Deneme Örnekleri

Münekkit Hakkında-Nurullah Ataç

nurullah atac

Nurullah Ataç

Voltaire, “Kamus-ı Felsefi”sinde bazı münekkitlerin -misaller serdederek- haksızlıklarını gösterdikten sonra: “Ancak çok ilim ve zevke malik, efkâr-ı batıla ve hasetten azade olan bir sanatkâr mükemmel bir münekkit olabilir. Bunu bulmak da müşkildir” diyor.

Tenkidin gayesi mevzuubahis olan eserler hakkında kati hükümler vermek ise, münekkidi zevkimize rehber ittihaz ediyorsak bu tarif doğrudur. Fakat tenkitten beklediğimiz bu vazife olmadığı gibi münekkidin zevkine tamamıyla riayetle de serbestimizi gaib etmek istemeyiz. Bir eser hakkında evvelce verilmiş hükümleri muayene etmeği, kimsenin tavsiyesine muhtaç olmaksızın yeni veya güzellikleri evvelce dikkati celbetmemiş eski eserleri keşfetmeği arzu etmeyen kari -sanat muhitinde şahsiyet sahibi olmadığı için- ancak ticari bir ehemmiyeti haizdir; yani o sanatkâr değil, belki naşirin alakasını celbeder.

Sanatkârın aradığı kari esasen ilim ve zevke malik bulunan kimsedir; şöyle ki Voltaire’in tarifi, münekkitten ziyade, karii tavsif eder; fakat böyle tarif edilmeğe layık olan insan Voltaire’in de işaret ettiği veçhile bir sanatkârdır.

İtiraf edelim ki sanat yalnız sanatkârlara hitap eder ve yalnız onlarca anlaşılır. Diğer karilere gelince, onlar da anladıklarını zannederler ve bu tatlı hülyaya kapılarak eserin tabındaki maddi ihtiyaçları temin ederler: Bu hizmetleri her halde şayanı şükran ve hürmettir.

Şüphesiz bu iddia birçok itirazı celbeder: Gerek Türk, gerek ecnebi muharrirlerden ekserisinin daha ziyade rağbet-i umumiyeye mazhar olmağa heves ettikleri söylenebileceği gibi “sanatkâr beğenilmek için değil, kendini tatmin için çalışır” diyenler bulunur. Birinci kısım muterizlerimizle bu hususta münakaşa etmektense mesail-i hevaiye hakkında sohbet etmeği daha hayırlı bulduğumuzu itiraf ettikten sonra, ikinci kısmın pek necib, fakat hayalperest olan kanaatine şu cevabı veririz: “Evet, sanatkâr hiçbir hasis endişeye kapılmadan ancak kendi vaz ettiği veya doğruluklarına kendisi de kani olduğu kanunlara tebaiyetle eserlerini halk eder; fakat onu derhal mahvetmezse, birkaç kişiye, hatta yalnız “sevgili”ye gösterirse onlardan iltifat celbediyor, demektir. Esasen bunda hiçbir küçüklük yoktur: Bir insanın, şahsiyetini ve serbestîsini muhafaza etmek şartıyla beğenilmek arzu etmesi pek meşrudur; hatta asildir: Çünkü güzel eserlerin, vücuda gelmesine değilse bile, hıfzedilmesine bu hırs sebep olmuştur.”

Edebiyat muhitine hâkim bir münekkit tahayyül etmek korkunç bir şeydir; bir adamın verdiği hükümleri kabul veya vaz ettiği kanunlara riayet etmek sanatkârı da, hakiki karii de (ikisi arasında fark olmadığını söyledik) memnun edemez, zaten münekkidin vazifesi de bu değildir. Bazıları, münekkidin yeni eserleri takip ederek iyilerini tanıttırmasını, yani muharrirler ile halk arasında bir hatt-ı vasl olmasını arzu ederler. Bu hizmeti de münekkit kabul edemez; onun emeli reklamcılık değildir. Bu vazifeyi gazetelerin ilan sahifesi pekâlâ ifa eder, hoşuna gidenleri kari kendi intihab etsin. Münekkidin gayesi sevdiği muharrirlerin servetini temin etmek, diğerlerinin kârına mani olmak değildir.

