TASA KUŞU (MASAL)
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler cirid oynarken, eski hamam içinde… Üşüdüm Allah üşüdüm, daldan armut düşürdüm. Armudumu yemişler, bana çirkin demişler… Çirkin değil, güzelim, inci, mercan dizerim. Ben mercandan geçemem, Aksaray’a göçemem… Aksaray’ın kilidi, bana vuran kim idi? Emmim oğlu Musacık, eli kolu kısacık… Çık çıkalım çardağa, taş atalım çaylağa; çaylak başın kaldırmış, ayvaları çaldırmış… Hani kâğıt, hani defter? Bir de gelmiş çevre ister; çevrede güller, sendeki diller; ben gider oldum, duymasın eller…
Bir memleketin birinde Sülün kız derler, bir kız varmış. Ne kimsenin bir tüyüne dokunur, ne de yerdeki karıncayı incitirmiş ama, Allah kalbine göre vermemiş yoksa… Günün birinde babasını elinden alınca bir korku gelip dalına binmiş:
“Ne bir dağda yağmurumuz var, ne bir bağda yaprağımız var; sönen ocağımızı ne ile yakacağız?”
diye, düşündükçe düşünür; ömrünü, gününü tüketirmiş… Anası bu korkuyu gözünden okuyunca:
“A Sülün kızım demiş; ne diye kara kara düşünüp durursun? İki el, bir baş içindir; geçinmeyecek ne başımız var! Ben çulha dokurum; sen gergef işlersin; gül gibi geçinip gideriz…”
Bu söz üstüne, korkuyu dallarından atıp işlerinin başına geçmişler; gece dememişler, gündüz dememişler; dokuyacaklarını dokuyup işleyeceklerini işlemişler; gözlerinin çırasıyla sönen ocaklarını yeniden yakıp, bir güne bir gün muhannete avuç açmamışlar, üstelik, dişlerinden tırnaklarından arttırdıklarıyla köyün üstünde bir dağ, dağın üstünde de bir bağ kurmuşlar, kurmuşlar ama, bu defa da kızın yüreğine bir kuruntu” düşmüş:
“Ya dağımızı sel alırsa, ya bağımızı yel alırsa! Bütün emeğimiz suya gider, yorulduğumuz yanımıza kalır…”
diye korktukça kurar, kendi kendini yiyip tüketirmiş… Anası, bu kuruntuyu da yüzünden okuyunca:
“Yapma kızım, etme kızım; yağmur yağmadan sele gitme kızım; ağzını hayra aç ki, hayır gelsin işine. Yoksa böyle ağrımayan başa yağlık bağlarsan, başını dertten kurtaramazsın sonra!”
Ana sözü yerde kalır mı; Sülün kız bu kuruntuyu da yüreğinden atıp koşulacağı gibi koşulmuş işe; kara toprağı alın teriyle öyle bir yoğurmuşlar, öyle bir yoğurmuşlar ki, aldıkları gövermiş gelmiş, dedikleri yeşermiş gitmiş; dağda, dağ olmuş; bağda da, bağ olmuş ya, insan buldukça bunar derler; Sülün kız, şimdi de kendini bir tasaya kaptırmasın mı!
“Ya asmada üzüm olmazsa; ya salkımı düzüm olmazsa… Ben bu dağa, dağ mı derim; ben bu bağa, bağ mı derim!”
diye, dövüm dövüm dövünmeye başlamış…
Anası, Sülün kızın olmayacak duaya amin dediğini ağzından duyunca:
“Aman kızım; dünyada her şey insanın elinde, avcunda değil; ne diye olur olmaz şeylerin tasasına düşüyorsun, Tasa dediğin ne korkuya benzer, ne kuruntuya; ismi var, cismi yok bir kuştur o! Nerede avare varsa, gidip onu bulur. Gayri ne dur bilir; ne durak, üzüntüden üzüntüye atıp dünyayı başına zindan eder adamın!”
demiş; daha da ne diller dökmüş ama, Sülün kız hangi şeytana uymuşsa, bu öğüdü kulağının ardına atıp kendini avareliğe vermiş…
Tasa kuşunun gözlediği de bu değil mi! Kaşla, göz arasında varıp kanatları arasına almış onu…
Sülün kız, bir de gözünü açıp bakmış ki, ne baksın; misli, menendi yok bir bahçe! Bir yanında kuşlar şakıyor, yanık yanık… Bir yanında sular akıyor oluk oluk… Ağaçlarında da türlü meyve, türlü koruk… O kuşlara kumru mu desem, kanarya mı desem, ne desem! O sulara şeker mi desem şerbet mi desem, ne desem! Meyvesini de ne siz sorun ne ben söyleyim; bulunsa bulunsa, Erem bağlarında bulunur belki…
Böyle bir yerde kimin gözü gönlü açılmaz ama, Sülün kız, o cıvıl cıvıl ötüşen kuşlara bakmış:
“Ah bin gözüm, bin kulağım olsa da, bin bir sesi birden duyup dinlesem!”
diye tasa çekmeye başlamış.
