Roman Yorum-Özet

NERMİN YILDIRIM- MİSAFİR -Kitap Yorumu

 

Hep Kitap- 329 sayfa- 2018

“Yağmur damlaları, alnımı, yanaklarımı öpüyor. Başımı geriye atıyorum, dünya gözlerime yağıyor.”

Hayal mi gerçek mi? Hangisine inanmak lazım. Belki de inanmamak mı lazım? Sizce hayal olan başkasının gerçeği olamaz mı yani? Olabilir. Buna kim, neden karışsın ki. Ne gereksiz safsata bunlar. Bu roman size hayal ile hakikat arasında kalmış olan araf yolculuğu sunuyor. İyi okumalar, demek adet olmuş amma velakin bu roman için iyi seyirler demek sanırım daha makul olacaktır.
Canım Rikkat, orta yaşlarında akıl hastanesinde çalışan bir hemşire. İşine sadık, hastaların takibini iyi yapan, bir nevi insan sarrafı aslında. Hiç öyle Türk filmlerinde gördüğümüz herkesin arkasından iş çeviren hemşireler gibi değil. Ensesine vur al ekmeğini tarzında biri. Anaç tavrı ise çocukluğundan kalma. Travmalı bir çocukluğu yok aslında. Ona göre ise yaşanılmamış bir çocukluk var ortada. Anne sevgisiyle, ilgisiyle bezenilmemiş bir geçmişin tohumları ile büyümüş. Kızmıyor kimseye, gücenmiyor da. Ki kızsa da annesi bunu önemser mi bilinmez. (Bence umurunda bile olmaz annesinin.) Babası başhekimmiş Rikkat’ın şifa dağıtmış yıllarca; annesi ise şifa dağıtan değil şifanın ta kendisi olmuş konu komşuya hatta yedi düvele. Babası yıllarca kızmış annesine, annesi ise savunmuş şifa işini. Büyücü diye adı çıkmış, herkesçe bilinir olmuş. Büyü değil benim yaptığım, şifanın tarifi demişse de kimseyi inandıramamış hatta kendini bile. Gün dönmüş kendine bile şifa verememiş olacak ki hakkın rahmetine kavuşmuş. Tüm geçmişini bir çırpıda ortaya sermiyor Rikkat. Zamana yayıyor. Hatta bir gün ölmüş annesi hortlayıp geliyor da şaşırmıyor bile olan bitene. Annesini tanıyor çünkü. Her şeyi bekliyor annesinden, hortlamasını bile.
Can kız Esin. Nedenini bilse dahi “niçin”ini bilmiyor hayatının. Akıl hastanesine yatırılıyor. Kimsesi yokmuşçasına öteleniyor. Ki zaten belli ki kimsesi yok. Ne geleni oluyor hastaneye ne de gideni. Bir zaman sonra öğreniyor ki akıl hastanesinde kimsenin ziyaretçisi pek olmazmış. Nadir zamanlarda ise telefon görüşmeleri olurmuş bazı hastaların. Hayatla tek bağlantıları avluymuş. Gökyüzü ancak oradan nur yüzünü gösterirmiş onlara. Burada kalmanın kurallarından biri ise hastane demek yerine kaldıkları yeri “ev” bilmeleriymiş. “Hastane” demek yasak “Ev” demek lazım. Hemşire, doktor yok onun yerine abla, abi var. Bu kavramların tek sebebi sanırım kimin ne zaman evden çıkacak olduğunun bilinmemesi. Ki zaten bir kere eve gelen misafir birkaç kere daha eve geliyor. Misafirler de tam misafir ama. Hastalıklarının ufku epey geniş. Hatta hastaların hayal güçleri arşa değdi değecek durumda. Esin de bunlardan biri.
Rikkat, ölen annesiyle her gece evinde buluşuyor. Ahir ömründe kocası sevmiyor diye evine çekirdek bile almayan kadın, hortlayıp geldiğinde her gece kızının evinde çekirdek çitliyor., telefonda oyun oynuyor. Trajikomik aslında olan olaylar. Tabii ki Rikkat’a evinde de işinde de huzur verilmiyor. Akıl hastanesinde Esin’in yakın arkadaşının kendini öldürmesiyle işlerin rengi daha da değişiyor. Esin her gördüğüne katil damgası yapıştırırken zihninde, artık Ev’de tanıştığı Adalı ile de kaçış planlarını yapmaya başlıyor. Aslen Adalı kaçmak istemese dahi Esin’e yardım ve yataklık yapmayı kendine görev biliyor. Bu müthiş ikili kaçmaya dair tüm planlarını ayrıntıları ile yapıyor. Ev’e gelen bir kamyonun geliş gidiş saatlerini dahi tahminen hesaplar duruma geliyorlar. Derken işte o beklenen gün geliyor. Esin ile Adalı hazırlıklarını tamamlayıp kaçmaya çalışırlarken önce bir koku duyuyorlar sonra da kokunun sahibinin sesini. Rikkat! Özgürlüğe bu kadar yaklaşmışken ellerinden önce hayalleri uçup gidiyor. Süngüleri düşüyor. Ama yanıldıkları bir şey var ki o da Rikkat’ın amacının onları yakalamak değil, onlara yardım etmek olduğu. Meğerse Rikkat bunları gözlemlerken her şeyi fark etmiş, tabi kaçamayacaklarını da hal ve tavırlarından anlamış. O da başka bir plan kurmuş, adeta onlara özgürlüklerini hediye etmiş. Rikkat’ın planı ile gençlerin garip psikolojisi arasındaki ince çizgi yağmur damlaları ile ıslanıyor. Beklenen kötü son ise gerçekleşmiyor. Çok şükür ki başarıyorlar. Siz de derin bir oh çekiyorsunuz. Gökkuşağı özgürlüğe doğru yüzünü çeviriyor.
Yazar, öylesine derin psikolojik tahliller yapmış ki okurken kim deli kim akıllı karıştırıyorsunuz. Diline, kullandığı kelimelere, eski tabirlere bayıldım. Okurken uzakta bir yerlerden gramofondaki plağın cızırtısını duyuyorsunuz. Özgürlük, hiç bu kadar hüzünlü olmamıştı emin olun.

