Yağmurlu bir Haziran sabahı uyandığımda ruhumda hiçbir şey hissetmiyordum. Ruhsuz ve duygusuz başlamıştım güne. Ta ki kahvemi içip kendime geldiğimde telefonumu elime alıp sosyal medya hesabımdaki bildirimleri görene kadar. Canım abimin doğum günü olduğunu gördüm ve
Messenger’dan ona doğum günü mesajı gönderdim. Sonra Sosyal medya hesabındaki profil resmine bakarken içimin nasıl acıdığını, bir babanın tam beş yıl geçmesine rağmen acısının hâlâ taze olduğunu, bu acının belki de ömrünün sonuna kadar hep taze kalacağını anımsadığımda gözyaşlarıma hakim olamadım. Hatta daha ileri gidip bütün paylaşımındaki fotoğraflara göz
gezdirdim. Orada öyle bir fotoğraf gözüme ilişti ki hem annenin hem babanın henüz on dokuz yaşındaki hayatının baharında sonbaharını yaşayan kızlarının son doğum günü kutlaması olduğunun hüznüyle hastane odasındaydılar. Baba, kızının son doğum günü olduğunun farkında olmalı ki o güne özel, kızının lise dönemindeki fotoğrafını pastanın üzerine özenle nakşettirmiş,
pastanın kenarındaki kırmızı fırambuazlar ve küçük pembe gül motiflerini annesi bir bir elleriyle yerleştiriyordu. Sonra acısını içine gömerek büyük bir metanetle çocuğunun son günlerini mutlu geçirebilmesi adına elinden gelenin en iyisini yaparak pastanın son dokunuşları olan küçük rengarenk mumları birer birer pastanın üzerine yerleştiriyordu.
Baba, sadece uzaktan kızını ve kızının annesini izliyordu. Kızına öyle bakıyordu ki çektiği her bir acı gözlerinden açık açık okunuyordu. Yüzündeki bu hüzün bir fotoğraf karesine öyle bir yansımıştı ki ona “ Bu sana son bakışlarım yavrum, Nurdan’ım. Ben seni öpmelere bile kıyamazken kendi
ellerimle seni kara toprağa vereceğim gün neler hissedeceğimi hiç mi düşünmedin?” dercesine bakıyordu.
Annenin yüreği yanardağ gibi harlanan ateşler içindeyken çocuğuna bu acıyı hissettirmeden son görevini yerine getiriyordu. Nurdan ise bu durumun farkında olmalı ki dudakları mimli, kolunda serum iğnesi takılı bir hâlde tekerlekli sandalyesinde masanın baş konuğu olarak masanın üzerindeki doğum günü pastasına bakarken elleri çenesinde kim bilir neler düşünüyordu. Pastanın üzerine nakşedilmiş simsiyah saçları, zeytin tanesi gözleri ışıldayarak bakıp kendisine gülümseyen bu okul formasının içindeki kırmızı kravatlı kıza ne söylemek isterdi acaba Nurdan? Gerçekleştirmek isteyip de gerçekleşmesine zaman tanımayan kaderine yüreğinin ta derinlerinden kopan çığlığı yutkunurken boğazları öylesine acıyordu ki bu acıyı eliyle çenesini sıvazlarken bir “Ah!” derken bin ah dökülüyordu masaya.
Masanın etrafında kendisiyle aynı kaderi paylaşan dünyanın acımasızlığından bîhaber olan lösemili minik yürekler, bir dilim pasta yiyebilme umuduyla Nurdan’ın etrafında pervane gibi dönüp duruyorlardı. Nurdan yaşça onlardan büyük olduğu için her şeyin farkındaydı. Hasta bakıcıya bakarken durumunun iyiye gitmediğini, artık bahtsız ömrünün sonuna geldiğinin farkında olduğunu
hissettirircesine acı acı bakıyordu. Ama Nurdan bugün hem ruh hem de beden ağrılarını yüreğine gömmeliydi ve öyle de yaptı. Anne ve babası için unutulmaz bir doğum günü hatırası bırakacaktı Nurdan.
Doğum günü partisindeki annesi, babası, canından çok sevdiği erkek kardeşi, hemşireler, hasta bakıcısı ve kader ortağı olan minik yürekler, Nurdan’ın her bir eylemini izlemek için dizilmişlerdi masanın etrafına. Nurdan on dokuz yıllık ömrünün son doğum günü pastasını kesmek için pek de istekli görünmüyordu. Ama bunu anne ve babasını mutlu etmek adına ve hazin de olsa son kez onlara unutmayacakları bir anı bırakmak zorundaydı.
Anne ve babasının yüreğindeki yanan yangını daha da harlamamak adına annesinin elinden tutarak pastanın üzerindeki yanan mumları üflemeden önce kim bilir çektiği onca ıstıraplardan sonra artık Rabbinden kendisine cennet kapılarının açılması için dua ediyordu içten içten.
