16.yüzyıl şairlerinden Baki’nin, Kanuni’nin ölümü üzerine terkib-i bent nazım şeklinde yazdığı bir mersiyedir.
MERSİYE-İ SULTÂN SÜLEYMÂN HÂN ‘ALEYHİ’R-RAHMETİ VE’L ĞUFRÂN
1. BENT
Ey pây-bend-i dâm-geh-i kayd-ı nâm u neng
Tâ key hevâ-yı meşgale-i dehr-i bî-direng
An ol güni ki âhır olup nev-bahâr-ı ‘ömr
Berg-i hazâne dönse gerek rûy-ı lâle-reng
Ahır mekânun olsa gerek cür’a gibi hâk
Devrân elinde irse gerek câm-ı ‘ayşa seng
İnsân odur ki âyine-veş kalbi sâf ola
Sînende n’eyler âdem isen kîne-i peleng
İbret gözinde niceye dek gaflet uyhusı
Yitmez mi sana vâkı’a-i Şâh-ı şîr-ceng
Ol şeh-süvâr-ı mülk-i sa’âdet ki rahşına
Cevlan deminde ‘arsa-i ‘âlem gelürdi teng
Baş eğdi âb-ı tîğına küffâr-ı Üngürüs
Şemşîri gevherini pesend eyledi Freng
Yüz yire kodı lütf ile gül-berg-i ter gibi
Sandûka saldı hâzin-i devrân güher gibi
Günümüz Türkçesiyle:
1. Ey, ayağı şan şöhret endişesi tuzağına bağlı kişi; bu, dursuz duraksız dünyanın işleri ile uğraşma sevdası daha ne kadar sürecek?
2. Ömür ilkbaharının sona erip de lâle (gibi kırmızı) renkli yanakların, sonbahar yaprağı (gibi sapsarı) bir hale döneceği o günü aklından çıkarma!
3. Devran eliyle bir gün hayatının kadehine mutlaka taş gelecek ve sonunda, şarap kadehindeki son damla gibi, senin de mekânın toprak olacaktır.
4. İnsan odur ki, kalbi ayna misali saf ve temiz olsun. Eğer adam isen, göğsünde bu sükûnet bulmaz kin ve ihtirasın ne işi var?
Beyitte, sükûnet bulmaz kin ve ihtiras, “kîne-i peleng’ terkibi ile ifade edilmiştir. Bu terkib lügatte “kaplan kini, leopar kini” anlamlarına gelir. Şair, insanın kalbindeki kin, ihtiras ve düşmanlık duygularını aynanın üzerindeki pas ve lekelere benzeterek ve aynı zamanda ayna üzerindeki bu pasları leoparın vücudundaki lekelere teşbih ederek san’at yapıyor. Ayrıca Bâkî, kalbindeki bu çeşit olumsuz duygular taşıyan insanların kaplan, aslan ve leopar gibi yırtıcı hayvanlara benzediğini de ima ediyor.
5. İbret gözü daha ne zamana kadar gaflet uykusunda kalacak! Arslanlar gibi ceng eden Padişah’ın başına gelen olay sana ders olarak yetmez mi?
6. O, öyle bir saadet (mutluluk) ülkesinin (güçlü) hükümdarı idi ki, savaş zamanında bütün bir dünya arsası ona dar gelirdi.
7 Macar kâfirleri onun keskin kılıcına baş eğmiş, Frenkler ise o kılıcın çeliğini kanları ile süslemişlerdi (veya, beğenmişlerdi).
8. Yüzünü, bir gül yaprağı gibi lütufla (toprağa lütfederek, yavaşça) yere koydu; sanki devran hazinedarı hazine sandığına bir inci tanesi bıraktı.
Bu beyit, “sandûka”, “hâzin”, “salmak” ve “güher” kelimelerinin ikinci anlamları ile şu şekilde de nesre çevrilebilir: “Yüzünü, bir gül yaprağı gibi lütufla toprağa koydu ve devran türbedarı, üzerine yıldızlarla donanmış gökyüzünü, mücevherlerle süslü bir örtü gibi, örtüverdi.”
