Bazen dersi mükemmel bilen, güzelce hazırlayan ve anlatmakta iyi bir usul takip eden bir öğretmen, dersinin yine dinlenmediğini görür. Zavallı çalışır, yırtınır, kendini parça parça eder, öğrenci yine esner, yine uyur. Acaba kusur kimde? İşte bunun farkında değildir. Bu öğretmen muhakkak ki kötü bir dil kullanıyor.
Bazı adam bir kelime ile anlatılacak bir şeyi sekiz kelime ile söyler. Bazısı on sekiz kelime ile söylenmesi icap eden mühim bir şeyi iki kelime ile anlattığını zanneder. Kimisi bir şey anlatıyorum diye kekeler durur. Ağzından kelimeleri kuyudan su çeker gibi alırız. Böyle adamlara tahammül edilmez; abur cubur şeyleri yemediğimiz gibi, kırık dökük lafları dinlemek de gücümüze gider. Buna mukabil bazı kimseler vardır ki onları dinlemekten büyük bir zevk alırız. Alelade, ehemmiyetsiz, bayağı bir şey anlatsalar bile seve seve dinleriz. İşte bu dinleyişin bütün esrarı onun güzel dilindedir. Birçok kimselerin dili irsi ve gayrişuuri olarak güzeldir. Fakat bu işin şuurlu ve ilmi tarafı da vardır ki öğretmene lâzım olan da odur. Buna dilin psikolojisi diyebiliriz. Bu psikolojiye vakıf olmayan öğretmen dersin ve çocuğun psikolojisinde allâme olsa yine tam değildir.
Burada yine bir müşahedemi kaydedeceğim, sabık Darülfünun müderrislerinden bir hocamız vardı. Bu adam bizim Darülfünunumuzu bitirdiği gibi Fransa’da da yüksek tahsil görmüştü. Demek ki az çok bir şey biliyordu. İşinde de çok samimi idi. Fakat biz onu hiç dinlemez ve zerre kadar istifade etmezdik. Çünkü hiçbir derste bir tek düzgün ve muntazam cümle söylemezdi. Her yarım cümlenin içinde muhakkak birkaç tane “Anlaşıldı mı efendim!”, “Evet efendim!” ve birkaç tane de Fransızca kelime geçerdi. Bir gün arkadaşlardan biri merak ederek saydı ve bir derste (170) tane yalnız (efendim) kelimesi kaydetti.
Bir insan muhatabına iki kelime söyler söylemez arkasından “Anlaşıldı mı efendim!” diye sorar mı? Ve her iki kelimede bir “efendim” sözünü hangi dilin mantığı kabul eder? Böyle bir derste elbette alakayı toplayacak ve dinlenecek muayyen ve açık bir konu kalmaz. Bu dersi dinlemeyen ve başka şeylerle meşgul olan öğrenci yerden göğe kadar haklıdır.
Dilin psikolojisi evvelâ doğru söylemeyi emreder. Öğretmenin sınıfta söylediği her cümle gramer ve sentaks manasıyla doğru ve tam olmalıdır. Yanlış ve eksik cümlelerin öğrencinin dikkatini dağıtması ve dersin mevzuundan uzaklaştırması çok psikolojiktir. Dersi anlatırken ikide birde (anlaşıldı mı?), (evet), (evet efendim), (efendim), (böyle), (şey),( nasıldı?) gibi manasızlıkları tekrar etmek de bir öğretmene hiç yakışmayan geylerden ve en büyük ayıplardandır. Bu kelimelerin ikinci bir psikolojik tesiri de öğrenciyi, öğretmenin zaafını ve bilmediğini telkin ederek onu dersten soğutmaktır.
Aslında, dilde bocalamanın birinci sebebi dersi iyi bilmemektir. Fakat doğru anlatabilmek için de dili iyi bilmek lazımdır. Öyle zannediyorum ki son zamanlara kadar mekteplerimizde en fazla ihmal edilen buydu. Birçok öğretmen doğru bir dille anlatmadıkları gibi düzgün bir dille anlatmaya çalışan öğrenciyi de “edebiyat istemez” diye bozarlardı. Bilhassa eski fen ve riyaziye öğretmenleri bu hususta büyük garabet gösterirlerdi. Kendileri dili iyi bilmedikleri için hiçbir zaman düzgün bir takrirle ders veremez, müzakere ettikleri zaman da öğrenciden böyle bir şey istemezlerdi. Sorulan suale öğrenci cevap vermeye başlar, öğretmen bir iki kelime ile çalıştığı veya bildiğini anlayınca onu hemen susturur, sözünün alt tarafını dinlemezdi. Yazılı imtihanlarda laf yazılmaması sıkı sıkıya tembih edilirdi. Bu muamele tabii çocuklara sözün lüzumsuz ve kıymetsiz olduğunu telkin eder ve modern öğrenci yerine mücerret kafalı dilsiz birtakım garip yaratıp yetiştirirdi. Dil aynı zamanda, yurt ve tarih gibi en yüksek hürmete lâyık bir milliyet unsurudur. Onun doğruluğu ve güzelliği hususunda titizlik göstermek, yüksek milli terbiye icabatındandır. Bunu çok güzel takdir eden yeni programlarımız dil ile alakadar olmayı, ders tefriki yapmaksızın, bütün öğretmenlere yüklemektedir.
Dersi iyi dinletebilmek için dil psikolojisinin emrettiği ikinci şey, güzelliktir. Gramer ve sentaksca doğru olan cümleler her zaman dinlenmeye lâyık olamaz. Alt alta dizilen bir sürü doğru cümleler, çok defa yorucu ve sıkıcı olabilir. Fakat başka bir öğretmen aynı fikirleri hiç değiştirmeksizin en cazip bir şekle koyabilir. Ve işte biz o zaman buna güzel deriz. Seve seve dinler ve anlarız. Bunun en canlı misali, aynı mevzuda yazı yazan birçok muharrirden bazılarının eserlerini, hiç okumak istemediğimiz halde bazılarını güzel bularak lezzetle okumamızdır. Buradaki güzellik Taine’in ve Guyo’nun fikirlerine uygun bir kuvvet tasarrufudur. Yani bize anlatılmak istenenin en kuvvetli hatlarla fakat en kısa yoldan ve kolaylıkla zihne girmesidir. Fena bulduğumuz muharrirleri de okusak onlardan da bir şeyler duyar ve anlarız. Fakat kendimizi sıkarak ve yorarak. Çünkü kendimize lazım olan şeyleri birçok çerçöple beraber yoluyor ve ayıklayıncaya kadar yoruluyoruz. Burada keçi boynuzu misali de çok uygun düşer. Herhangi bir tatlı yemişi herhalde keçi boynuzuna tercih ederiz. Çünkü ağzımıza alır almaz tadını duyarız. Ötekinden üç beş lokma bal almak için bir çeki odun yemek lazımdır. Böylece çer çöpten ayıklanmış, süzülmüş, kendilerini en fazla kuvvetle ifade eden kelimeler ve kendilerine en fazla yakışan cümleler içinde sunulan fikirler de hemen zihnimize girer ve hoşumuza gider. Dilin bu hususla ilgili daha bir çok teknik incelikleri vardır. Güzel söyleyebilmek için bütün bu incelikleri bilmek, dilin bütün hususiyetlerini, edebi vasıflarını kavramış olmak lazımdır. Şüphesiz ki bu bir ihtisas işidir, bir sanat kârlıktır. Fakat iyi öğretmenin hiçbir zaman yabancı kalamayacağı bir sanatkârlık.
Yazar: Vasfi Mahir Kocatürk