Makale

Yine Böyle Bahardı-Yahya Kemal Beyatlı

Yahya Kemal Beyatlı’dan 1313 (1897) Harbi üzerine…

Yine böyle bahardı… Gazî Ethem Paşa’nın Alasonya’da Yunan hududunu trampete velvelesiyle geçerek bir hamlede Dömeke’ye gittiği zaman gene böyle bahardı. O anlı şanlı muharebe olalı bu mevsimde tam bir çeyrek asır olmuş. Hangi şehidin esrarengiz sesi bu yirmi beşinci sene-i devriyeyi kulağıma fısıldadı? Bilmiyorum, bu saatte gönlüm bütün o Teselya seferinin trampet sesleriyle, türküleri, neşeleri ile dolu.

Ah! O bin üç yüz on üç senesi, o güzel bahar. Vatanın bir ucundan bir ucuna akseden o “Eğil dağlar…” türküsü. Ethem Paşa’nın geniş gövdesi üzerinde o aslan başını andıran başı! O kumandanlar! O askerler! O güzel yaz!

Felek müstesna bir talih olmak üzere Yunanistan’ı karşımızda bir defa, tek başına bulundurdu. Rumeli, Plevne’den beri; Anadolu, Gedikler’den beri mahzundular. Girit Müslümanlarının sürekli bir Kerbelâ faciasını andıran hâli yürekleri yakıyordu. Yunanistan bermutat küstahtı, azgındı, mütecavizdi. İzmir, İstanbul ve Selânik limanlarında keyfine göre ticaret ediyor, Girit’te keyfine göre kıtal yapıyor, hem öldürüyor, hem gülüyordu; devletle hem münasebetteydi hem muharebede!

Onu güldüren ve bizi ağlatan bu uzun üzüntülü oyun feleğin sabrını tüketti. Harp ilân edildi. Harp ilân edildiği vakit bütün cihan Veliahd Prens Konstantin’in Yunan ordularıyla Rumeli’yi baştan başa yarmasına intizar ediyordu; arzın beş kı’tasındaki kafalar, Yunan taftafüruşluğuyla bu derece dolgundu; Alasonya hududunda küçük bir müsademeyi, Yunanlılar bütün kâinata, zaferin ilk kanat darbesi gibi haber vermiştiler, fakat göz yumup açınca, Yunan orduları çözüldüler. Tırnova’dan Turhala’ya, Turhala’dan Yenişehir’e Yenişehir’den Golos’a en sonra Dömeke’ye, kadar bir “Erkete!” feryadı koptu. Yunan orduları trampete fırtınasından kaçıyordular; o kadar ki bu kaçışı gören
Türk şairi:

Görünmüyor nereye gitti asker-i Yûnan?
Hurâfe miydi aceb nâm-ı leşker-î Yûnan?

dedi. O mücehhez, her şeyi hazır, kendi toprağında harp eden Yunan askeri, tabanları ensesine vurarak, ri’cat etmişti. Firarın şüyuuyla beraber Yunanlılık aleyhine dönenler hâlâ hayrettedirler. Bu görülmemiş rezaletin sebebini keşfedemiyorlardı. Fakat sebep gayet basitti; Yunanlılık ilk defa olarak, tek başına, arkadan değil, karşı karşıya harp ediyordu; har millet için tabiî olan bu türlü harp Yunanlılığın fıtratına mugayirdi. Yunanlılık, fıtratına mugayir olan böyle bir harbe girişemedi bile…

Harp halinde “askerî bir gezinti” diye yâd edilen bu Teselya harbi vatanın son sürekli sevinciydi. Millet bu harbi kalbinin bütün kuvvetiyle hissedilmişti. Anadolu’nun, Rumeli’nin her tarafından bir türkünün sesi işitiliyordu:

Eğil dağlar, eğil üstünden aşam.
Yeni tâlim çıkmış varam alışam.

Yeniçeri ve sipahiden kalma canlı türkülerimizden beri bu kadar samimi güfte bu kadar savletli bir beste vatanın havasında dolaşmamıştır diyebiliriz.
Eğil dağlar, eğil üstünden aşam.
Yeni tâlim çıkmış varam alışam.

Köyler bu türküyle boşalıyor, trenler bu türküyle geçiyor, vatanın her köşesinden Alasonya’ya, Alasonya’dan Dömeke’ye kadar bu türkü rüzgâr gibi esiyordu.

Eğil dağlar, eğil üstünden aşam.
Yeni tâlim çıkmış varam alışam.

Vatanda birdenbire esen bu güzel havanın manasını Sultan Abdülhamid anlayamadı, anlayabilseydi devrine, tam müsait, yeni bir istikamet verir, kendini de milletini de bahtiyar ederdi. Başından muannit bir kâbusu atamayan bu padişah yalnız o günlerde biraz başkalaştıydı; anî bir ilhamla sarayına kapadığı Plevne kahramanını çıkardı, Selânik’e kadar gönderdi idi, Plevne’yi rüyada gören Rumeli, Gazi Osman Paşa’nın Tesalya’ya gideceğini haber aldığı zaman Selânik’e aktı. İhtiyar gaziyi orada “Beş çınar” bahçesinde, son defa olarak dünya gözüyle gördü; o gün talihin güzel bir tesadüfü olarak Yenişehir sukut etmişti. Halk bu haberi orada Plevne kahramanından öğrendi. O gün eski Rumeli’nin son güzel günüydü.

Ah o harbin hatıraları… Bu saat düşünürken “rüya mıydı?” diyorum. Tesalya’da o döğüşenler bugün yaşıyorlar. Mamafîh o harp eskiye gömülmüş eski muharebelerimiz kadar mensi görünüyor.

Evet o bir rüya idi, çünkü harp nasıl olur? Yunanistan, mütarekeden sonra İzmir rıhtımına çıktığı günden itibaren bize öğretti. Tesalya harbinde biz muzafferdik; ne katliam ettik, ne köyleri yaktık, ne ırza taarruz etmek hatırımızdan geçti; orada bir düziye ordularımız yürüyordu, Rum hemşehrilerimiz İstanbul, Rumeli ve Anadolu şehirlerinde şen ve şatır alışveriş ediyorlar, kahvelerinde meyhanelerinde eğleniyorlar, istedikleri gibi konuşuyorlardı; her zamanki kadar taarruzdan masum ve müsterihtiler. Bir gün tanıdığım bir zat o zamanı tahattur ederek: “Hakikaten biz o zaman Rumlara karşı ne kadar kayıtsızdık, Yunanistan’la bir münasebetleri olup olmadığını düşünmedikti bile…” diyor, şaşıyordu. Garip bir tabirle 1313 harbine “Yunan Harbi” diyoruz, o Türk harbiydi. “Yunan Harbi” bugün gözümüzün önünde Eskişehir’den Biga’ya, İzmir’e, Aydın’a cephe arkasında geçen harptir.

Fena bir rüyanın içinde iken, güzel bir rüyanın yirmi beşinci senesine girmişiz, daha basit hâdiselerin sene-i devriyelerini tes’it ediyoruz. Acaba bu şanlı hatırayı tes’it etmek hatırdan geçmiyor mu?

Not: 1313 (1897) Harbi, Osmanlı-Yunan harbidir. Osmanlı’nın kazandığı son harptir.

Yazdır

Yazar hakkında

admin

Yorum yap