2. BENT
Hakkâ ki zîb ü zînet-i ikbâl ü câh idi
Şâh-ı Sikender-efser ü Dârâ-sipâh idi
Gerdûn ayağı tozma eylerdi ser-fürû
Dünyâya hâk-i bâr-gehi secde-gâh idi
Kem-ter gedâyı az ‘atâsı kılurdı bay
Bir lutfı çok mürüvveti çok pâdişâh idi
Hâk-i cenâb-ı hazreti der-gâh-ı devleti
Fazl u belâgat ehline ümmîd-gâh idi
Hükm-i kazâya virdi rızâyı egerçi kim
Şâh-ı kazâ-tevân u kader-dest-gâh idi
Gerdün-ı dûna zâr u zebûn oldı sanmanuz
Maksûdı terk-i câh ile kurb-i İlâh idi
Cân u cihânı gözlerimüz görmese n’ola
Rûşen cemâli ‘âleme hûrşîd ü mâh idi
Hûrşîde baksa gözleri halkun dola gelür
Zîrâ görince hâtıra ol meh-likâ gelür
Günümüz Türkçesiyle:
1. Doğrusu şu ya; (o), kutlu emellerin ve yüce makamların süsü bezeği idi; başında (Büyük) İskender’in tâcını taşıyan ve her bir askeri Dârâ (gibi güçlü) olan (muhteşem) bir pâdişahtı.
2. Felek, onun ayağının tozuna (bile) baş eğer; dünya, eşiği toprağına secde ederdi.
3. Küçücük bir bağışı, âciz bir dilenciyi zengin ederdi. Öylesine, iyiliği ve cömertliği çok bir hükümdar idi.
4. Hüner ve san’at sahipleri ümitlerini onun yüce zatının bulunduğu yere ve devletinin kapısına bağlamışlardı.
5. Kaderin hükmüne boyun eğerek (ölüme) razı oldu ise de, aslında kendisi, gücünü kazâdan, kudret ve üstünlüğünü de kaderden alan (bir yüce sultan) idi.
6. Onu, alçak feleğe âcizlikle teslim oldu sanmayın; maksadı, bütün makam ve mevkileri terk ederek Allah’ın yakınlığım kazanmaktı.
7. Artık gözlerimiz canı ve cihanı görmese, buna şaşılmaz; çünkü onun aydınlık yüzü dünya için ay ve güneş gibi idi.
8. İnsanlar, güneşe baksalar, gözleri doluverir; zira görünce hatıra o ay yüzlü (padişah) gelir.
3.BENT
Döksün sehâb kaddin anup katre katre kan
İtsün nihâl-i nârveni nahl-i ergavân
Bu acılarla çeşm-i nücûm olsun eşk-bâr
Âfâkı tutsun âteş-i dilden çıkan duhân
Kılsun kebûd câmelerin âsmân siyâh
Geysün libâs-ı mâtem-i Şâhı bütün cihân
Yaksun derûn-ı sîne-i ins ü perîde dâğ
Nâr-ı firâk-ı Şâh Süleyman-ı kâm-rân
Kıldı firâz-ı küngüre-i ‘arşı cilve-gâh
Lâyık değildi şânına hakkâ bu hâk-dân
Mürg-ı revânı göklere irdü hümâ gibi
Kaldı hazîz-i hâkde bir iki üstühân
Çâpük-süvâr-ı ‘arsa-i kevn ü mekân idi
İkbâl ü ‘izzet olmuş idi yâr ü hem-‘inân
Ser-keşlik itdi tevsen-i baht-ı sitîze-kâr
Düşdi zemîne sâye-i eltâf-ı Kirdigâr
Günümüz Türkçesiyle:
1. Bulut, senin boyunu aklına getirerek katre katre kan döksün de, nârven (kara ağaç) fidanını, erguvan dalına benzetsin.
