Eleştiri Örnekleri

Ölmez Otu Romanının Eleştirisi

fethi naci

Fethi Naci

“Ölmez Otu” yeni bir bakış açısı getiriyor, Türk romancısının Türk köylüsüne bakışını değiştiriyor. Şimdiye kadar romancılarımız genellikle bir araç olarak bakmışlardır köylüye: Bir toplumsal gerçekliğin anlatılması için bir araç, bir davanın savunulması -ya da yerilmesi- için bir araç… Bir dekoratif unsur… Hep “roman malzemesi” olarak düşünülmüştür “köylü”. “Ölmez Otu”nda Yaşar Kemal “insan” olarak bakıyor köylüye, “roman malzemesi” olarak değil. Ve bunun için o, uzaktan bakılınca hep birbirlerine benzer görünen köylülerin hiç de birbirlerine benzemediklerini, öyle akla kara gibi şematik tasniflerle köylülerin anlatılamayacağını, hepsinin ayrı bir iç dünyası olduğunu, bireysiz olduğu söylenen köy topluluklarında unutulmaz bireysel dramların yaşanabileceğini ustaca gösteriyor.

Yaşar Kemal, ünlü üçlüsünün en başarılısı olan “Ortadirek”te Torosların ardındaki bir köyün insanlarının pamuk tarlalarında ırgatlık yapmak için Çukurova’ya gidişlerini, Türk köylüsünün tabiatla savaşını, köylülerin sefaletini kolay kolay erişilemeyecek bir mükemmellikte anlatmıştı. Sonra, “Yer Demir Gök Bakır”da güçlükler içinde bunalan; yaşama şartlarını değiştirmek için bir umutları, bir düşünceleri olmayan köylülerin, insanoğlunun naçar kaldıkça başvurduğu o ölümsüz çözüme, bir mit yaratmaya başvurduğunu, Taşbaşoğlu’nu bir ermiş hâline getirdiğini, gerçeklerden kaçışı bu ermişe sığınmakta bulduğunu anlatmıştır. Yer yer sözü uzatarak. Kimi zaman gereksiz ayrıntılara dalarak.

“Yer Demir Gök Bakır” bir köy topluluğunun bir mit yaratmasının hikâyesiydi. “Ölmez Otu” ise bir yandan değişen şartlar içinde bu mitin yıkılışını anlatırken bir yandan da bir kişinin bir cinayet mitini yaratışını anlatıyor. İlk iki romanında, o korkunç sefalet karşısında duygulanmalara kapılmadan büyük bir serinkanlılıkla ve bir “romancı” gözüyle köyün ekonomik ve sosyal gerçekliğini, köylülerin yaşama ve çalışma şartlarını veren Yaşar Kemal’in, bu romanında tek tek kişileri ele alması, nesnel şartları geri plana atarak doğrudan doğruya “insan”a eğilmesi çok tabii bir şey. Yoksa yeni bir şey söylemesi güç olurdu. Kaçınılmaz tekrarlar, bir tehlike olarak karşısına dikilebilirdi. Ama bence Yaşar Kemal’ in bu romanda önemli bir yanılgısı var, bunun için bilinçle yapmak istedikleri; bir yerde, Yaşar Kemal romanlarına özgü, yaşanmışlıktan gelen o güzelim sahihliğe aykırı düşüyor, yapmacık oluyor.

Toplumlar yaratır miti, yaratırsa bir kişi değil. Bunun için Memidik’in Muhtar’ı öldürmek düşüncesiyle haşir neşir olarak yaşayışından bir kişinin bir cinayet mitini yaratışına varamıyor Yaşar Kemal. Romancının bu işe bütün gücünü harcadığı yerler, Anadolu’ da “kan tutması” denen psikolojik durumu anlatmak için durmadan abartmalara başvurması, Memidik’in düş ve düşünce dünyasında bir yama olarak kalıyor. Organ nakli gibi bir şey. Memidik’in gerçek ruhsal durumlarıyla Yaşar Kemal’ in romancı ustalığı göstermek için yaptıkları, üst üste çekilmiş fotoğraflara benzer bir bulanıklık yaratıyor.

Buna karşılık Yaşar Kemal, bilerek-bilmeyerek, Memidik’in kişiliğinde bir Hamlet, bir köylü Hamlet yaratıyor. Bir görev, giderek bir tutku hâline gelen o öldürme saplantısı, bocalamalar, korkular, kaygılar, düşle gerçek arasında bocalamalar, kurtulmak için çabalamalar… Memidik’i bize özgü bir Hamlet yapıyor. Memidik, bu davranışları içinde gerçek bir Memidik oluyor.

