında böyle şeyler olur. Kendine başka yerde iş arasın…” Sicil müdürü bu haksızlığa karşı köpürüyor. Müsteşara diyor ki: “Bu iş aksederse, elbette bizim için iyi olmaz.” O, bu sözleri söylerken, bütün kalem arkadaşları, bütün daire halkı da kapıdan dinleseler… Sicil müdürüne ateş basıyor. Bütün daire, bütün işitenler, onun yiğitliğine, kabadayılığına şaşıp kalıyorlar. Çarşıdan, pazardan geçerken, herkes arkasından gösteriyor… Müsteşar, Sicil müdürünün sözlerinden korkuyor, imzasını bozup sözünü geri alıyor, sicil müdürü, kâğıtlar elinde odadan çıkarken, kapıda dinleyenlerin aralıktan kendi odalarına kaçtıklarını görüyor, aşağı inip elindeki kâğıtları muavinin önüne atıyor. Muavin, müsteşarın silinmiş imzasını görünce ağzı açık kalıyor. Sicil müdürü, muavinin şaşırdığını düşününce, beyaz keten mendil altında tatlı tatlı güldü. Sonra, işine yeniden tâyin edilen memur haber alıyor, gelip sicil müdürünün ayaklarına kapanıyor, bu iş de her yerde duyuluyor. Karısının kulağına kadar da gidiyor. Kadından bir mektup: “Orada bu kadar işler yapıyorsun da, bize para göndermiyorsun!” Artık kızıyor. Bu kadar da olmaz… Hemen o da bir mektup döşeniyor. Aradan biraz geçince, bilmem nerenin ikinci müntehiplerinden bir mektup: “Mebus seçeceğiz, kabul buyurunuz.”
Mazbatası meclisten geçince, bir gün daireye geliyor, bütün arkadaşları tebrik ediyorlar, müsteşar, oda kapısından karşılıyor, pantolonunun arka cebinden altın tabakasını çıkarıp cıgara veriyor…
Meclise girince ilk iş, memur maaşlarının arttırılmasına dair bir teklif… Sicil müdürü terden, heyecandan boğulacaktı. Mendili yüzünden çekip fırladı. Yüzü kızarmış, gözleri dönmüş, saçları dikilmiş, köşeye oturdu. “Bu mendil altında nasıl uyunur” diye düşündü, sonra da tekmesiyle odanın döşemesini teperek:
– Meryem, bir kahve pişir, diye hizmetçisine bağırdı.