2. Bu acılarla, feleğin gözleri olan yıldızlar gözyaşlarım saçsınlar da, gönül ateşinden çıkan duman, bütün ufukları tutsun.
3. Gökyüzü, mavi elbiselerini çıkarıp siyahlar bürünsün; bütün cihan Pâdişah için matem elbiseleri giyinsin.
4. Saadetli Padişah Sultan Süleyman’dan ayrılma ateşi, insanların ve cinlerin gönüllerinde dağlar yaksın.
5. Arşın en yüksek katında mekân tuttu; gerçekten de bu yeryüzü onun şanına lâyık değildi.
6. Ruhunun kuşu, hümâ gibi göklere yükseldi; toprağın altında (ondan sadece) bir kaç parça kemik kaldı.
Burada, efsanevî hümâ kuşunun kemikle beslendiğine dair inanca telmih vardır.
7. Dünya ve kâinat arsasının usta binicisi idi; talih, kudret ve kuvvet, dostu ve arkadaşı olmuştu.
8. Huysuz baht atı dik başlılık etti de, Allah’ın gölgesi (olan Pâdişah)ı (sırtından) yere düşürdü.
4.BENT
Olsun gamunda bencileyin zâr u bî-karâr
Âfâkı gezsün ažlayarak ebr-i nev-bahâr.
Tutsun cihâm nâle-i mürgân subh-dem
Güller yolınsun âh u figân eylesün hezâr
Sünbüllerini mâtem idüp çözsün ağlasun
Dâmâne döksün eşk-i firâvânı kûh-sâr
Andukça bûy-ı hulkunı derdünle lâle-veş
Olsun derûn-ı nâfe-i müsg-i Tatâr târ
Gül hasretünle yollara tutsun kulağını
Nergis gibi kıyâmete dek çeksün intizâr
Deryâlar itse ‘âlemi çeşm-i güher-fesân
Gelmez vücûda sencileyin dürr-i şâh-vâr
Ey dil bu demde sensin olan bana hem-nefes
Gel nây gibi inleyelüm bârî zâr zâr
Aheng-i âli u nâleleri idelüm bülend
Eshâb-ı derdi cûşa getürsün bu heft bend
Günümüz Türkçesiyle:
1. İlkbahar bulutu, gam ve keder içinde benim gibi zavallı ve kararsız bir hale gelsin de, dünyanın dört bir yanını ağlayarak gezip dolaşsın.
2. Sabah vakitleri kuşların ağlayıp inlemeleri bütün cihanı tutsun; güller saçlarını başlarım yolsun; bülbüller ah çekerek feryad eylesin.
3. Sıra dağlar matem ederek sünbüllerini çözüp ağlasın ve sel gibi gözyaşlarını eteklerine döksün.
4. Senin yaratılış ve ahlâk güzelliğinin kokusunu hatırladıkça, Tatar âhûsunun göbeğinden düşen misk’in içi lâle gibi kararsın.
Güzel koku yapımında kullanılan misk, bu gün Çin’in sınırları içinde Türkistan’ın yüksek dağlarında yaşayan bir cins ceylanın karın derisi altındaki bezden çıkan koyu renkli bir maddedir. Şair, miskin koyu renkli (siyah) oluşunu, Padişah’ın ahlâk güzelliğinin kokusunu hatırladıkça utancından içinin karardığı şeklindeki hayali bir sebebe bağlayarak hüsn-i ta’lil sanatı yapmaktadır.
5. Gül, senin hasretinle, kulağım yollara tutarak, nergis çiçeği gibi kıyamete kadar yolunu gözlesin.
Şair bu beyitte de gülün şekil olarak kulağa, nergisin de göze benzerliğini kullanarak sanat yapmaktadır.
6. İnci (gibi gözyaşları) saçan göz, bütün bir âlemi deryalara döndürse, senin gibi eşsiz bir inci asla vücuda gelmez.