Bir kişinin mit yaratmasını anlatırken başarısız olan Yaşar Kemal, bir mitin yıkılışını anlatırken alabildiğine ustadır. Başarılıdır. Bu, öyle sanıyorum, miti yıkanın gene bir insan topluluğu oluşundan ve bu yıkışın gerçek sebeplere bağlı oluşundan ileri geliyor. Naçar kaldığı için Taşbaşoğlu’nu ermiş yapan köy topluluğu, işler yoluna girince, yani bol pamuk toplayıp cepleri para görünce, böylece Adil Efendi tehlikesi savuşturulunca “Ermiş Taşbaşoğlu” fikrini sürdürür gibi görünürse de öfkesini Taşbaşoğlu’ nun canlısından alır, rezil eder onu. Taşbaşoğlu’ nun rezil edilişi, sanki köy topluluğunun bir özeleştirisidir. Bir yandan “Taşbaş’ın canlısı”nı alaya alırlar bir yandan da yağmur yağmaması için dua ederlerken ondan medet umarlar: “Pir Lokmanlar soyu, sultanlar sultanı, ermişler ermişi Taşbaş Efendi… ” Duaya Taşbaş da katılır: “Taşbaşoğlu iyice şaşırmıştı. Artık ayakta duracak, konuşacak gücü de kalmamıştı. Usulcana, cansız, ‘Taşbaş Efendimiz’ derken yere yığılıverdi, oturdu. Kimse bunun farkına varmadı.” (s. 252). Köyünün insanları “Ermiş Taşbaş”ı “Köylü Taşbaş”tan soyutlamışlardır. Taşbaş da bu soyutlamaya katılınca, köylü Taşbaş da Ermiş Taşbaş’tan medet umunca artık Taşbaş’ın sonu gelmiş demektir. Karpuz hırsızlığının ortaya çıkışı… Köylülerin “Evliyaya bakın… Karpuz hırsızlığına geliyor!” diye alay edişleri, Muhtar’ın kışkırtması sonucu uğradığı hakaretler… Muhtar’ın sözleri: “Demedim mi ki bu köylü insana böyle yapar? İşine gelince başına taç eder geçirir, ermiş yapar, (… ) işi bitince de vurur tekmeyi işte böyle rezil rüsva yapar.” (s. 289). Taşbaş da durumun bilincindedir: “Köylü beni ermiş etti ya, darlıkta etti. Pamuk iyi olunca, köylü çok pamuk toplayınca, Adil Efendi korkusunu, açlık korkusunu arkaya atınca beni tutup ermiş yaptıklarına utandılar. Bana tapındıklarına utandılar. (…) Gene bana ya eskisi gibi tapacaklar ya da beni yok edecekler. Varlığıma dayanamıyorlar.” (s. 292). Ali, ayrımı iyi belirtiyor: “… köylü senin ermişliğini kabul etmiyor. Taşbaşoğlu’ nu kabul ediyor da seni etmiyor. Keşke gelmeseydin.” (s. 294). Vicikvicik, Taşbaş’ı döver ama ermiş Taşbaşoğlu’nun buyruğundan dışarı çıkamaz, Muhtarla konuşmaz.

Yaşar Kemal, köylüleri “olduğu gibi” veren bir romancı. Uzaktan uzağa sefaletini gördüğümüz, kurtuluşu için düşünceler ileri sürdüğümüz ama iç dünyasını pek bilmediğimiz köylüleri; seven, öfkelenen, yalan söyleyen, mit yaratan, iyilik eden, kötülük eden, inandığı için dövüşen, kaytaran. insanlar olarak Yaşar Kemal’ de buluruz. İnsanları akla kara diye ayırmak, kalın çizgilerle işin içinden sıyrılmak yoktur onda. Bunun içindir ki “Köylüler yalnız aşikâr olan şeyleri söylerler. Gerisi yüreklerinde çöreklenir kalır.” (s. 195) sözünü onda okuyabilirsiniz. “Öfkelenmeleri gerekti. Ali’yi buldular.” (s. 195) yargısını o verebilir. Ama bundan ötesini de gene onda bulursunuz: Bütün öfkelerini Ali’den alan, Ali’yi ölesiye döven köylüler, dövdükten sonra ona en dostça ilgiyi de gösterirler. İlk yumruğu atan Gömleksizoğlu, sabaha kadar Ali’ nin başında bekler. En büyük kışkırtıcı Zalaca, “Ali’nin yatağının üstüne buruşmuş ama hoş kokulu bir dağ elması” (s. 215) koyar. Yaşar Kemal, köylülere bir roman malzemesi olarak değil yaşayan, iç dünyası olan insanlar diye bakar. Şematizmden kurtulmuş bu çok yanlı bakışı, bizim, Türk köylüsü hakkındaki, insan hakkındaki bilgimizi zenginleştirir. Yaşar Kemal’in getirdiği bilgi, böylesi bir “edebiyata özgü” bilgidir; birtakım sosyal, ekonomik bilgilerin roman kahramanlarının ağzından dökülüşü değildir.

