Eleştiri Örnekleri

OKULSUZ TOPLUM TARTIŞMASININ BARINDIRDIĞI TUZAKLAR

Bir örgün eğitim kurumu olarak okul, insanlığın yerleşik yaşama geçtiği günden beri birey ve toplum yaşamındaki etkin ve yaşamsal yerini hep korumuştur. Teknik devrimin insanın düş dünyasının sınırlarını zorladığı günümüzde de okul; kendini güncellemeye devam etmekte, günün gereksinimlerine göre yeniden biçimlenmektedir. Okulun işlevini yitirdiği yönündeki kimi radikal – anarşist çıkışlar belki daha iyi bir okul arayışına dönük yapılan tartışmalarda akıl açıcı bir rol oynayabilir. Şu çok açık ki günümüz modern toplumu karmaşık bir iş bölümü üzerinden biçimlenmiş, özellikli iş gücü gerektiren, dinamik bir toplum. Bu düzeydeki bir toplumsal örgütlemeyi okulsuz düşünmek neredeyse olanaksızdır.

Bu yazıda “okulsuz toplum” tartışmasının kuramsal boyutuna girmeyeceğim. Bu başlıkla ilgilenen okuyuculara eğitim bilimci Kemal İnal’ın Mektepli Gazete’de yayımlanan “Okulsuz Toplum, Uzaktan Eğitim ve Online Yaşam” adlı yazısını özellikle öneririm. Ben, daha çok, son birkaç yılda çeşitli biçimlerde toplumun önüne konan “okulsuz toplum” tartışmalarının gizli bir arka planı olup olmadığı noktasına yoğunlaşmak istiyorum. Bizim gibi okulla görece daha geç tanışmış, kişi başına düşen ortalama eğitim süresi dört yılı zar zor bulan, 21. yüzyılda okuryazar bile olmayan epeyce yurttaşın(!) olduğu bir toplumda böyle bir tartışma hangi toplumsal, politik gereksinime karşılık düşüyor olabilir? Bu tartışmaların örgün eğitim süresini kısaltma, lise eğitimini üç yıla düşürme, öğrencilerin bir bölümünü açık liseye yönlendirme, devlet okullarının niteliğini iyice aşağı çekerek özel okulların önünü açma; böylece kamunun eğitim maliyetlerini düşürme çabalarıyla bir ilişkisi var mı? Çoğu zaman ne söylendiğine değil, sözün kim tarafından söylendiğine bakmak daha aydınlatıcı olabilir. Bu tartışmayı okul ve eğitim üzerine arayış içinde olan bir aydın topluluğunun yapması elbette akıl açıcıdır, yararlıdır. 

Marksistler eğitimi bir üst yapı kurumu olarak tanımlarlar. Sınıfsal yapıdan doğrudan etkilenen eğitim kurumu, bir yanıyla da o toplumdaki sınıfsal ilişkileri yeniden üreten ideolojik bir aygıttır. Bir başka deyişle bir toplumdaki eğitimin niteliğini ve niceliğini o toplumdaki üretim ilişkileri, bu ilişkilerin gerektirdiği toplumsal iş bölümü, daha çok da egemen sınıfın öncelikleri belirler. Örneğin Osmanlı toplumu sınırlı artı değer üreten; tarıma, hayvancılığa, zanaatkârlığa dayalı bir ekonomik yapıya sahipti. Organik enerjiye dayalı bu yapının çok geniş bir eğitim örgütlenmesini doğurması olanaklı değildi. Eğitim daha çok yönetici sınıfların kullanabildikleri ayrıcalıklı bir haktı. Askeri sınıf ve ilmiye sınıfı bu hakkı kullanan ayrıcalıklı kesimlerdi. Enderun, çeşitli askeri okullar ve medreseler İmparatorluğa üst düzey yönetici yetiştiren eğitim kurumlarıydı. Sıbyan mektepleri, loncalar, tekke, zaviye ve dergâhlarsa geniş halk kitlelerinin gereksinimlerine dönük kurumlardı.

Eğitimin kitleselleşmesi, temel bir insan hakkı olarak kabul görmeye başlaması son iki yüz elli yılda modern Avrupa toplumunda ortaya çıkan gelişmelerle ilgilidir. Modern kapitalizm de çok büyük oranda bu iki olgu üzerinden yükselir. Bu gelişmelerden ilki büyük Fransız Devrimi, ikincisi de Sanayi Devrimi’dir. Fransız Devrimi; anayasal toplumu, yurttaşlık kavramını ortaya çıkarmış; böylece toplumun yoksul kesimlerinin de en azından kimi temel hakları yasal güvenceye kavuşmuştur. Bu hakları emekçi kesimlerin mücadele ederek, büyük bedeller ödeyerek kazandıklarını özellikle vurgulamakta yarar var. Belli bir güvenceye kavuşan haklardan biri de eğitim hakkıdır.

Kıta Avrupa’sında eğitimi nitelik ve nicelik bakımından etkileyen temel gelişme Sanayi Devrimi’dir. Sanayi Devrimi; geleneksel üretim biçimlerini tasfiye etti, yeni bir toplumsal düzeni, yeni toplumsal sınıfları, iş bölümü biçimlerini ortaya çıkardı. Kas gücünün yerini makine, küçük işletmelerin yerini fabrikalar aldı. Eğitim de bu yeni, modern toplumun gereksinimlerine göre biçimlenmek zorundaydı. Yeni toplumsal düzenin mühendislere, işletmecilere, bankacılara, pazarlamacılara,nitelikli işçilere, bunları yetiştirecek nitelikli öğretmenlere gereksinimi vardı. Özellikle 19. yüzyılda eğitim kurumu yeni burjuva toplumunun, kapitalist üretim biçiminin gereklerine göre hem nitelik hem de nicelik bakımından büyük bir dönüşüm yaşadı. 20. yüzyılda yaygınlaşan demokratik ve sosyalist devrimler, eğitimin halkçı ve toplumcu yönünü güçlendirdi. Eğitim hakkı, Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’nin en öncelikli maddelerinden biri oldu. Eğitim bilimi (pedagoji) alanında büyük bir külliyat ortaya çıktı. 