7. Ey gönül (veya ey dil), şu durumda bana arkadaş olan yalnız sensin; gel, ney gibi yana yakıla ağlayalım bari.
8. Ahımızın ve inlemelerimizin âhengini yükseltelim de, bu yedi bend, dert sahiplerini coştursun.
Beyitte geçen “yedi bend” den kasıt, Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümü vesilesiyle yazılan ve yedi bendden oluşan bu şiirdir. Şair, sekizinci bendi de Vezir-i Azam Sokullu Mehmed Paşa övgüsünde sonradan kaleme almıştır.
5. BENT
Gün doğdı Şâh-ı ‘âlem uyanmaz mı hâbdan
Kılmaz mı cilve hayme-i gerdûn-cenâbdan
Yollarda kaldı gözlerümüz gelmedi haber
Hâk-i cenâb-ı südde-i devlet-me’âbdan
Reng-i ‘izârı gitdi yatur kendü huşk-leb
Şol gül gibi ki ayru düşüpdür gül-âbdan
Gâhî hicâb-ı ebre girür husrevâ felek
Yâd eyledükçe lütfum terler hicâbdan
Tıfl-ı sirişki yirlere girsün du’âm odur
Her kim gamımdan ağlamaya şeyh u şâbdan
Yansun yakılsun âteş-i hecrünle âfitâb
Derdünle kara çullara girsün sehâbdan
Yâd eylesün hünerlerüni kanlar ağlasun
Tîğun boyunca karaya batsun kırâbdan
Derd ü gamunla çâk-i girîbân idüp kalem
Pîrâhenini pârelesün gussadan ‘alem
Günümüz Türkçesiyle:
1. Güneş doğdu; âlemin Padişah’ı daha uykudan uyanmayacak mı? Gökyüzü gibi yüce ve şerefli çadırından yüzünü göstermeyecek mi?
Beyitte geçen “cenâb” kelimesinin bir diğer anlamı da “avlu, gölgelik”tir. Buna göre ikinci mısra şöyle nesre çevrilmelidir: “Gökyüzünün kendisine gölgelik olduğu (yüce ve şerefli) çadırından yüzünü göstermeyecek mi?”
2. Gözlerimiz yollarda kaldı; devletin sığıncı olan Padişah’ın yüce eşiği katından bir haber gelmedi.
3. Yüzü sararmış ve dudakları kurumuş bir halde yatıyor… Sanki suyu alınmış bir gül…
4. Yaşlı olsun, genç olsun, her kim onun üzüntüsü ile ağlamazsa, duam odur ki; gözyaşı çocuğu yere girsin (gözyaşı pınarları korusun)!
5. Ey Padişah; felek zaman zaman bulutların perdesine bürünür ve lütfunu hatırına getirdikçe, utancından terler.
6. Güneş senin ayrılığının ateşi ile yansın yakılsın ve buluttan kapkara çullara girsin.
Siyah ve eski püskü elbise giymek, matem alâmetidir. Şâir, güneşin Padişah’ın matemini tutarak kapkara bulutların arkasına girmesini istemektedir.
7. Kılıcın, senin savaşta gösterdiğin başarıları ve hünerleri hatırlasın ve boylu boyunca kının karasına batsın.
8. Kalem, senin acınla ve üzüntünle yakasım yırtsın; sancağın alemi de, sıkıntısından gömleğini parçalasın.
6.BENT
Tîğun içtirdi düşmene zahm-ı zebânları
Bahs itmez oldı kimse kesildi lisânları
Gördi nihâl-i serv-i ser-efrâz-ı nîzeni
Ser-keşlik adın anmadı bir dahı banları
Her kanda bassa pây semendün nisâr içün
Hânlar yolunda cümle revân itdi cânları
Deşt-i fenâda mürg-i hevâ durmayup konar
Tîğun Hudâ yolında sebîl itdi kanları
Şemşîr gibi rûy-ı zemîne taraf taraf
Saldun demür kuşaklu cihân pehlevânları
Aldım hezâr büt-gedeyi mescîd eyledün
Nâkûs yirlerinde okutdun ezânları
Âhır çalındı kûs-ı rahîl itdün irtihâl
Evvel konağın oldı cinân bûstânları
Minnet Hudâya iki cihânda kılup sa’id
Nâm-ı şerîfün eyledi hem gâzî hem şehîd
Günümüz Türkçesiyle:
1. Senin kılıcın düşmana dil yaraları içirdi; bu yüzden, hiç kimse konuşamaz oldu, dilleri kesildi.
2. Senin göğe baş çekmiş servi fidanına benzeyen mızrağını görünce, düşman beyleri, serkeşliğin adını bir daha ağızlarına almadılar.
