Türkiye’nin en mühim kültür davası, hiç şüphesiz, dil davasıdır. O, bütün davaların başında gelir. Onu halletmedikçe, kültürle alakalı diğer meseleleri halletmeye imkân yoktur. Çünkü düşünce ve duyguları nesilden nesile, insandan insana nakletme vasıtası olan dil, her türlü kültür faaliyetinin temelini teşkil eder, İnsanoğlu, dil vasıtasıyla, dile dayanarak düşünür; dil vasıtasile bilgi edinir; millî ve içtimai tesanüt dil ile olur.
Bir milletin dilini bozdunuz mu, onun bütün kültür faaliyetini aksatmış, mazi ile olan alakalarını kesmiş, halihazırda cereyan eden fikir hareketlerini tam bir karışıklık içine düşürmüş olursunuz. Dili alt üst edilmiş bir millet, kendisini yaşatan an’anevî kıymetlerden mahrum kaldığı gibi, istikbâlini yaratacak olan içtimai bir fikir nizamı da kuramaz. Böyle bir cemiyette vâzıh, derin ve ince bir ilim ve tefekkür hayatı doğamaz.
Türkiye iyi niyet sahibi cahillerle, kötü niyetli, kurnaz, şarlatanların sürekli faaliyeti neticesi tam bir dil anarşisi içine düşmüştür. İlkokullardan üniversiteye kadar tesirini gösteren bu dil anarşisi, bugün Türk maarifini tehdit eden en mühim hastalıklardan biridir. Bunu apaçık olarak ortaya koymak mümkündür. İlkokuldan liseye, liseden üniversiteye gelen genç, hocalarının söylediğini, kitapların ve gazetelerin yazdığını büyük nispette anlayamıyor. Sebep, kullanılan ve yazılan dili bilmemesidir. İlkokulda, ortaokulda, lisede, ona, yaşayan dilden kelimeler öğretilmiyor.
Türkçeye girmiş, yüzlerce yıldan beri edebî ve İlmî eserlerde kullanılan binlerce yabancı kelimeye karşı açılmış olan savaş, ya açık veya gizli olarak devam ediyor. Birçok hocalar talebelerin bunları öğrenmesinden ise öğrenmemesini adeta teşvik ediyorlar. Onlar için değerli olan yalnız “öz Türkçe” kelimelerdir. Arapça, Farsça kelimeler bir gün nasıl olsa Türkçeden atılacaktır. Onları öğreterek devam ettirmek kendilerine göre “dil inkılâbı”na karşı bir ihanettir. Fakat böyle düşünenler Türk çocuklarını binlerce mefhumdan mahrum ediyorlar. Bunun neticesi olarak gençler, bugün yazılan kitap ve makaleleri anlamıyorlar. Ya okumaktan vazgeçiyorlar yahut da “öz Türkçe”cilerin ağma düşüyorlar.
“ÖzTürkçe”ciler, kendi “tilcik”leriyle onlara ne veriyorlar? Bunu dikkatle tetkik etmek lazımdır. İyi niyet sahibi, saf ve gafil “öz Türkçe”ciler vardır ki, onların hangi davaya hizmet ettiklerini görmek hiç de zor değildir. Hangi maksat ve gaye ile olursa olsun, okullarda tesirini hâlâ gösteren “yabancı kelime düşmanlığı” şu neticeyi doğurmuştur: Liseyi bitiren gençlerden çoğu, kültür dilinde geçen basit kelimelerin mânasını bilmiyor. İşte üzerinde durulacak en mühim kültür davalarımızdan biri. Nüvit Özdoğru’nun çok enteresan ve faydalı Türkçemiz adlı kitabında gençlerin dil bilgisini, kültür derecelerini ölçen testler vardır.
Bunlardan en basit olan birincisini (s. 22), üniversitenin birinci sınıfında okuyan 32 kişilik bir gruba tatbik ettim, aldığım neüce şudur: Lise mezunu olan bu 32 gençten 25’i “Rint”, 20’si “Rehavet”, 17’si “Menfez” 15’i “Hasseten”, 14’ü “Batıl”, 12’si “Tesanüt”, 9’u “Sismograf’, 8’i “Belagat”, 7’si “Cidar”, 6’sı “Gaflet”, “Tavzih” ve “İşret”, 4’ü “Becayiş” kelimelerinin mânalarım bilmiyorlar. Bunlardan her biri bu kelimelere tam tersine veya asıl mânalarından çok uzak mânalar veriyor.
Üniversitede muhtelif fakülte ve bölümlerde okutulan kitaplarda kullanılan binlerce tabirden listeler yapılarak bu gençlerin liseden girdikleri kelime dağarcığı kolaylıkla tahkik olunabilir. Elimde katî bir istatistik bulunmamakla beraber ben öyle sanıyorum ki, bugünkü Türk liselerinden mezun talebenin yüzde 60-70’i üniversitede okunulan kitapların dilini bilmez. Üniversitelerde randıman ve seviye düşüklüğünün sebebini bu vak’a kolayca izah eder.
Genç nesillerin konuşulan ve yazılan dili öğrenmeden ilim ve kültür sahasında başarı kazanmaları ve ilerlemeleri mümkün olmadığına göre buna derhal bir çare bulmak lazımdır. Bu çare, bazılarının zannettiği gibi Türkçedeki bütün yabancı kelimeleri hemen ortadan kaldırarak yerine “öz Türkçelerini koymak olamaz. Bu yol denenmiş ve muvaffak olmamıştır. Sistematik yani silme öz Türkçecilik sadece kâğıt üzerinde kalan parlak bir hayalden ibarettir.
