Genel

Mizahta Ehliyet-Refik Halit Karay

       Refik Halit Karay; Mizahta Ehliyet adlı yazısında kendi mizah anlayışını ortaya koyarken mizahın bir yaradılış ve yetenek işi olduğunu, herkesin nitelikli mizah yapamayacağını vurgulamaktadır.

refik halit karay

                         Refik Halit Karay

Fıkra yazısı:

MİZAHTA EHLİYET

       Görüyorum ki matbuat münakaşaları gittikçe bir şakalaşma hâlini alıyor; muharrirler şimdi münakaşa meydanına atılırken mizahı en keskin, en şaşmaz, en işleyici bir silâh olarak seçiyorlar, her hamlede bunu kullanmak istiyorlar. Kavuklu ile Pişekâr gibi karşılıklı söz atıp lakırdı yutturmak merakı -doğrusu- gazeteciliğin ciddiyetini bozuyor. Bunun da yeri, sırası, derecesi vardır. Bu da bir meslek, ihtisas, hatta fıtrat meselesidir. Her muharrir nüktedan, her gazeteci mizah-nüvis olamaz. Matbuat sade mesleği şaka, tarzı mizah, düşüncesi tuhaf olan insanların mahfili değildir. Mizahî yazıların, hiç şüphesiz, çok tesirli, çok yıkıcı, rakibini şaşırtıp sersemletici bir kudreti vardır; fakat muvaffak olmak şartıyla… Halbuki dünyada her şeyin biraz fenası, biraz kabası, biraz bozuğu çekilebilir, mizahın kusurlusu çekilemez. Latîfe olgun bir meyve gibi kemale erdirilip öyle ortaya konmak lâzım gelir. Mizah Tercüme-i Telemak gibi lügat kitaplarını karıştırmağa hâcet bırakırsa derhal en fena bir yazı derecesine düşer. Tahta siler gibi gacırtılı, iniltili, uzun, muğlâk, yorucu üslûpla da latîfe yapılamaz. İki Nasrettin Hoca fıkrası, davul, süpürge, teneke gibi üç tuhaf kelime bir araya getirilip (…) ortaya mizahi bir yazı çıkarmış olamayız. Münakaşa ettiğimiz şahıs bunlarla yıkılmaz, susturulmaz şaşırtılmaz. Hulâsa mizah güç bir iştir.

       Ben hiç zarif, hiç nüktedan olmayan bir adamın kendisini hoş-gû zannetmesi kadar dünyada feci bir hâl tasavvur edemiyorum. Birinin elinde mükemmel bir alet, bir hücum, galebe, şöhret aleti olan latîfe-gûluk öbürünün elinde bir kutu boya olur, her satır yazı kendi yüzüne bir ayrı renk sürer, güldürür, gülünç eder. Her fıtrat mizah ve şakaya müsait değildir. Cebr ile latîfe yapılamaz; ıkına sıkına meydana çıkarılan mizah kadar gazetecilikte can sıkıcı, ruh üzücü, zevk bozucu bir hadise ben tasavvur etmiyorum. Ele alınca vücudunuzda ürpermeler koşturan galiz tuhaflıkları, gülme değil öğürtü veren kaba yazıları, tabiî, zaten bu bahisten hariç tutuyorum. Daha yüksek seviyeli gazeteciliğin mizahını tetkik ediyoruz; ben böyle gazetelerin mizahı sû-i istimal etmemesini istiyorum.

       Evvelâ bilmemiz lâzım gelen bir mesele vardır, en temelli, canlı mesele: Mizah her aklın, her zekânın dokuyacağı bir kumaş değildir. Benim kudretim nasıl bugün ruhiyât üzerine yazı yazmağa erişmezse, sizin hilkatiniz de mizaha müteallik hoşça lakırdı marifetleri yapmağa müsait değildir. Ben cehlimi zorlamakla âlimâne makaleler belki yazarım, fakat zorbalıkla fıtratımı parçalayıp ortaya -hiç istidadım yokken- zarif, nüktedan bir muharrir şeklinde çıkamam. Bu muhakkak… O hâlde her eli kalem tutan nükteciliğe kalkarsa çıkaracağı meta çürük, kaba, katı bir şey olur.

       İkincisi: Fıtraten gülünç olanlar tam mânasıyla mizah yapamaz. Mizah gülünç olmak değil, gülünç olanı görmek ve onu zarifâne anlatmaktır. Kendi gülünç olanın evvelâ kendini görmesi, kendine gülmesi, kendine güldürmesi lâzım gelir ki böyle biri daha hiçbir diyarda çıkmadı. Mizah muharriri şuurlu, muhakemeli bir adam olmalı; her hâlde ipsiz sapsız fikirleriyle, delidolu hareketleriyle, darma dağınık meslekleriyle tanınmış insanların mizahı tuhaflık ve yavanlık derecesini geçemez. Kirli şeylerle, murdarlık ve hastalıklarla, mecra ve muzahrafât ile hulâsa mide bulandıracak, iç döndüren keyfiyetlerle yapılan mizahlardan muvaffakiyet beklemek bir nevi izzet-i nefis fıkdanıdır; bekleyen için de, beklediğin kimse için de…

       (…) Her muharrir hicvi, mizahı, münakaşalarında hücum aleti olarak kullanmağa kalkmasa, zannediyorum, kendi hesabına kâr kaydetmiş olur. Bizde bir, iki kalem sahibi var ki nüktedanlığa ehil; bunlar her hangi mübahase veya münakaşada mizahı kullansalar bir kılıç gibi ona keskin hamleler yaptırabiliyorlar; en ağır bir bahis içinde meselâ horozdan, tavuktan dem vuruyorlar da ne latîf bir galebe temin ediyorlar. Bunu ben, siz, onlar, herkes, hepimiz yapamayız.

