Metnin anlaşılmasını sağlamak için güzel okumaya ihtiyaç vardır. Bir metnin anlamına varabilmek, şair ya da yazarının düşünce ve duygu dünyasına girebilmek ancak güzel, kusursuz bir okuyuşla mümkündür. Her şeyden önce okuma sanatını kavramalıyız.
Biz kendi deneyimlerimize dayanarak okuruz. Biz, evvelce gördüğümüz, işittiğimiz, tattığımız ve hissettiğimiz şeylerden yararlanarak okuruz. Biz evvelce almış olduğumuz heyecanı, yaşadığımız aşkı, geçirdiğimiz korkuyu, duyduğumuz nefreti tadarak okuruz. Okumayı öğrenmek gerçek anlamıyla zihni malzemelerimizi genişletmek ve o malzemeyi yaratıcı bir tarzda kullanmayı öğrenmek demektir. Biz okurken yazarın zihni malzemesiyle değil, kendi zihni malzememizle okuruz. Biz okurken yazardan bir şey alırız. Fakat bu alışımız yazarın bize anlattığı doğrudan doğruya anlamak şeklinde değil belki eski tecrübelerimizden yeni tarzda yararlanmamız için teşvik etmek suretiyle ortaya çıkar.
Okumayla İlgili Bir Yazı
Bundan 20 yıl önce bir Avrupa dergisinde “Dünya Ormanları Tehlikede” başlığı taşıyan bir yazı okumuştum. Avrupa’nın en çok okunan gazetelerinden birinin sahibi olan yazar dünya üzerinde çok fazla kitap, gazete, dergi çıkması yüzünden dünya ormanlarının günün birinde kağıt haline gelmek tehlikesinde olduğunu yazmaktaydı.
İnsan, okumanın ne büyük bir ihtiyaç olduğunu başka memleketlerde görüyor. Bu memleketlerde insanlar trende, tramvayda… her yerde okuyorlar; hatta okumaya yeter vakit bulamadıkları için, eldeki zamandan daha fazla faydalanmak çarelerini arıyorlar.
En çok kitap okumakla meşhur olmuş memleketlerde okuma merak ve zevki, pek çok kimselerde, kendiliğinden doğmuyor; ticaret maksadıyla da olsa onu beslemek için, bizim çocuk kitabı haftamıza benzer türlü çarelere başvurulur.
Paris’te bulunduğum senelerde bunun eğlenceli denebilecek pek çok şekillerine rastladım. Mesela oturduğum mahalledeki lüks bir kadın kuaförünü hatırladım. Komşu olarak bir gün bu dükkandan bana bir davetiye geldi. Dükkanda yeni basılmış bazı kitapları ve yazarlarını tanımak için bir kokteyl veriliyordu. Meslekler arasında bazı acayip yakınlıklar vardır. Nitekim berber dükkanlarının kültür yayını işinde öteden beri bizde de az çok bir rolleri görülür. Hele bunların büyükçelerinde sıranızı beklerken elinize bir gazeteyle bir mizah dergisi yahut resimli bir magazin dergisi tutuşturulur. Bugüne kadar pek isimlerini de bilmediğimiz bu dergi ve magazinleri karıştırarak resimlerine bakar; karikatürlerine gülümsersiniz… Fakat bahsettiğimiz Paris kuaföründe tertip, büsbütün başkadır. Dükkanın çok geniş olan bekleme kısmı, görünüşü, lüks bir okuma salonu; gerçekte bir kitapçı dükkanıydı. Vitrinlerinde en yeni kitaplar teşhir ediliyordu. Sıra bekleyen bayanlar bunları karıştırıyorlar, sonra giderken bir iki tanesini çantalarına atıyorlardı.
Dünyanın sayılı fikir adamlarından biri okuma hakkında şöyle söylüyor: “ Herkes okuma ve öğrenmenin ne kadar zaman ve emeğe mal olduğunu bilmiyor. Ben bunun için seksen yıl harcadım, hâlâ da gayeme vardığımı söyleyemem.”
Halbuki çocuklar okula girdikten birkaç ay sonra okumayı öğreniyorlar; fakat bu okuma bir metni seslendirmekten ibarettir. Yukarıda sözünü verdiğimiz fikir adamlarının kastettiği anlamda okuma bir eseri yaşamak, onun yeni baştan inşasında rol almak ve bu sayede kendi hayat ve dünya görüşümüzü zenginleştirip derinleştirmektir.