3. Senin atın, ayağım her nereye bassa, hükümdarlar, saçı için, hep canlarım senin yolunda feda ettiler.
4. Yokluk çölünde ölüm kuşları durmadan inip kalkıyor; çünkü, senin kılıcın Allah yolunda kanları sebil gibi akıttı.
5. Dünyanın dört bir yanına kılıç gibi demir kuşaklı cihan pehlivanları saldın.
6. Binlerce puthaneyi alıp mescid yaptın; çan kulelerinde ezanlar okuttun.
7. Sonunda, göç davulu çaldı ve sen göç eyledin; ilk konağın cennet bahçeleri oldu.
8. Allah’a şükürler olsun ki, seni iki cihanda da mutlu kılıp, mübarek adım hem gazi, hem de şehid eyledi.
7.BENT
Bâkî cemâl-i Pâdişeh-i dil-pezîri gör
Mir’ât-i sun’-ı Hazret-i Hayy-i Kadîri gör
Pîr-i ‘Azîz-i Mısr-ı vücûd itdi intikâl
Mîr-i cevân-ı çâpük-i Yûsuf-nazîri gör
Gün doğdı şimdi gâyete irdi sepîde-dem
Ruhsâr-ı hûb-ı husrev-i rûşen-zamîri gör
Behrâm-ı vakti gûra yittirdi bu sayd-gâh
Var işigine hidmet-i Şâh Erdşîri gör
Ber-bâd kıldı taht-ı Süleymânı rûzgâr
Sultân Selîm Hân-ı Sikender-serîri gör
Vardı peleng-i kûh-ı vegâ hâb-ı râhata
Küh-sâr-ı kibriyâda duran nerre şîri gör
Cevlâne gitdi ravzaya tâvûs-ı bâğ-ı kuds
Ferr-i hümây-ı evc-i sa’âdet-mesîri gör
İkbâl ü baht-ı husrev-i âfâk müstedâm
Rûh-ı revân-ı Şâha Tahiyyât ve’s-selâm
Günümüz Türkçesiyle:
1. Ey Bâkî, artık (bundan sonra, yeni) Pâdişah’ın gönle hoş gelen cemâline bak; Hayy ve Kadîr olan yüce Tanrı’nın san’atının aynasını seyret.
2. Varlık Mısırının yaşlı azîzi ahirete göçtü; şimdi, Yusuf görünüşlü çevik hareketli genç kumandana bak.
Burada “yaşlı azîz”den kasıt, Kanuni Sultan Süleyman; “Yusuf görünüşlü, çevik hareketli genç kumandan” dan kasıt ise, Kanuni’nin ölümü ile 22 yaşında padişah olan II. Selim’dir.
3. Güneş doğdu; şimdi, sabah aydınlığı son haddine ulaştı. Ardın gönüllü Padişah’ın (güneş gibi) güzel yüzünü seyret.
4. Bu dünya avlağı, zamanın Behram’ını kabre düşürdü; artık şimdi Şâh Erdşîr’in eşiğine git ve onun hizmetini gör.
Bu beyitte de vefat eden Kanuni Sultan Süleyman, eski İran hükümdarlarından biri olan ve yabani eşek avlamakla meşhur Behram-gûr’a; oğlu ve yeni padişah Sarı Selim de yine İran hükümdarlarından Erd-şîr’e benzetilmiştir.
