Genel

On Üçüncü Mektup-Ahmet Rasim

1911 – 1913 yıllarındaki yazılarını “Mektuplar” biçiminde adlandırarak Şehir Mektupları kitabında yayımlayan Ahmet Rasim, bu sohbet yazısında bayram geleneklerimizi içten ve akıcı bir üslupla ele almıştır.

Sohbet yazısı:      

       ON ÜÇÜNCÜ MEKTUP

       Çocuklar bir daha söylüyorum. Sözüme dikkat edin. Beni dinleyin. Bayram geliyor. “Elbise isteriz” diye sızlanın, söylenin, mırıl mırıl mırıldanın, somurtun, homurdanın. (…) Babanız kızsın, siz yine aldırmayın. Büyükanneniz meraklansın, küçük kardeşleriniz size bakarak ağlamaya başlasın, arada komşunun oğlanını da yoldan çıkarın. Analarınız boyunlarını büksünler.
  — Efendi! Bey, çocuğu üzüyoruz, desinler de evde kavga çıksın.
       Babanız:
  — Almayacağım, diye bağırsın.
       Kayınvalide atılsın:
  — Bizim damat kadar cimri görmedim, diye söylensin. Bir patırtı da böyle kopsun. Fakat unutmayın ha! Yine siz tepinin, sızlanın, evi çın çın öttürün.
       O bildik yayık seslerle:
  — Elbise isterim, diye var kuvvetinizle bağırın, feryat edin. Ağlarken makamdan makama geçerek, duvara doğru dönerek uluyun, gözünüzden yaşlar insin, hıçkırıkları ‘hıg hıg’larla azdırın. Yoksa başka türlü elbise falan alınmaz. Geçen bayramki elbiseyle kalakalırsınız. Elli–altmış para gündeliğe kulak asmayın. Onlar gelip geçici şeylerdir, çabuk biter. Yirmi paralık bilye, otuz paralık lâstik top, on paralık poğaça vesselâm. Yine siz eli boş, sırtı çıplak, yalınayak kalırsınız. Sonra karışmam.
       Dönme dolap, salıncak, atlıkarınca, feleğin merkebi, mercanın atı, top, macuncu fırıldağı sizin için hazırlanıyor. Şekerciler, fıstıkçı hacılar, kozhelvacısı, ketenhelvacısı, köşedeki aktar, karşımızdaki bakkal dükkânlarına ayak basmanızı bekliyorlar. Ha göreyim sizi, tepinin. Sonra halanıza, teyzenize, büyükbabanıza gidip el öpüp mendil ve para alamazsınız. Öteki mahallenin çocukları sizinle eğlenirler. Pederinize anlatın, “Felsefede buna ‘hayatî rekabet’ derlermiş” deyin.
       (…)
       Çocukluk hakikaten hoştur, sevimlidir, ağlamalar can sıkar ama o masumların hevesini kırmaya gönül rıza göstermez.
       Nasıl çocuklar, size benim kadar yol gösteren var mı? Fakat şuna da dikkat edin ki babanız:
       — Yarın gidelim de alalım, der demez susun, tebessüm ederek yanına oturun. Boynuna sarılıp, şapur şupur öpüp gündelik istemeyin. Akşama iftarda uslu durun, bir şey istiyor mu diye gözünün içine bakın. İlk işarette hemen fırlayın. Yalnız sabahleyin erkence kalkıp hemen yolunun üzerinde durun, belki oruç keyfiyle unutur. Yüzünüzü, gözünüzü silin, kendinize biraz çekidüzen verin. Haydi, der demez lâstiği giyip fırlayın. Yanında tin tin yürüyerek, bir şey istemeyerek, öteye beriye dalmayarak dükkâna kadar gidin. Ne alırsa beğenin, bohçayı koltukladınız mı artık meydan sizindir. Horozşekerine bayılırım! Kozhelvasını severim, Bursa’nın kestanesi tatlıdır, tatlı limon delip de emdik mi cana can katar. Portakalı nasıl bulursunuz? Vay babam! Arnavut elmasına bakın! Kuru üzümle fındık size hasret çekiyor. Şamfıstığı ağzımızın hasretinden parça parça olmuş yatıyor, narlar nar gibi kızarmış, ayıklayıp da kahve kaşığıyla karşısına geçtin mi, sefasına doyulmaz, bilmem siz ne dersiniz? Bir içişte, yiyişte biten şeyleri ben sevmem. Meselâ limonata, portakal dille gırtlak arasından akan bir selsebile benzer. Ballıbaba tatlısı üç lokmada biter, simit, şimdilerde her akşam sofraya konuyor. Cânım kayısı hoşafı, hem suyunu iç, hem etini ye, hem de çekirdeğini kır, mideye at. İki gözüm mandalina, ufak dilimlerine kurban olsunlar, küçük olduğu için oyuna da gelir. Lâkin çok hırpalamaya gelmez, naziktir. Ayva bulursanız ne âlâ, ağız bozarsa da yine de yenir, şeker almayın, zira yakında kavuşacaksınız. Aman bayıldım. Medine hurması, parıl parıl parlıyor. Ne de güzel istif etmiş be! İnsan kutusuyla alıp götürmek istiyor. Kavrulmuş fındık da mis gibi koktu, artık dayanılmaz.
  — Ver on paralık!
  — Üzüm de vereyim mi?
  — Ver. Baba üzüm de aldım, on para ver. İsteyin, artık kesenin ağzı açıldı. Ufaktan giderseniz zararı yok. Yoksa baklayı çıkartırsınız. Ne o? Endişe içindesiniz. Bayram gününe Allah kerim! Pederden çeyrek, büyükanneden ikilik, valideden kuruş, babaanneden iki yüzlük alacaksınız. Teyze, hala, dayı ve amcanızınkiler de fazla. Ha göreyim sizi çocuklar. Sizin için tertip ettiğim programın dışına çıkmayınız…