Bizde eğitim alanındaki ilk yenileşme çabaları 18. yüzyıl sonlarına denk düşer. Batı uygarlığı karşısında hızla gerileyen Osmanlı İmparatorluğu zorunlu olarak Batı’ya yöneldi. Asıl ciddi adımlar ise 19. yüzyılda atıldı. Tanzimat Fermanı ile Batılılaşma sürecine hız veren İmparatorluk, hem eğitimin içeriğini laikleştirmeye hem de eğitimi yaygınlaştırmaya çalıştı. Bu mirası devralan Türkiye Cumhuriyeti belki de en köklü yenilikleri eğitim alanında yaptı. Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitimdeki ikiliğe son veren genç Cumhuriyet, Köy Enstitüleri ile köylüye ulaşmaya çalıştı. Cumhuriyet’in bütün engelleme çabalarına karşın eğitim alanında belli bir başarıya ulaşıldığını söylemek olanaklıdır. 

Ne Değişti?

STEM, Endüstri 4.0, Yapay Zekâ, Robotik Eğitim, 3D Tasarım, Eğitimde Yapılandırmacı Yaklaşım, Artırılmış Gerçeklik, Teknoloji Vadisi… Günümüzde eğitimin sorunlarını ana çizgileriyle yukarıdaki kavramlar üzerinden tartışmaya zorlanıyoruz. Hâlbuki yukarıdaki kavramlar çözümün değil, sorunun merkezinde duran neoliberal dünyaya ait kavramlardır. Bu terminoloji, eğitimi temel bir insan hakkı olmaktan çıkaran, küresel kapitalizmin gereksinimi doğrultusunda yeniden biçimlendirmeye çalışan çevrelerin dilidir. İlk duyduğumuzda hepimizi etkisi altına alan bu parıltılı kavramaların üzerinde biraz derinleştiğimizde hiç de masum olmadıkları kolayca anlaşılır.

Günümüzün en büyük sorunu kapitalin, bilginin, teknolojinin tarihte hiç olmadığı kadar tekelleşmesidir. Artık robotik üretime geçen burjuvazi, görece daha sınırlı ama oldukça nitelikli bir iş gücüne ihtiyaç duymaktadır. Bu iş gücünü de kendi gereksinimleri doğrultusunda açtığı özel eğitim kurumlarından sağlama eğilimindedir. Bir taraftan eğitimi özelleştirerek bu alandan kâr elde edecek; öte taraftan bu okullardan gereksinim duyduğu esnek, nitelikli, ucuz iş gücünü yetiştirecek. STEM okulları aşağı yukarı böylesi bir düşüncenin ürünüdür. Günümüz neoliberal kapitalizmi hem mühendisin hem de işçinin yaptığı işi birlikte yapacak yeni bir çalışan tipine ihtiyaç duymaktadır.

Bugün insanlığın ulaştığı muazzam bilgi ve teknoloji birikimiyle bir dünya cenneti yaratmak olanaklıdır. Ancak bu birikim, küçük bir azınlığın tekelinde kaldığı sürece dünya geniş halk kitleleri için her geçen gün biraz daha yaşaması zor bir yer olacaktır. Gittikçe tekelleşen zenginlik, bilgi, teknoloji her gün biraz daha distopik bir dünyanın günahkâr araçlarına dönüşmektedir. Günümüzde zamanının büyük bir kısmını çalışarak geçirdiği halde temel gereksinimlerini karşılayamayan, çöplerden beslenen, sokakta yaşayan insanların Kafka’nın böceği Samsa’dan hiçbir farkı yoktur. İnsanlığın binlerce yıllık ortak emeğinin ürünü olan bilgi, teknoloji… geldiğimiz noktada hayata yabancılaşmış; insana ve doğaya düşman kesilmiştir. Bu yabancılaşmanın en çok gözlendiği alanlardan biri de eğitimdir.

Okul, tarih boyunca insan uygarlığının dinamosu olmuş köklü bir kurumdur. Bugünkü toplumsal düzenin okulun içini boşalttığı, okulu işlevsizleştirdiği de bir gerçektir. Okulun sorunlarını, okulu topluma yabancılaştıran bu düzenden bağımsız tartışmak gölgemizle kavga etmekten farksızdır. Bizler okul ve eğitim sorununu toplumcu bir perspektiften ele alarak çözüm önerilerimizi ortaya koymak ve bu neo liberal kuşatmayı kırmak zorundayız. Çünkü bizler için okul; insan ve doğa merkezli, eşit, barışçıl, özgür bir dünya ütopyamızın olmazsa olmazıdır.

Turgay ÇİMEN

Yazdır

Yazar hakkında

admin

1 yorum

  • Bir örgün eğitim kurumu olarak okul, insanlığın yerleşik yaşama geçtiği günden beri birey ve toplum yaşamındaki etkin ve yaşamsal yerini hep korumuştur. 🤔

    Kanıtı var mı? Nerede hangi toplumda ne rol oynamış?

Yorum yap