Sen misin, yok yere tasaya düşen! O anda bütün kuşların ağzı, dili tutulmuş; kumrular da susmuş, kanaryalar da, bir serçe bile kanadını kımıldatmamış…
O zaman, Tasa kuşu yaprakların arasından seslenmiş ona:
“Avare kız, avare kız! tasa dediğin öyle olmaz, böyle olur: Geçti gül, geçti bülbül… İster ağla, ister gül…”
Sülün kız, boyunca karalara batmış. Bu tasa yetmiyormuş gibi, bir de açlık gelip kapısını çalmasın mı! Sülün kız dal dal meyvelere bakmış:
“Ah şu ağaçlar Tuba olsa; eğil desem, eğilse; doğrul desem, doğrulsa!”
diye hayıflana hayıflana meyvelere uzanmış ama, ağaçlar el atıp tutmaya dal vermemiş, uzandıkça, onlar da başını yukarı kaldırmış…
Tasa kuşu, yine yaprakların arasından seslenmiş ona:
“Avare kız, avare kız; tasa dediğin öyle olmaz, böyle olur: Geçti ayva, geçti nar… İster taş ye, ister hardal!”
deyince, kızın yüreğine öyle bir ateş düşmüş, öyle bir ateş düşmüş ki, yanıp kül olmaya az kalmış. Gürül gürül akan sulara bakıp:
“Ah şu sular Kevser olsa… İçsem içsem kanmasam; güneş vursa yanmasam…”
diye, yana yakıla sulara eğilmiş ama, hikmeti hüda, sular da kuruyup çekilmiş; ne altın oluk bir damla su vermiş, ne gümüş oluk… Aman, yaman derken başını bir taşa vurmuş. Kim başını vurur da ayılmaz ki, Sülün kız ayılmasın:
“Ah anamın aşı, kuyunun başı… Ye tuzlu tuzlu, iç buzlu buzlu… Ya evde otur, gergef işle; ya bağa git, toprağı avuçla; dahası ne umurun!”
Demeye başlamış. Bir demiş, iki demiş, derken bir hışırtı işitmiş. Bir de dönüp bakmış ki, ne baksın; Tasa kuşu, ağaçların arasında kanat vura vura geçip gidiyor, kim bilir hangi avarenin başına konmaya!
O zaman, yüreğine öyle bir su serpilmiş, öyle bir su serpilmiş ki, Sülün kız; rahat bir nefes alıp,
“Ooh!” demiş; oh deyince de ak saçlı biri peydah olmuş:
“Oh dede benim; dile benden, dilediğini! Güler yüz mü istersin, tatlı dil mi?” Diye sormuş. Sülün Kız da:
“Oh dede, oh; güler yüz de isterim, tatlı dil de… İlle hepsinden üstün anamı isterim, anamı!” deyince, “Yum gözünü!” demiş dede; yummuş gözünü kız… “Aç gözünü!” demiş dede; açmış gözünü kız. Bir de görmüş ki, ne görsün, anasının dizi dibinde… Oh dedenin yerinde yeller esiyormuş ama, güldükçe güller açıyormuş yanağında; söyledikçe, bülbüller şakıyormuş dudağında… Gayri Tasa kuşu gelip de dalına konabilir mi!
O günden geri güler yüz, tatlı dil ile günlerini gün etmişler; gel zaman git zaman, kısmeti de açılmış kızın; kırk gün, kırk gece toy, düğün etmişler; balı kaymağa katıp yemiş içmiş, muradlarına ermişler. Darısı yurdumuzun güzelleri başına!
Bu masaldaki bazı sözcüklerin anlamları:
muhannet: Alçak, korkak, namert.
menend: Benzer, eş, misil, nazir, mânend.
Tasa Kuşu adlı masalın masal planı şöyledir:
Masallar; döşeme, serim, düğüm, çözüm ve dilek bölümlerinden oluşur:
Döşeme: Dinleyicinin ilgisini çekme amacı taşıyan tekerleme bölümüdür. Tasa Kuşu masalında olduğu gibi “Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde…“ gibi kalıplaşmış sözlerle başlar.
Serim: Tasa Kuşu masalında olduğu gibi kişiler tanıtılır. “Bir memleketin birinde…” gibi ifadelerle olaya giriş yapılır.
Düğüm: Olaylar gelişir, çatışma ortaya konur. İyiler ve kötüler bu bölümde belirginleşir. Olayın ayrıntılarına girilir. Merak duygusu yoğunluk kazanır. Olaylar hızlanarak çözüm noktasına yönelir. Tasa Kuşu masalında tasa kuşunun Sülün kızı kanatlarının arasına almasıyla gelişen olaylar düğüm bölümünü oluşturur.
Çözüm: Düğüm bölümünde belirginleşen çatışma bu bölümde iyilerin kazanması ve kötülerin cezalandırılmasıyla çözülür. Tasa Kuşu masalında Oh dedenin, Sülün kızın dileğini yerine getirmesi çözüm bölümünü oluşturur.
Dilek: Masal “Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine”,
“Darısı yurdumuzun güzelleri başına” gibi iyi dilek bildiren kalıplaşmış sözlerle son bulur.
Tasa Kusu-Masal indir.