       Her hâlde mizahı pespayeleştirmemek için onu ehlinin elinde kullanılır görmeliyiz. Bu yazıda kimseyi kasdetmiyorum. Nafile sevinenler olmasın; nazik bir sanatın kabalaştırılması gücüme gidiyor da umumî bir nazarla fikrimi söylüyorum. Adi tuhaflıkların baş sedirde yer bulması fikren henüz yükselemediğimize kuvvetli bir şahittir. Mizah milletlerin zevkine miyar olur. Gülüşüne bakarak ben bir adamın fikren yüksekliğine hat çizebilirim. Kabalıklara saff-ı niâlde bile yer göstermek çok fazla ikramdır. Fakat zarif nükteler, asıl mizah, her yere, aile cemiyetlerinden darülfünun kürsülerine, vükelâ meclislerine, ulema sohbetlerine kadar girer; girmelidir.

       Mizah süpürge sopası değildir, vurmak, dövmek, kaba kaba güldürmek için kullanılsın… Bu bir fırçadır, dimağımızın yorucu ilim ve hayat yollarında topladığı tozları alır; nazik, ince bir iştir. Mizah haşhaş yağı gibi yutulmaz, hazmolmaz, bulanık, sıvaşık bir mâyi de değildir, kirletmez, lekelemek için kullanılsın… Bu bir şuruptur, ağır yemeklerin üzerine nefis râyihasıyla yudum yudum içilir, tadına kanılmaz. Buruk bir muşmula gibi yüz ekşittiren tuhaflıklar, müstekreh bir koku gibi insanı tıkayan nüktedanlıklar ne zaman bir derece revaçtan geri kalırsa zevk hususunda da bir adım ileri gitmiş oluruz.

       Hangi ilmin, hangi fennin, hangi sanatın adı anılınca altından: “Bende ondan da var!” diye fırlayan simaların azlığı matbuat için ferahlıktır. Mizahta da ehliyet, kabiliyet şarttır. Gazetecilikte hepimiz yerimizi bilsek muhakkak daha rahat eder, daha iyi iş görürüz. Horozun bülbüllüğe, kedinin tilkiliğe merak salmasını aklım almıyor.

Refik Halit Karay

Metindeki bazı sözcüklerin anlamları:
darülfünun
: Üniversite.

fıkdan: Yokluk.
galiz: Kaba ve çirkin, iğrenç.
hilkat: Yaradılış, fıtrat.
hoş-gû: Hoş konuşan, tatlı dilli.
hulâsa (hülasa): Özet.
istidat: Yetenek.
izzet-i nefis (izzetinefis): Öz saygı.
latîfe (latife): Şaka.
latîfe-gûluk: Konuşma üslubunda şakacılık.
mahfil: Toplantı yeri. Mâyi (mayi): Sıvı.
miyar: (metinde) Ölçüt, ölçü.
mizah-nüvis: Eğlenceli, mizahi yazılar yazan.
muharrir: Yazar.
muzahrafât: (metinde) Yaldızlı pislikler, süslü yalan sözler.
mübahase: Bir konu hakkında iki veya daha çok kişinin karşılıklı konuşması.
müstekreh: İğrenç.
nüktedan: Nükteli.
râyiha (rayiha): Güzel koku.
saff-ı niâl: (metinde) Bir mecliste oturulacak yerlerin en aşağısı. vükelâ: Osmanlı Devleti’nde bakanlar, vekiller.

       Refik Halit Karay; Mizahta Ehliyet adlı yazısında kendi mizah anlayışını ortaya koyarken mizahın bir yaradılış ve yetenek işi olduğunu, herkesin nitelikli mizah yapamayacağını vurgulamaktadır.

       Fıkrada yazar, Mizahta Ehliyet adlı metinde olduğu gibi bir görüş veya düşünceye bağlı olarak okur kitlesini yönlendirmeye çalışır.

       Mizahta Ehliyet adlı metinde olduğu gibi fıkralarda düşüncelerin kanıtlanması gerekmez. Kişisel görüşler kısa, özlü bir biçimde yazıya aktarılır.

       Günlük siyasi, toplumsal, ekonomik gelişmelerin yorumlandığı fıkralarda yazar; okur kitlesinin düşüncelerini yönlendirme amacındadır. Bu nedenle fıkra yazarı kendini devamlı yenilemeli, bilgi birikimini üst düzeyde tutmalıdır.

Yazdır

Yazar hakkında

admin

Yorum yap