Bazı adamlar vardır ki her an yüzlerinden düşen yüz parça olur. Yanına yaklaşmak isteyenler daha beş adım öteden burnuna çarparak geri dönerler. Ve kendisini sokakta görenler yollarını değiştirirler. Böyle bir adamın sınıfa girdiğini düşünün, dersin ve usulün allâmesi bile olsa ekşimiş ve çatık suratı, herkesin yüzünü, kendisinden döndürmeye kâfidir. Fakat bir saat, sınıf içinde, iki desimetreyi geçmeyen yer yer dar bir sıra üzerinde oturmaya mecbur olan zavallı talebe nereye kaçsın? Açık olan pencereler ancak onun hür ruhuna bir geçit olabilir ve hocanın karşısında bir sürü manken ve kukla kalır. O da, onlara istediği gibi azap eder durur. Derste ne itiraz edilir, ne sual sorulur, ne de çıt çıkar.
Bu hoca aklınca sınıfta disiplin temin etmekte ve bunu öğünerek bütün arkadaşlarıma göstermektedir. Fakat talebe bilir ki öğretmenliğin diğer kusurlarında olduğu gibi, bunda da, birinci sebep yine derste zayıf olmasıdır.
Gerçi o suratın manası “Gürültü etmeyin, dersi dinleyin, canınızı yakarım.” demektir. Fakat talebe, ondan daha açık bir mana çıkarır: “Sakın bana bir şey sormayın, itiraz etmeyin, kafanızı koparırım.” Ve bu zımni mukaveleyi derhal imza eder. Çünkü kafayı koparmak kaydı öğretmenin elinde her zaman mevcut olan bir şeydir.
Bu öğretmen, yalnız öğretmemekle kalmıyor. Öğrencinin ruhunu da öldürüyor. O, talebeyi ateş üzerine saldırtacak veya düşman karşısına çıkartacak değildir ki böyle ram edici bir disipline lüzum, Öğretmenin yapacağı, ancak menfi hareketlere mani olacak ve böyle bir hareket karşısında kendini gösterecek bir disiplindir. Öğretmen sınıfa güneş gibi girmeli ve istisnasız bütün sınıfın gözlerinde kendi aksinin sevinçle parladığını seyretmeli. Sonsuz bir şefkat ve ciddiyet sertliğiyle gülümseyin. Bu öğretmenin dudağına ne kadar yakışan bir şeydir. Mademki öğretecek, kendisine bir şey, hatta her şey sorulabilmelidir. Okul sıralarındaki çocuğun sorulacak neleri vardır? O sualler ki, hepsi makul olduğu halde, dudakları titreyecek ve biraz yüzü kızaracaktır. Karşısında müşfik bir yüz görmezse nasıl açılır? Çocuğa, suali üzerine öğretilen bir bilgi ona dümdüz verilen on bilgiden daha kıymetlidir. Onun için öğretmen dünyanın en yanaşılabilir ve en kanı sıcak adamı olmalıdır. Ve talebeye daima sual sormak cesaretini vermelidir. Makul ve samimi olmak şartıyla öğrenci, ne kadar çok sual sorarsa o kadar kafası işliyor, iyi yetişiyor demektir. Yalnız burada öğretmene düşen ehemmiyetli bir iş, sual sormakta öğrencinin samimi olup olmadığını anlamak ve onlarda fena bir niyetle sorulan suallerin çok fena bir mukabele göreceği kanaatini hasıl etmektir. Öğretmenin ders harici, açık suallere cevap vermesine taraftar değilim. Talebe hangi sualin öğretmene sorulabileceğini, hocasının telkininden, pekâlâ anlayabilir.
Harekette olduğu gibi sözde sertlik göstermek de doğru değildir. Bazı öğretmenler, talebenin herhangi bir kabahatini görünce bağırır, çağırır, hiddetlenir, hakaret ederler. Bu, öğretmen için büyük zaaftır ve öğrenci üzerinde hiçbir iyi tesir yapmaz. Disiplini kurmaktan ziyade yıkar. Çünkü öğretmenin kızdığını gören ve esasen söylediği bazı sözlere içerlemiş olan talebe onu daha çok ve her zaman kızdırmağa çalışır. Bundan başka bu nevi muamelelerin talebe ruhu üzerinde terbiyevi tesiri çok büyük ve çok fecidir. Hakarete tahammüle, kendine itimatsızlığa, aşağılık duygusuna alıştırır.
Öğretmen, öğrencinin herhangi bir hareketine karşı hiç kızmaz görünmelidir. Bazen kızsa bile bu rolü yapmalıdır. Talebe öyle inanmalıdır ki hareketinin kızılacak, sevilecek veya gülünecek her türlü neticesi kendisine aittir. Öğretmen bunun ancak bir tecellicisidir. Hatta öğretmeni kızdırmak kastıyla, ona hakaret niyetiyle yapılan şeylere dahi öğretmen kızmamalı ve öğrenciye bağırıp çağırmamalıdır. Böyle hareketlerin kendisine hiçbir tesir yapmadığını geniş bir itimatla göstermelidir. Öğretmen, talebenin kötü hareket yaptığını kendisi de kabul ediyormuş gibi anladığını göstererek adeta onun teessürüne iştirak etmek ve hatta (fena bir hareket yapan işte böyle mahcup olur!) gibilerden hafifçe ve müsterihan kayıtsız bir şekilde eğlenmek yolunu tutarsa daha iyi olur. Bu rolü iyi yapabilen öğretmen bir daha böyle bir hareketle karşılaşmaz.
Bu nevi muamelelerle iktifa edilemeyecek kadar aşırı hareketler şüphesiz cezalandırılır. Fakat öğretmen bu cezayı da sükûnet ve kayıtsızlıkla telakki etmeli, cezanın kendisine ne bir memnuniyet, ne de teessür vermediğini, mektep disiplinini bozan hareketlerin bu şekilde karşılık görmesinin tabii olduğunu haliyle göstermelidir.
Derse ait suallere karşı da azami müsamahayı göstermek bu sualleri çok soranlara, ısrar edenlere karşı da kızmamak iyi öğretmenin en mühim evsafındandır. Dersi bilmeyenlere, birkaç defa anlatıldığı halde anlamayanlara da katiyen kızmamalı ve sert muamele yapmamalıdır. Dersi dinlemeyip başka şeyle meşgul olanlar ve derse çalışmamakta ısrar edenler hakkında dahi onları kendi kötü hareketlerine inandırarak mahcup etmek daha müessirdir. Ve nihayet öğrenciyi tembel, arsız, terbiyesiz kabul ederek bu sıfatları onun kafasına her gün çarpa çarpa sersemleştirmektense, onu çalışkan ve seciyeli kabul ederek kendisine bu hissimizi anlatmak, ondan her zaman iyi sıfatları beklediğimizi göstermek, çok daha psikolojik, çok daha terbiyevi ve çok daha faydalıdır. Dersi dinletmek veya sınıfın disiplinini temin için sert olmaya ve sert muameleler yapmaya hiç lüzum yoktur.
Öğretmen, dersinde göstereceği kudret, ciddiyet ve seciyesindeki sağlamlıkla talebe üzerinde en mükemmel nüfuz ve hâkimiyeti tesis ve en sonsuz hürmeti hasıl edebilir. Güler bir yüz ve tatlı bir dil buna hiç bir zaman mani değildir.