Yazdır

Yazar hakkında

Aslı Cansız

Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni

3 yorumlar

  • Aslı Hanım yorumlarınızı ilgiyle takip ediyorum. Kitapta altını çizdiğiniz yerler varsa onları bizimle paylaşır mısınız?

    • Çok teşekkür ederim.
      • “ Yağmur damlaları, alnımı, yanaklarımı öpüyor. Başımı geriye atıyorum, dünya gözlerime yağıyor.”
      • “Şimdiyse ilk defa, içimde bir yerlerde kendi kendimi serbest bıraktığımı hissediyorum.”
      • “En büyük şifa konuşmaktır, içerideki yaraları dışarı dökmektir.”
      • “Bir hayalin kırılmadan evvel son kez titreyerek kıpırdanışını duyuyorum içimde.”
      • “Zaman denen cadı bohçası dehşete düşürüyor beni. Limandan geri dönmeyecek kadar uzaklaşmış bir gemide hissediyor kendini.”
      • “Yere yığılmakla dünyayı yere yıkmak arasında gidip gelmiş.”
      • “İnsanların gözlerindeki kara deliklere alışkınım.”
      • “Asıl şanssızlar, neyi kaybettiklerini bilmenin lanetiyle cezalandırılanlarmış.”
      • “Şimdi geçmişe dair anımsadığım her anın hamurunda bir çimdik saadet var. En buruk hatıraları bile sırf ait oldukları zamanın hatrına bahsedilmiş bir haslet bu.”
      Altı çizilecek o kadar çok cümle var ki …

Yorum yap