5. Zaman, (Sultan) Süleyman’ın tahtım havaya savurdu; şimdi, sen İskender tahtına oturan Sultan Selim Han’a bak.
6. Kavga ve savaş dağının panteri artık huzur ve rahatlık uykusuna daldı; sen şimdi ululuk sahrasında bulunan arslanı gör.
7. Kutsallık bağının tavusu, cennet bahçelerinde salınmaya gitti; artık, doruklarda seyreden saadet göğü hümâsının şimşek gibi sür´atini gör.
Bu beyitte de, Kanuni Sultan Süleyman, ölümü ile, cennet bahçelerinde salınmaya giden bir tavus kuşuna; ondan sonra tahta oturan II. Selim de, şimşek gibi süratli bir hümâ kuşuna benzetilmiştir.
8. Dünyanın dört bir yanına hükmeden Padişah’ın saadeti ve talihi sonsuza kadar sürsün; Hakk’a yürüyen Sultan Süleyman’ın ruhuna da dualar ve selâmlar olsun.
8.BENT
Der-medh-i Vezîr-i a’zam Mehemmed Pâşâ
Kıldukça Şâh-ı ‘âleme Hak fazl u rahmeti
Virsün cihânda Hazret-i Pâşâya devleti
Sâhib-kırân-ı ‘arsa-i iklîm-i saltanat
Ol dem ki kıldı mülk-i bekâya ‘azîmeti
Ol cism-i pâki cânı gibi eyledi nihân
Asûde kıldı hâl-i sipâh u ra’iyyeti
Halk-ı cihâna kırk sekiz gün tuyurmayup
Bir hafta kıldı gayrılar ancak bu hâleti
Tedbîri gör ki irmedi kimse hayâline
Asâf cihâna gelse göreydi vezâreti
Gayret kemerlerini kuşandı kılıç gibi
Aldı hisârı virdi Hudâ feth ü nusreti
Râhat yüzini görmedi çalışdı cân ile
Çekdi efendi yolma bu denlü zahmeti
Yâ Rab kemâl-i lütfuna kaldı senün hemân
Pâşâ kulun cihânda tamâm itdi hidmeti
Asîb-i dehr ü âfet-i devr-i zamaneden
Hıfz u himâyet eyle o sâhib-sa’âdeti
Dâ’im çerâğ-ı devlet ü bahtın münevver it
İki cihânda gönli murâdın müyesser it
Vezîr-i âzam Mehmed Paşa Övgüsünde
1. Allah, âlemin padişahına fazilet ve rahmet verdikçe, saygı değer Vezîr-i âzam Mehmed Paşa’ya da cihanda talih açıklığı ve büyük rütbeler nasib etsin.
2. Saltanat ülkesinin muzaffer hükümdarı (Kanuni Sultan Süleyman), ebedilik diyarına gittiğinde;
3. O temiz cesedi canı gibi gizledi ve (böylelikle) askerin ve halkın gönlünü rahatlattı.
4. (Pâdişah’ın ölümünü) insanlara kırk sekiz gün duyurmadı. Böyle bir işi (bundan önce) başkaları ancak bir hafta müddetle yapabilmişlerdi.
5. Bulduğu çözüme bak ki, şimdiye kadar hiç kimse bunu hayal bile edememişti. (Süleyman Peygamber’in veziri olan) Asâf yeniden dünyaya gelebilseydi, vezirlik nasıl yapılırmış, görürdü.
6. Gayret kemerlerini kılıç gibi kuşandı. Allah fetih ve zafer nasib etti ve kaleyi teslim aldı.
7. Canla başla çalıştı; rahat yüzü görmedi; efendisi yolunda bunca zahmetlere katlandı.
8. Ya Rabbi, iş artık senin yüce lütfuna kaldı. Çünkü Paşa kulun dünyada yapılabilecek bütün hizmetleri tamamladı.
9. O kutlu vezirlik makamının sahibi olan (Mehmed Paşa’yı) dünyanın musibetlerinden ve zamanın değişiminin getireceği âfetlerden koru ve kolla!
10. Onun talihinin mumunu daima aydınlık eyle; her iki cihanda da gönlünün muradını nasib et!