Derin bir nefes aldı, dileğini diledi sessizce. Körpecik günlerindeki resminin bulunduğu pastayı tekrar göz ucuyla süzdü. İçindeki ses:” Vay be Nurdan! Demek kendi ellerinle kendi ömrünün son nefesini elindeki bıçakla kesip hüznünü paylayıp seni sevenlere pay edeceksin, hem de çikolatalı,
kremalı, fırambuazlı bir tat katarak hem kendine hem de etrafındakilere yutturacaksın, acını tatlı diye satacaksın, sonbaharın hüznünü bahar diye yutturacaksın he! Vay be! Hay ben kaderin böylesine…! Son doğum günüm, belki de yeni bir başlangıçtır benim için, …cennete açılan yepyeni
bir başlangıç…Buraya kadarmış kurduğum hayaller, yaşamışlığım ve yaşanmışlığım. Dilek tutmalıyım şimdi. Gidin aklımdan geçen zavallı düşüncelerim. Gerçek dünyama gidin ve orada beni bekleyin. Son doğum günümde beni yalnız bırakın. Çık içimden iç ses, sus artık yorgunum hem de
çok yorgun. Daha pastamı keseceğim, hüznümü sevdiklerime pay edeceğim. Son nefeslerimi onlara” Sizi çok sevdim, hakkınızı helal edin!” cümlesi için saklıyorum ve bir de cennete gitmek adına tuttuğum dileği üflemek için.”
Nurdan derin bir nefes alır ve mumları üfler. Herkes alkışlar eşliğinde:” İyi ki doğdun Nurdan! İyi ki doğdun Nurdan! İyi ki doğdun! İyi ki doğdun! Mutlu yıllar sana!..”
Nurdan bıçağı eline alır ve liseli okul forması içinde kendi gözlerine bakan bu zeytin gözlü, sırma saçlı, kaderi baştan acı yazılan bu bahtsız baharın hüznünü odadaki herkese yetecek kadar paylara bölerek dağıtır annesinin yardımıyla. Son bir dilimi de kendisi için kendi tabağına koyar. Birer de meyve suyu kan kırmızı vişnelisinden etrafındakilere dağıtılır. Öyle ya acısı hafifler elbet Nurdan’ın! Sadece kendi payına düşeni koyar tabağına. Üzerine de bir kutu vişne suyu, kan kırmızısı ecel şerbetinden!.. Masanın kenarında tekerlekli sandalyesinde sessizce anlamsız bakışlar arasında kendi köşesine çekilir . Kendi payına düşenden bir gram fazlasını almayan peri kızı , hüznünün pay
edilmesiyle omuzlarındaki yükün de hafiflediğini hisseder. Çatalı elinde beklerken tabağındaki pastadan bir lokma yemeden önce meyve suyu paketine pipeti takıp bir yudum içer. Doğum günü için ne açılış ne de kapanış konuşması yapmıştı Nurdan. Gözleri her şeyi anlatıyordu zaten. Bir
dilim pasta ve bir kutu meyve suyu düştü bugün nasibine. Sükutunu bozmadan bir yudum daha çekti pipetinden. Sonra annesine bakıp hiçbir şey yokmuş gibi pastasından bir lokma ağzına götürür. Çiğner çiğner ama o bir lokmacık pasta, yağlı urgan gibi sıkar boğazını Nurdan’ın.
Nurdan babasına hiç dönüp bakmaz, bakamaz. Çünkü babasının yüreğinde taşımış olduğu acının, kendi yüreğindeki acının bin katı daha ağır olduğunun farkındadır. Babası çaresiz gözlerle Nurdan’ a bakarken Nurdan’ın ilk doğduğu gün, dün gibi gözlerinin önüne gelir. Onun doğumuyla evlerine kattığı huzurun, mutluluğun, bereketin katbekat arttığı o günü nasıl unutabilirdi ki? Şimdi o huzur, mutluluk, bereket bu babanın ellerinden kayıp gidiyordu. Zavallı adam, çaresizlikten, hiçbir şey yapamamaktan kendine öylesine kızıyor, kızdıkça gözleri bir alev parçası gibi kıpkırmızı kesiliyordu. Baba içinden:”Ah! Rabbim sana isyan mı etsem, şükür mü etsem? Bu nasıl bir acıdır?
Yaktın, kül ettin, Nemrut’un İbrahim’i odlara attığı gibi sen de beni onulmaz odaların ta ortasına attın. Öyle bir yandım ki “ Bulunmaz Gönlümdeki Odlara Su”. Rabbim bu acının tarifi, tanımı yoktur. Ben yandım hem de İbrahim misali yandım. Şükrüm sanadır. İsyan mı? Ne haddime…Dilimden semaya yükselen tek kelime : BAĞIŞLA!”…
KEZBAN SEKMEN