“Ortadirek”te Uzunca Ali anasını köyde bir başına koyup Çukurova’ya gidememişti. Ama “Ölmez Otu’nda, bıçak kemiğe dayanınca Meryemce’yi -yiyeceğini, içeceğini hazırladıktan sonra- köyde bir başına bırakırlar. Meryemce’ nin yalnızlığını, bir can yoldaşı özlemini Yaşar Kemal çok güzel anlatır. Romanın en sevdiğim bölümlerinden biri Meryemce’nin köyde bırakılmış tek canlı olan horozla ilişkileri. Meryemce, günlerce uğraştıktan sonra horozu yakalar. Ateşi yakar. Tam kesip pişirmek üzereyken… dayanamaz, horozu serbest bırakır: “Meryemce bir ocaktaki tepeleme köze baktı, bir ağılın üstündeki horoza: ‘Horozcuk, horozcuk’ dedi, ‘Meryemce’nin şu darı dünyadaki tek yoldaşı, acından ölse de Meryemce seni kesip yiyemeyecek. Allah güzel sesini eksik etmesin Meryemce’ nin kulaklarından. Horozcuk, horozcuk, güzel sesli, güzel tüylü horozcuk… Meryemce’nin can yoldaşı’…” (s. 277). Belki uzaktan uzağa, Çehov’un, acısını anlatacak kimse bulamadığı için atına içini döken hikâye kahramanı gelir aklınıza. Ama Yaşar Kemal’in Meryemce-horoz ilişkisini anlatmadaki ustalığı da bir Çehov mükemmelliğindedir. Aynı Meryemce’nin, Ömer köye döndükten sonra yani bir can yoldaşı bulduktan sonra horozu kesip pişirmesi de ilk yakalayışta serbest bırakması kadar insanidir.

Roman üçlü bir bitişle sona erer. Köylüler Taşbaş’ ın ölüsünü bulurlar: “Kara gözleri açıktı, canlı gibiydi, büyüktü. Suyun altındaki gözleri açılır kapanır gibi oluyordu. Ölü azıcık da gülümsüyordu. Azıcık da üstünde yarı düş görür, yarı hayalde, yarı uykuda bir hâl vardı.” (s. 342). İçi kibrit dolu bir naylon torba göğsünün üstündedir. Kibritler… Mamul madde olarak oyuncak olarak bütün düşlediği sadece kibrit olan, para ile kibrit almayı bilmeyen, kiraz çubukları toplayıp bunları kibritle değiştiren küçük Hasan’ın hediyeleri… Ermişle çocuk… Taşbaş’ın sonu, Memidik’in kurtuluşunu yani Muhtar’ın sonunu tayin eder. O zamana kadar Muhtar’ ı öldürmek gücünü kendinde bulamayan Memidik, tapınırcasına bağlı olduğu Taşbaş’ın bu hazin sonu karşısında Muhtar’ı öldürür: “Sağ eli güneşte üç kere parladı, kıvılcımlandı, indi kalktı, indi kalktı.” (s. 348).

Yaşar Kemal, bir Türk köylüsünde de bir Shakespeare kişisinin yaşayabileceğini gösteriyor bu romanıyla. Gücü, yaşantısına bağlılığından geliyor. Lukacs’ın bir sözünü anmanın yeridir: “Edebiyat gerçek yaşantıya dayanır; kararlar, ne kadar iyi niyetle varılmış olurlarsa olsunlar, yaşantının yerini tutamazlar.”

Fethi Naci

Yazdır

Yazar hakkında

admin

Yorum yap