Hikaye Örnekleri

Bir Saatlik Bir Hikaye-Kate Chopin

Kate Chopin tarafından kaleme alınan, ilk defa 1894 yılında Vogue tarafından yayınlanan kısa öykü. 19. yüzyılda yaşayan genç ve evli bir kadının, kocasının tren kazasında öldüğü haberini almasıyla başlar. Bu noktadan sonra, genç kadın hayatını sorgulamaya başlar. evliliğin üzerinde yaptığı baskıyı ve toplumun ondan beklentilerini düşünür. artık evde oturması, çocuk doğurması, yemek pişirmesi gerekmemektedir. içine hapsolduğu evlilik kurumundan kurtulmuştur. omuzlarından ağır bir yükün kalktığını ve hayatında ilk defa özgür olduğunu hisseder. aslında hiçbir şey düşündüğü gibi değildir.
kate chopin tarafından kaleme alınan, ilk defa 1894 yılında vogue tarafından yayınlanan kısa öykü. 19. yüzyılda yaşayan genç ve evli bir kadının, kocasının tren kazasında öldüğü haberini almasıyla başlar. Bu haberden sonra, genç kadın hayatını sorgulamaya başlar. Evliliğin üzerinde yaptığı baskıyı ve toplumun ondan beklentilerini düşünür. artık evde oturması, çocuk doğurması, yemek pişirmesi gerekmemektedir. İçine hapsolduğu evlilik kurumundan kurtulmuştur. Omuzlarından ağır bir yükün kalktığını ve hayatında ilk defa özgür olduğunu hisseder. aslında hiçbir şey düşündüğü gibi değildir.

kate chopin

Kate Chopin

BİR SAATLİK BİR HİKAYE

Bayan Mallard’ın bir kalp rahatsızlığı olduğunu bildiklerinden, kocasının ölüm haberini ona mümkün olduğunca ılımlı bir şekilde iletmek için büyük çaba sarf ettiler.

Ona bu haberi veren kişi, üstü kapalı bir şekilde yarım yamalak sözlerle anlatan kız kardeşi Josephine’di. Kocasının arkadaşı da yanındaydı. Brentley Mallard’ın isminin ölenler listesinin başında yer aldığı tren faciasının haberi geldiğinde gazetenin ofisinde yer alan kişi o idi. Olayın doğruluğundan emin olmak için ikinci bir telgrafın gelmesini bekledi ve bu kötü haberi herhangi birinden önce iletmek için acele etti.

Karısı, böyle bir haberi duyan birçok kadının aksine olayın önemini kabullenmekte zorlanmadı. Önce ani ve vahşi bir terk edilmişlik duygusu ile kız kardeşinin kollarında ağladı. Acının fırtınası dindiğinde tek başına odasına gitti. Peşinden giden kimse olmadı.

Orada, açık pencereye bakan, geniş ve rahat bir koltuk duruyordu. Vücudunu yiyip bitiren ve artık ruhuna ulaşmış gibi görünen fiziksel bir yorgunlukla çökmüş bir halde bu koltuğa gömüldü.

Evinin önündeki açık alanda bahar tazeliğiyle parlayan ağaçların tepelerini görebiliyordu. Havada yağmurun o hoş kokusu vardı. Sokağın aşağısında bir seyyar satıcı mallarını satmak için bağırıyordu. Uzaktan şarkı söyleyen birisinin belli belirsiz sesi geliyordu ve saçaklarda sayısız serçe cıvıldaşıyordu.

Batıya bakan penceresinden, bir araya gelip üst üste yığılmış bulutların arasında oradan buradan mavi gökyüzü parçaları görünüyordu.

Uyurken ağlayan bir çocuğun rüyasında da hıçkırmaya devam etmesi gibi, bir hıçkırığın boğazına takıldığı ve onu titrettiği zamanlar hariç başını koltuğun minderine yaslayıp oldukça hareketsiz bir şekilde oturdu.

Hatlarında baskı ve hatta belli bir güç sezilen zarif ve durgun bir yüzlü bir gençti. Ama şimdi şuradaki mavi gökyüzü parçalarından birine takılıp kalmış bakışlarında durgun bir ifade vardı. Bu, hayale dalmış bir bakıştan ziyade akıllıca bir fikrin askıya alınmışlığına işaretti.

