Makale

Öğretmen Öğrenci ile Münakaşa Etmeli mi?

Talebeye ağız açtırmayan ve sual sordurmayan öğretmenlere mukabil, soru ve münakaşa hususunda geniş bir müsaade ve müsamaha sahası açan hocalar da vardır. Fakat, acaba hocanın derste talebe ile münakaşa etmesi ne dereceye kadar lüzumlu ve ne dereceye kadar doğrudur? Derste, öğrencinin müşküllerini halletmeden geçen ve sual sordurmayan hoca elbette iyi öğretmez. Fakat talebenin her sualine de cevap verip her itirazı dinlemeli mi? İşte ayrılacak nokta burasıdır. Bazı hocalar, talebenin her sualine cevap vermek, daima talebeyi ikna etmek isterler. Talebe bir suale cevap alınca ikinci bir sual sorar, hoca ona da cevap vermeye başlar. Üçüncü bir sual sorar, ona da cevap vermek ister. Bu esnada diğer bir talebenin aklına başka bir sual gelir, müsaade alarak sorar, hoca bu sefer ona cevap vermeye başlar. Çok kere dersin mevzuu büsbütün kaybolur, başsız sonsuz garip bir münakaşa silsilesi içinde hoca uğraşır durur. Kan ter içinde hizmetten çıktıktan sonra kendisine sorunuz :

Bu derste ne yaptınız?

Bunu ne kendisi bilir, ne de talebe.

İşte bu münakaşa tarzı hoca için büyük bir zaafın neticesidir ve boşu boşuna zamanı öldürmekten başka hiçbir faydası yoktur. Hocanın bu tabiatını gören talebe kasten sual sorarak münakaşa kapısı açar ve münakaşayı dağıtır. Bazan hocayı söyletip dersi kaynatmak için bile bile inat eder. Hoca gitgide saatlerin azaldığını ve dersin bir türlü ilerlemediğini görür. Bütün bunlara meydan vermemek için bir kere hocaya talebenin ders harici, yani o günkü bahis harici, sual sormasına katiyen müsaade etmemelidir. O günkü bahse ait bir nokta üzerinde de herhangi bir öğrenci ile uzun uzadıya münakaşa etmek yine doğru değildir. Çünkü bir arkadaşla hocanın münakaşaya daldığını gören diğer talebeler artık dinlemezler ve sınıfın sükûneti bozulur. Ders yine geri kalır.

Ancak hoca dersi anlatırken bir yer, talebenin zihnine takılır ki orayı anlamadan geçerse ilerisini kavrayamayacaktır. Öğrenci, orayı derhal sormalıdır. Hoca da bu suali bütün sınıfa teşmil ederek o noktayı yeniden ve daha cazip bir şekilde anlatmalıdır.

Bu nevi suallere karşı hoca geniş bir müsamaha göstermelidir. Çünkü dersten beklenen neticenin hasıl olması için bu lazımdır. Daha sonra bu nevi sualler herhangi bir talebe tarafından sorulmakla beraber o talebe bütün sınıfı temsil eder. Bir kişinin anlamadığı bir yerde herhalde ötekilerini de az çok düşündürecek noktalar vardır. Yani hoca, o noktayı kâfi derecede öğrenciye açmamış demektir. Herhangi bir talebenin sorması üzerine bu noksanı derhal telafi eder. Ve umumun alakasını toplayarak dersi adeta çocuklarla beraber karşılıklı yürütürler. Öğrenci, anlamadığı bir yeri derhal sorup öğrenmekle derse karşı alakasını kuvvetlendirmiş olur. Bazı arkadaşlarının sorup alakadar olmaları ve anlayıp derse devam etmeleri diğer arkadaşlar üzerinde de büyük bir ruhî tesir yapar ve alakalarını ders üzerine çeker. Bu suretle ders de uyutucu ve sıkıcı olmaktan kurtulur.