Konuşulan ve yazılan dile yedire yedire Türkçe yeni kelimeler icadına ve karşılığı bulunan Türkçe kelimeyi yabancıya tercih etmek kaidesine kimsenin bir diyeceği yoktur. Fakat bugün bizim için bahis mevzuu olan, genç nesillerin hem maziye ait kıymetleri tanımaları, hem de mevcut kültürü benimseyebilmeleridir. Bunun bir çaresini bulmazsak, millî kültüre yabancı, bugünkü kültür seviyesine ulaşmaktan âciz nesiller yetiştirmiş oluruz ki, bu, Türk milleti için büyük bir tehlikedir.
Öyle ise ne yapmak lazım:
- Bugün Türkçede kullanılan bütün kelimeleri -ister Türkçe, ister yabancı olsun- içine alan büyük bir lügat yapmak.
- İlkokuldan üniversiteye kadar bunlardan bilinmesi lazım gelenleri tespit etmek.
- Her sınıf seviyesinde bilinmesi gereken kelimeleri öğretmeye çalışmak.
- Bunları öğrenmemiş olanları daha yüksek sınıflara bırakmamak.
Türk okullarında dilbilgisi yıllardan beri ihmal edilmiştir. Dil öğretimine dair yazılmış kitaplar son derece can sıkıcı ve eskidir. Bunları yazanların Garplı metotlardan hiçbir haberi yoktur. Her sınıfın seviyesinde dili, can sıkmadan, cazip bir şekilde öğretmek mümkündür. Nüvit Özdoğru’nun Türkçemiz adlı kitabı bunu çok iyi öğretiyor. Ondan daha güzellerini yazmak, mesela her sınıf seviyesinde öğrenciye muhteva bakımından da tesir edecek metinlerden faydalanmak mümkündür. Yalnız Türkçe ve edebiyat derslerinde değil, her derste hocalar kelime bilgisine ehemmiyet vermelidirler. Çünkü her ders için kelime, düşünce ve mefhuma götüren bir vasıtadır. Her derse ait kelimeler bilinmeden o dersin anlaşılması imkânsızdır.
İlkokuldan liselere kadar kuvvetli bir dil faaliyeti başlamadan Önce, şimdilik üniversitelerin kendi başlarının çaresine bakmaları lazımdır. Atatürk Üniversitesi, bu bakımdan, diğer üniversitelere öncü olacak bir tedrisat yapıyor.
Hangi fakülte ve bölüme girerse girsin, talebeye, ilk sömestr, haftada 3 kredi saat Türkçe kompozisyon dersini mecburi kılıyor. Daha ilk deneme olmakla beraber şimdiden bunun büyük faydalar sağladığı görülmüştür. Küçük gruplara ayrılmış talebe, her hafta bir kompozisyon yazıyor, sınıfta konuşuyor, münakaşa ediyor, konferans Veriyor. Bu suretle hem dili kullanmasını, hem de düşüncelerini iyi bir şekilde anlatmasını öğreniyor. Türkçe kompozisyon derslerinin teknik üniversiteler de dahil, bütün üniversitelere mecburi ders olarak konulması, çok yerinde bir hareket olacaktır. İlkokullardan üniversiteye kadar “kültür dili”ni genç nesillere öğretme ve içlerine sindirme faaliyeti, otuz, otuz beş seneden beri takip edilen yanlış dil siyasetinden doğan büyük eksiklikleri ve tehlikeyi önleyebilir. Bu işlerin tanzimi her şeyden önce Maarif Vekâletine, Talim ve Terbiye Heyetine aittir. İlkin meselenin ehemmiyetini bütün açıklığı ile ortaya koymak için salahiyet sahibi tarafsız bir heyet ilkokul, lise ve üniversite gençlerinin, dil bilgisi hakkında test usulü ile geniş bir araştırma yapmalı ve neticeyi umumî efkâra arzetmelidir.
Fecaat herkes tarafında iyice anlaşıldıktan sonra, yine selâhiyet sahibi heyet duruma göre tedbirler almalı, tekliflerde bulunmalıdır. Türkiye’de dil davasını bu çıkmaza sokmakta mühim rol oynamış olan Türk Dil Kurumu’na yeni bir ruh ve şekil vermek zamanı çoktan gelmiştir. Azalan arasında kıymetli şahsiyetler bulunan ve Çok mahdut ilmî neşriyatı gerçekten faydalı olan bu müessesede, Türk kültürünü ve dilini bilmeyen kimseler vardır. Onlar artık bu işi daha selâhiyetli olanlara bırakmalı, Türk Dil Kurumu, Tarih Kurumu gibi tamamıyla ilmî bir müessese haline getirilmelidir. “Öz Türkçe” davasını şairlere, edebiyatçılara, yani hakiki yaratıcılara bırakmalıdır.
Fransız Akademisi gibi Türk Dil Kurumu da, ancak kültür diline mâl olmuş kelimelere değer vermeli, dil anarşisini teşvik eden değil, dilin nizamını muhafaza eden bir otorite haline gelmelidir. Şâirler, muharrirler istedikleri kadar yeni kelime icat etsinler, onları yaratıcılıkta tamamıyla serbest bırakmak doğrudur. Dil Kurumu büyük projektörleri ile bütün kültür sahasını tarayarak bunlardan millete mâl olmuş, geniş bir kitle tarafından benimsenmiş olanları lügatine almalıdır. Bizim bir müessese tarafından muhafaza edilen bir altın dil ölçüsüne ihtiyacımız vardır.
Prof. Dr. Mehmet Kaplan, Nesillerin Ruhu, 134-138 s.
Güzel Türkçe ‘mize sahip çıkalım ve koruyalım.