Münekkidin muhtelif edebi cereyanlar arasında bitaraf kalması lazım geldiğini iddia edenler vardır; bu müstebit ve hayalperest bir temennidir. Münekkit bitaraşığı da serbestîsine muhalif olduğu için kabul edemez.

Ancak anlamadığımız meseleler hakkında bitaraf olabiliriz; bizi alakadar edenlerde ise bir tarafı tercih etmeğe bizi tabiatımız icbar eder. Demek mevcut cereyanlar arasında münekkidin bitaraf kalmasını arzu etmek, onun edebiyat ile alakadar olmamasını temenni demektir. Bazan münekkit kendisi bir bedi (estetik) vaz eder ve bütün kitapları bu bedie tesbitle tedkik eder; yine tarafgirdir, çok defalar haksızlık eder; bu hususta da kendisine sitem edemeyiz.

Münekkit, edebi samimiyetini muhafaza ederek bile, düşmanlarını zem ve arkadaşlarını metheder, bu da insani bir zaaftır. Sevmediğimiz bir adamın en necib hareketinde bile -gayr-ı şuuri olarak- bir kusur arar, bulur ve onu izam ederiz. Sevdiğimiz bir adamın ef’ali ise bize daima sevimli gelir. Münekkit de insan olduğu için, bu illete duçardır. Bu hususta da kendisine sitem etmek hakkımız değildir.

Münekkit hakikati keşf ve talim ile muvazzaf değildir. Esasen sanatta hakikat yoktur, kabiliyet, deha vardır. Bu fezaile malik olanlar da örneğe muhtaç değildirler; hatta örnek onları şaşırtır. Mesela Voltaire ayarında bir tilmiz her üstada nasib olmaz; Voltaire trajedilerinde Fransa’nın en mükemmel haile nüvisi Racine’in asarını örnek ittihaz etmiştir; fakat bu tarzda yazdığı eserler “İsveç kıralı olan On İkinci Şarl” müverrihinin şerefini hiçbir suretle tezyid etmez.

Münekkit iyiliği, fenalığı öğretmez; o bir ahlak hocası değildir.

Münekkit, ilân-ı aşk edecek delikanlılara hangi şairlerden istifade edebileceklerini göstermez.

Münekkit lüzumsuzdur.

Münekkit bir sanatkârdır; bir şairi, bir romancıyı ne için okursak onu da öyle okuruz. Münekkit kendi hislerini, kendi fikirlerini, kendi ihtiraslarını söyler ve yazıları arasından, zem veya methettiği muharriri değil, kendisini görürüz.

Büyük münekkit tabi olduğu cereyan-ı edebinin gurubundan sonra bakidir: Büyük şairler gibi Fransa’da bugün (1830) mekteb-i edebisinin nazariyelerine ancak birkaç zayıf şair tabidir; mamafih o cereyanın büyük şairleri gibi Sainte – Beuve de hâlâ okunur.

Saint – Beuve’ün beğendiği muharrirlerin bazıları tamamıyla unutulmuş olduğu gibi, bugün sevdiğimiz birçok muharrirler için de haksızlık etmiştir. Ne Beaudelaire’e, ne Balzac’a, ne de Stendhal’e layık olduktan ehemmiyeti atfetmiştir. Şiirde muvaffak olamadığı için şair arkadaşlarını kıskanmış; hatta onlar hakkındaki haksızlıkları bazen pek adidir, buna rağmen Sainte Beuve’ü severek okuruz, çünkü büyük bir sanatkârdır.

Voltaire de Rousseau’ya “şarlatan, sefil” demiş. Bu garip hüküm Rousseau’nun kıymetini tenzil etmediği gibi Voltaire’in de zekâ prenslerinden addedilmesine mani olmamıştır.

Sanat, tabiatın bir mizaç arasından görünüşüdür, derler. Tenkit de eserlerin ve muharrirlerin bir mizaç arasından görünüşüdür. Münekkit de, şair gibi, ne kadar ihtiraslı olursa o kadar alakamızı celbeder. Kuvvetli bir şahsiyete malik olması şartıyla içtimaî, siyasi, ahlâki, velhasıl her türlü “efkâr-ı batıla”sı, kinleri, hasetleri münekkidi daha cazip kılar. Edebi haksızlık, ancak zaişerde bir kusurdur.

Yazdır

Yazar hakkında

admin

Yorum yap