KİBİR
Bir varmış bir yokmuş. Bir zamanlar büyük Çin’de dünyalar güzeli bir kız yaşarmış!
Kız öyle güzelmiş ki, bir gören bir daha unutmazmış. Çok uzak diyarlardan zengin mi zengin, yakışıklı mı yakışıklı genç prensler, asil delikanlılar onu görmeye gelirmiş. Fakat her güzelin bir kusuru olur ya, bu güzeller güzeli kızın kusuru da kimseyi beğenmemesiymiş. Kendisiyle evlenmek isteyen nice prensi reddetmiş. Aynı kasabada oturan bir genç de, bu kendi güzel, burnu büyük kıza aşık olmasın mı! Niyeti ciddi. Anacığını gönderip istetmiş. Ama kız yine aynı cevabı vermiş:
-Benim kadar güzel biri, senin cılız, çilli oğlunu ne yapsın teyze!
Aradan yıllar geçmiş, kalbi kırılan delikanlı kasabadan ayrılmış. Kendine yeni bir hayat kurmuş, evlenmiş, çoluk çocuğa karışmış.
Bir gün yolu vaktiyle güzel kızla birlikte yaşadığı kasabaya düşmüş. Kızı merak etmiş. Rastladığı birisine o kızın evini sormuş, evin yakınına gittiğinde evden kel mi kel, çirkin mi çirkin aynı zamanda şişman bir adamın çıktığını görmüş.
Merakı iyice artan eski aşık, kalbi çarparak kızın kapısını çalmış. Kadına: Ben senin evlenmek istemediğin falan adamım? diye kendini tanıtmış. ? Sen beni beğenmedin, nice prensleri reddettin. Niye böyle biriyle evlendin? diye sormuş.
Kadın boynunu bükmüş:
-Sırrımı sana açıklarım ama bir şartla.
– Söyle nedir şartın?
-Bahçedeki en güzel gülü koparıp bana getir. Ama sakın arkada bıraktığın gülü alma.
Adam hemen yüzlerce gülün misler gibi koktuğu bahçeye dalmış. Önce çok güzel sarı bir gül görmüş. Tam elini ona uzatırken gözüne ilerdeki kocaman pembe gül ilişmiş. Onu koparmak isterken sağda daha muhteşem güzellikteki kırmızı bir gül görmesin mi? Gülden güle koşarken bir de bakmış ki bahçenin sonuna gelmiş. Arkasına dönmesi yasak ya mecburen son gülü koparmış.
Kıza bahçenin en güzel gülünü götürmek isterken, şimdi elinde yaprakları solmuş, cılız bir gül varmış.
Kız: Bak, gördün mü? demiş.
-Her zaman daha iyisini bulmak isterken ömür geçer ve sen en kötüsüne razı olmak zorunda kalırsın. Benimki de o hesab işte demiş.