Ona doğru gelen bir şey vardı ve o da korkuyla bu şeyin gelmesini bekliyordu. Neydi bu? Bilmiyordu; ama her neyse adlandırılamayacak kadar karmaşık ve zordu. Bulutlardan ona doğru süzülüp tüm seslerden, kokulardan, gökyüzünü dolduran tüm renklerden geçip ona ulaştığını hissediyordu.

Şimdi göğsü gürültüyle kalkıp iniyordu. Onu elde etmek için gelen bu şeyin farkına varmaya başladı ve beyaz, narin elleri kadar güçsüz olan iradesiyle onu yenmeye çabaladı.

Kendinden geçtiğinde, dudaklarından fısıltı gibi bir söz çıktı. Nefesi tükenene kadar bunu tekrarladı: “Özgürüm, özgürüm, özgürüm!” Bunu gözlerinden çıkan keskin bir bakış ve korku dolu bir yüz ifadesi izledi. Gözleri keskin ve parlaktı. Nabzı hızla atıyordu ve damarlarından akan kan vücudunun her zerresini ısıtıp rahatlatıyordu.

Bir an kendisini saran bu şeyin korkunç bir zevk olup olmadığını sormaktan kendini alamadı. Ancak sonra, açık ve coşkun bir kavrayış bu soruyu saçma bulup kafasından atmasını sağladı.

Kocasının birbiri üzerine kavuşturulmuş ince, nazik ellerini; kendisine hiçbir zaman sevgiyle bakmayan donuk, gri ve ölü yüzünü gördüğünde tekrar ağlayacağını biliyordu. Ama bunun da ötesinde yalnızca kendisine ait olan uzun yılların gelmekte olduğunu da biliyordu. Kollarını açtı ve onları bu gelecek yılları kucaklamak için uzattı.

Gelecek yıllarda onun için yaşayacak hiç kimse yoktu; artık kendisi için yaşayacaktı. Erkeklerin ve kadınların kendi özel isteklerini hemcinsleri üzerinde dayatma hakkına sahip olduklarına inandıkları bu kör zihniyette, onunkini büken hiçbir güçlü irade olmayacaktı.

Bir an bakınca iyi bir niyet ya da kötü bir niyet bu olayı suçtan daha farksız göstermiyordu.

Yine de kocasını severdi- bazı zamanlar. Ama genelde değil. Ne önemi vardı ki! Aşk, çözülmemiş gizem, bir an kendi varlığının en güçlü sebebi olduğunun farkında vardığı kendini zorla kabul ettiren bu altında ne kadar değerli olabilirdi.

“Özgürüm! Vücudum özgür, ruhum özgür!”, diye fısıldadı.

Josephine kapının önünde diz çökmüş ağzı anahtar deliğinde kapıyı açması için ona yalvarıyordu. “Louise, kapıyı aç! Yalvarırım; aç kapıyı- kendini hasta edeceksin. Ne yapıyorsun Louise? Tanrı aşkına aç şu kapıyı.”

“Git buradan. Kendimi hasta etmiyorum”. Hayır; o açık pencereden içeriye dolan yaşam iksirini içine çekiyordu.

Gelecek günleri düşündükçe neşesi artıyordu. Bahar günleri, yaz günleri ve bundan sonra gelecek tüm günler onun olacaktı. Bir an yaşamının uzun olmasını diledi içinden. Oysaki daha dün hayatın uzun olabileceği fikrini düşündükçe ürperiyordu.

Ayağa kalktı ve kız kardeşinin ısrarlarına dayanamayarak kapıyı açtı. Gözlerinde ateşli bir zafer vardı ve şuursuzca bir Zafer Tanrıçası edasıyla ilerliyordu. Kız kardeşinin belinden kavradı ve beraber merdivenlerden indiler. Aşağıda Richards durmuş onları bekliyordu.

Biri anahtarla ön kapıyı açtı. İçeri giren kişi çantası ve şemsiyesini sükûnetle taşıyan yol yorgunu görünen Brentley Mallard’dan başkası değildi. Kaza yerinden oldukça uzakta olmalıydı ve daha da fazlası böyle bir kazanın varlığından bile habersizdi. Josephine’in acı çığlığına ve Richards’ın onu karısının gözlerinden uzak bir yere çekmeye çalışmasına şaşırıp kaldı.

Ama Richards çok geç kalmıştı.

Doktorlar geldiğinde kadının kalp krizinden öldüğünü söylediler, aşırı sevinçten.

Kate CHOPIN

Yazdır

Yazar hakkında

admin

Yorum yap