Edebiyatımızda romantizmden realizme geçişi sağlayan eserlerden olan Sergüzeşt,II.Abdülhamit devrinde yazılmış ve yayınlandıktan sonra yazarın göz hapsinde tutulması yüzünden Paris’e kaçmasına sebep olmuştur.
Daha dokuz yaşında iken esirlik hayatının ne olduğu gerçeğiyle yüzleşen kızın hikayesi bu.Esir verildiği evde Taravet adındaki yardımcı kadının işkence dolu sözleriyle büyüdü.Hanımı deseniz o da onun küçücük olmasını gözetmeksizin emirler yağdırıp durdu.Kızı olmasına rağmen nedense bir türlü iyi davranmadı Dilber’e.Güzeller güzeli Dilber,her gece sessiz sessiz ağladı.Sessiz ağladı çünkü sesini çıkartırsa alacağı cezayı tahmin bile edemiyordu.O da küçük hanımı gibi okula gitmek istese de esirlerin böyle bir hakkı yoktu maalesef.
Sonunda kaçmaya karar verdi.Zordu bunu yapmak çünkü daha dokuz-on yaşlarındaydı.Bir gece herkes uyuduktan sonra sessizce alt kata indi;fakat kapı sürgülüydü.Boyu ufacık olan Dilber,epey zorlansa da kapıyı sonunda açmayı başardı.Hemen kendini gecenin bilinmez karanlığına attı.Arkasında kapıyı açık bıraktığının bile farkında değildi.Nereye gideceğini bilmeden kafesinden kaçan kuş misali oradan oraya kayboldu.Neyseki onu iyi bir kadın buldu ve evine aldı.Sabah olunca Dilber’in hanımıyla konuşup onu yanına almak istediğini söyledi.Fakat hanımı bu işe öylesine sinirlendi ki Dilber’e dönüşünde evi zindan etmeye karalıydı.Güzeller güzeli Dilber’in şansı,bir gün yüzüne güldü.(Kiminin üzüntüsü kimine sevinç olur.Kader de bu değil midir aslında.)
Esir olduğu evin beyinin tayini çıkmıştır ve bir an önce para bulup gitmek zorunda kalmıştır.Hanımın aklına Dilber’i esircilere satmak gelir.Nasılsa ondan vazgeçmek kolaydır.Dilber bu işe sevinir,nasılsa buradan daha çok hor görüleceği bir yer olamaz,diye düşünür.
Esirlerin tutulduğu evde kendine bir sürü kız arkadaş edinir.İçi öyle buruktur ki;esir olmak hayatının sonuna kadar aynı evde yaşayamamak, aşağılanıp kötü muamele görmek demektir.Dilber’in kalbinde kapanmayan yaralar açmıştır bu duygular.Hele ki kendi gibi birçok arkadaşı olduğunu bilmek onu üzüntü denizinde boğulmaya itmiştir.Günlerden bir gün Dilber yeni bir eve esir gider.Alışık olmadığı bir durumla karşı karşıya kalmıştır.Gariptir ki ona bu evde kimse esir gözüyle bakmamaktadır.Herkes onu yardımcı kabul edip öyle davranmıştır.Hor görülmemek Dilber’in gönlünü okşamıştır.Evin tek oğlu olan Celal Bey’in dikkatini çeken Dilber,onun gözünde adeta bir Cleopatra’dır.Ressam olan Celal Bey ile Dilber yakınlaşır ve bey ona yüzük takar.Birkaç zaman sonra akrabalarını ziyaret etmek için evden ayrılan Celal Bey,yüreğinin kanat çırpışını da yanında götürmüştür.Evin hanımının Dilber ve oğlu arasındaki ilişkiyi öğrenmesiyle Dilber’in tekrardan esirci ellerine düşmesi bir olmuştur.Dilber,sevdiği adamın hiçbir şeyden haberi olmadığını bilmeden parmağındaki yüzüğü çıkartıp beye vermesi için arkadaşına emanet eder.Yüreğindeki kırıkları da yanına alan Dilber’e yine yollara düşmek zamanı gelmiştir.Halbuki bu sefer farklıdır.Dilber,Kalbinde aşkı taşımaktadır.
Eve geri dönen Celal Bey,Dilber’in gitmesiyle hastalanmıştır.Annesi ise oğlunun bu halini görmekten bitap düşmüştür.Dilber’i kendinin sattığını söyleyemeyen hanım vicdanının sesini bir türlü bastıramıyordu.Zavallı Dilber,sevdiğinden ayrıldığına mı üzülsün yoksa yeniden esir tüccarının eline düştüğüne mi?
Esirci Dilber’i Mısırlı zengin bir tüccara satar.Adam,Dilber’i haremine almak istese de reddedilir.Tabiki Dilber’in itiraz etme,fikrini söyleme hakkı yoktur.Bu yüzden eziyet edilir ve sarayın tek pencereli bir odasına hapsedilir.Dilber’e içten içe sevgi besleyen harem ağası onu kurtarmayı kafasına koymuştur.Sarayın duvarına merdiven dayayarak zor da olsa parmakları kanaya kanaya Dilber’in hapsedildiği odanın penceresine tutunup parmaklıkları aralamayı başarmıştır.Dilber,onu görünce bir yandan kurtulacağı için sevinir bir yandan da onun bu yaptığı için ceza alacağını düşünerek hüzne kapılır.Ellerinin acısına fazla dayanamayan adam merdivenlerden düşer ve ölümünün son anında cebinde Dilber için aldığı İstanbul’a giden vapurun biletini verir.Dilber ne yapacağını bilemez.Kimsesizlik içinde vapura biner.Fakat nereye gideceğini bilemez.Elinde İstanbul bileti olmasına rağmen yalnızlık onun kendini Nil nehrinin kollarına bırakmasına sebep olur.Kim bilir kaderi onu nereye sürükleyecektir.
Aslı Cansız
Aslı Hanım yazılarınızı beğenerek okuyorum. Ancak bu yazı biraz özet gibi olmuş. Eserle ilgili yorumlarınızı kadının günümüzdeki yerini eserin yazıldığı dönemle kıyasla verirseniz sevinirim. Yorum köşesinde buna cevap verirseniz sevinirim.
Yazılarımı takip ediyor olmanız çok hoş.Bir dahaki yorumumda yazdıklarınızı göz önünde bulunduracağım.
Kitapta kimi yerlerde di’li geçmiş zaman, miş’li geçmiş zaman kullanılmış; kimi yerlerde ise geniş zaman kullanılmış. Bence her yerde geniş zaman kullanılsa daha güzel olurdu.
Günümüzde de kölelik sisteminin kalktığını pek düşünmüyorum.
Dinen bile bakıldığında bir çok din adamı hala İslamda cariyelik sisteminin olduğunu savunmakta iken size hak vermemek elde değil.
Çağımızda modern kölelik var maalesef. Buna da kapitalizm diyoruz. Bence yıllarla birlikte değişen bir şey yok. Ama şunu de söylemek gerekir ki kölelik tamamen karşı çıktığım bir şey değildir…
Birinin boyunduruğu altında zorla tutulmak bence kimsenin hak ettiği bir şey olmasa gerek.