“Kendi alevinle yakmaya hazır olmalısın kendini:
Önce kül olmadan nasıl yeni olabilirsin ki?”
Zerdüşt Böyle Diyordu
Aklıma Terry Eagleton’ın Nietzsche’yi aklayan o ünlü incelemesi gelir… Nietzsche, bir idealist miydi, yoksa safkan bir materyalist mi?… Alman faşizmine esin kaynağı olduğu söylenen üst insan(Übermensch) anlatısıyla aslında neyi amaçlamaktaydı? Eagleton’na göre o materyalisti, yine bir hümanistti…
Irvın D. Yalom’un “Nietzsche Ağladığında” adlı romanı bitirdiğimde, bu yazının başlığı üzerine düşündüm. Günlük yaşantımda Nietzschevari nihilist dostlarım oldu. Çok değerli, bir o kadar da zor insanlardı. Konuştuğunuz hiçbir şey onların ilgisini çekmez, bazen başka bir gezegene ait olduklarını düşünürsünüz. Kimileri böyledir: Nietzsche, Bazarov, hatta Madam
Bovary… Dünyaya bir kuşak önce gelmiş insanlar… Aklıma Beşir Fuat, Oğuz Atay, Nilgün Marmara geliyor… Bizden neden tam nihilist çıkmaz, sorusu ve yanıtı çok sıra dışı bir incelmenin konusu olabilir…
Kırk yaşını geçmiş ve kırk yaş sendromunu tanımış her bireyin ilgisini çekebilecek bir kitap. Doktor Breuer, Profesör Nietzsche, Freud… Lou Salome, Bartha, Bayan Mathilde gibi ilginç kadın kahramanlar… Her insan kendi hayatından izler, kesitler bulabilir… Evlilik sendromu, aşk acısı, yalnızlık ve gurur, dostluk, özgürlük…
Roman bir kurgu ürünü de olsa romandaki kahramanların birçoğu isimlerden de anlaşılacağı üzere gerçek… Yazar, gerçek hayat hikayelerinden yola çıkarak kurgulamış romanı…Nietzsche’nin yaşamına dair anlatılanlar, yaşadığı acılar, tutkuları, insana ve hayata dair taşıdığı düşünceler oldukça sıra dışı… Bizim gibi sıradan fanilere ait mutluluklardan, sahip olma hırslarından, yakınmalardan Nietzsche nefret ediyor… Evet, bir kibirden, gururdan söz edilebilir. Ama bu kibir ve gurur onun daha ileri bir insanlık ve hayat için sıradan ve sığ bir insan tipini, yaşam biçimini reddetmesiyle ilgili… Arkasında oldukça yüksek bir zeka, birikim ve ilkeli olma kaygısı var. Kaldı ki Nietzsche,
gururunun bedelini dayanılmaz acılarla ödemeyi göze almıştır. Ona göre yüksek bir ruhsal mertebeye ulaşmanın yolu acı çekmekten geçer. Bizim toprağımızın “sufi”leri de benzer yöntemleri kullanarak insan-ı kamile ulaşmaya çalışıyorlardı. Acaba Nietzsche, İranlı Zerdüşt’le konuşurken F. Attar’dan, M. Arabi’den, Mevlana’dan, Derviş Yunus’tan haberdar mıydı? Ya da aşk acısının insanı olgunlaştıracağını söyleyen büyük Divan şairi Fuzuli’nin insanı kasıp kavuran beyitlerini okumuş muydu?
Geç modernleşme sürecine girmiş ve modernleşme sürecini çok hızlı yaşmış iki toplumdan ve bu süreci daha sorunlu ve kesintili yaşmış kendi toplumumuzdan yola çıkarak bu değişimi roman ve roman kahramanları üzerinden izleyebiliriz. Bazarov, Rus nihilizminin sembolüdür. Hızlı ve tepeden inme modernleşme sürecine Rus toplumunun ödediği bedelin sembolüdür. Nietzsche de Alman toplumu için benzer bir olguya karşılık düşer.
Bize gelince… Nihilizmin biz de zaten bir arka planı var… Tasavvuf fikri ile modern nihilizm arasında kimi benzerlikler kurulabilir. Sufiler, dünyayı değiştirmek yerine onu reddederler… Doğu despotizminin ağır baskısından kaçarak kendi içlerine yönelirler ve orada bir yücelik, üstinsan ararlar…
Batı tarzı bir nihilizm ise biz de fazla bir derinliğe ulaşmamıştır. Beşir Fuat’ın ve Nilgün Marmara’nın intiharı, Oğuz Atay’ın duruşu modern nihilizmin bizdeki yansımaları olarak görülebilir. Bu durum kanımca, bizim modernleşme hikayemizin yüzeysel ve kesintili oluşuyla ilgilidir.
Şunu da söylemeliyim ki günümüzün hızlı değişen, kentli Türkiye’si modern nihilizme daha uygun bir ortam sunmaktadır. Günümüz gençliğinin daha yüksek insani değerlere, ideallere açık olduğunu düşünenlerdenim.
Nietzche ile birlikte romanın omurgasını oluşturan iki karakterden biri olan Doktor Breuer’den söz etmemek romanı oldukça eksik yorumlamak anlamına gelir. Evlilik kurumunun kutsallığı, tutkular, sıkışmışlık, aşk ve özgürlük başlıklarında Doktor Breuer’in yaşamı ve çatışmaları üzerinden okuyucu ilginç olaylar ve değerlendirmelerle romana adete katılıyor, roman kahramanıyla kendi hayatı arasında özdeşlikler kurabiliyor. Çünkü Doktor Breuer’in dramı birçok yönüyle insan türünün evrensel yanına ışık tutuyor. Bir yanda emek, saygı, yaratılmış ortak değerler; diğer yanda özgürlük, tutkular, aşk… Gitmenin de kalmanın da ateşten gömlek olduğu anlar… Roman bu dramı özgün ve sanata özgü bir gerçeklikle yansıtabildiği oranda başarılı olabiliyor…
Son söz olarak da Nietzsche’yi ağlatan kadından, Lou Salome üzerinden, aşktan ve aşkın mucizesinden söz etmeliyim. Nietzsche, bütün zekasına, gururuna, yüksek ideallerine rağmen aşkın mucizesi karşında göz yaşlarına engel olamıyor. Lou Salome ile yaşadığı tutkulu aşk onun hayatındaki en derin izi oluşturuyor. Onu kaybetmekse hayatının en büyük yenilgisi…
Nietzsche olmak kolay değil, ona özenirken bin kere düşünmek lazım… Tanrı’yı öldürmek ve yerine insanı koymaya kalkışmak… Delilikle dahiliğin sınırlarında dayanılmaz ruhsal acılarla dolaşmak… Hem de yapayalnız olduğunu iliklerine kadar hissederek…
Turgay ÇİMEN