Ahmet Rasim
Şehir Mektupları

Metindeki bazı sözcüklerin anlamları:
çeyrek
: Gümüş mecidiyenin dörtte biri değerinde olan beş kuruş.

lastik : Kauçuktan yapılmış ayakkabı.
makam : Klasik Türk müziğinde bir müzik parçası veya şarkının işleniş biçimi.
peder : Baba.
selsebil : Akar durumdaki içme suyu.

       1911 – 1913 yıllarındaki yazılarını “Mektuplar” biçiminde adlandırarak Şehir Mektupları kitabında yayımlayan Ahmet Rasim, bu sohbet yazısında bayram geleneklerimizi içten ve akıcı bir üslupla ele almıştır.

       Bu metinde yazar, içten bir üslupla bayram öncesi elbise alma geleneğimizle ilgili bir olayı ayrıntıya girmeden işlemiştir. Metinde okura doğrudan sorular sorarak, konuşma dilinde kullanılan kelimelere yer vererek okurla sohbet havası oluşturmuştur. Bunlar sohbet türünün belirgin özellikleridir.

     “Edebiyatımızda yaşadığı çevreyi, şehri, gündelik hayatı yazıya dökme alışkanlığı yaygın olmadığı için Ahmet Rasim’in Şehir Mektupları’ndaki tanıklığı daha da değer kazanıyor. Ancak bu yazıların hem yayımlandığı günlerde hem edebiyat tarihi içinde kazandığı ünde Ahmet Rasim’in dilinin de büyük payı olduğunu söylemeliyiz. Sokağın, devlet dairelerinin, gazete idarelerinin, eğlence mekânlarının, ev içlerinin, çocuk oyunlarının dilini bütün renkleriyle yakalayıp aktarabilen bu canlı ve kıvrak dille Ahmet Rasim, gördüklerini anlatmayı ve en sıradan olayların hikâyesini bile tatlı tatlı dinletmeyi bilir.” (Handan İnci, Ahmet Rasim, Şehir Mektupları)

 

Yazdır

Yazar hakkında

admin

Yorum yap