Ders bittikten sonra talebenin kafasında hasıl olan suallere de öğretmen ayrıca cevap vermeli, bilhassa bunların sorulmasını beklemelidir. Çünkü dersin, istediği neticeyi verip vermediğini bu suallerden anlayabilir.

Talebe ile ders üzerinde münakaşa için bazı dersler tahsis etmek, bu derslerde bilhassa talebeyi karşılıklı münakaşa ettirmek hiç fena olmaz. Yalnız talebeye her şeyden evvel münakaşanın nasıl yapılacağını öğretmeli ve her iki tarafın bir tek fikir üzerinde uğraştığını, neticede bulunacak fikrin her ikisine de ait olduğunu unutturmamalı, birinin ötekini susturması, birinin kazanması, ötekinin kaybetmesi fikrini tamamen söndürmeli. Öğretmen, öğrenci ile münakaşa ederken de daima kendi fikrini kabul ettirmeye çalışmamalı. Kendi fikrini müdafaa ederken talebeye onu tasdik ettirmeye çalışmaktansa, talebenin fikrini ele almalı, onun inandırıcı olmayan çürük yerlerine itiraz ederek öğrenciyi daha kuvvetli fikirler aramaya sevk etmeli. Talebe kendi fikrinin, haklı itirazlarla düştüğünü görünce hocanın fikrine dönmeyi düşünecektir. O zaman hoca kendi fikrini talebeye mal ederek ona müdafaa ettirmeli ve çürük yerlerini yine kendisi baltalayarak kendisini ikna etmesini istemeli, neticeyi talebeye buldurmalıdır. Bu usul öğrencinin kafasını işletip onu açtığı gibi, diğerinden çok daha psikolojiktir. Çünkü daima kendi fikrini kabul ettirmek için çene çalan bir adam isterse haklı olsun karşısındakinde gayriihtiyarî itiraz his ve arzusunu uyandırır ki ilmî bir münakaşaya his ve heyecanın girmemesi lâzımdır.

Münakaşada öğrenciye daima hatırlatılacak ikinci bir şey de başlanan yeri unutmamaktır. Değil talebe arasında, okumuş ve tekâmül etmiş iki insan arasında dahi başlı ve sonlu muntazam bir münakaşa seyretmek zordur. Çünkü bahis daima dal budak salıverir. Bir de bakarsınız ki gövde üzerinde işe başlayanlar budaklarla uğraşıp duruyor.

Şair İsmail Safa ile riyaziyeci Salih Zeki, Darüşşafaka sıralarında okurken Safa, anlamadığı bir yeri Salih Zeki’ye sormuş. O da anlatmaya başlamış. Safa itiraz etmiş, Salih Zeki izaha girişmiş. Derken münakaşa bir hayli uzamış. O kadar fazla sıkıntıya gelemeyen Safa’nın nihayet canı sıkılmış ve hayretle sormuş:

Yahu, ben sana ne sordumdu?

Salih Zeki düşünmüş, taşınmış cevap vermiş :

Sen bana ne sordundu yahu?

Münakaşada başladıkları yerden uzaklaşanlar bir daha oraya güç dönerler ve hiçbir netice çıkarmaksızın konuşup yorulmuş olurlar. Yetişmemiş talebede bahsi sorudan uzaklaştırmak temayülü pek çoktur ve bunu münakaşa ettiğini zannederek yapar. Bunun sebebi de münakaşa edeceği hususta belli bir fikre malik olmamasıdır.

Öğretmen, öğrenci ile münakaşa ederken onu daima münakaşa edilmek üzere ortaya koyduğu fikre ait itirazlar veya müdafaalar yapmaya davet etmeli, bu fikirden bir parçacık uzaklaşan itirazlarını ve müdafaalarını kabul etmemeli, başfikir üzerinde adım adım ilerlemeyi öğretmelidir. Ancak bu şekilde münakaşa sonunda bir fikir çıkar ve anlaşmak mümkün olur.

Yazar: Vasfi Mahir Kocatürk

Yazdır

Yazar hakkında

admin

Yorum yap