Eser adı: Nur
Yazarı: Mustafa Kutlu
Yayınevi: Dergâh
1.Baskı: 2014
Yazıma başlık ararken aklıma Berna Moran’ın, Tanpınar’ın Huzur romanı ile ilgili yazdığı eleştirisi “Bir Huzursuzluğun Romanı: Huzur” geldi. Huzur’da roman boyunca Mümtaz’ın huzur aradığı ancak devamlı huzursuzluk yaşadığı anlatılır. Bu romanda da Mustafa Kutlu roman kahramanı Nur’un roman boyunca hakikatı arayışına şahit olacaksınız. Bir farkla ki o da Nur hakikati bulacak ve huzura erecektir. Son nefesini de huzurda ve huzurlu verecektir.
Romanın başkişisi Nur, diğer kişiler Sinan, Demirci Cemil, Çiçek, Dr. Cüneyt, Raci Bey, İskender, Dilber, Çetin.
Romanda Nur’un iç dünyasında yaşadığı buhranlara bir çare bulmak için yaptıkları, tanıştığı, görüştüğü, insanlar anlatılıyor. Anlatılanlar Nur’un hakikati bulma arayışına hizmet etmek amacıyla resmediliyor.
Roman Sinan’In Şeyh Vefa Camisi’nden çıkışı sırasında Nur’la karşılaşmasıyla başlıyor. Sinan’la olan diyaloglarından sonra Sinan’ın gönlüne bir ateş düşüyor. Nur ve Sinan birer mimar.
Sinan’ın babası Elazığ’ın Harput ilçesinden çocuk yaşta İstanbul’a gelmiş. İstanbul’da hamallık yaparak geçimini temin ederken ince hastalığa yakalanıp genç yaşta ölmüş geride üç çocuk bırakmış: Çiçek, Cemil, Sinan, Çetin.
Çok zorluk çekmiş çocuklar. Sinan’ı Cemil okutmuş. Demir ustası Cemil sert mizaçlı biridir. Bir gün ustasını dövenleri bir güzel döver ve hapse atılır. Hapiste kimseye boyun eğmez.
Nur çocuklara iyilik yapıyor. Sinan’ın kardeşi Çiçek diyaliz hastası. Sinan onu belli zamanlarda diyalize götürüyor. Doktoru Cüneyt onunla yakından ilgileniyor ve zamanla ona aşık oluyor.
Raci’nin amcasının çocuğu olmadığı için köye haber salınıyor ve Raci İstanbul’a geliyor amcasının yanına. Annesine hasret büyüyor. Raci amcası Hasan Efendi’nin yanında esnaflığı öğreniyor. Amcası vefatında bütün malını mülkünü ona bırakıyor. Raci amcasının tuhafiye dükkanını yazıhaneye çeviriyor. Toptan kumaş işine giriyor.
Raci Mehmet Ali Türkyılmaz adında zengin bir tüccarın kızıyla, Zümrüt’le, evleniyor. Bütün işlere artık Raci bakıyor Mehmet Bey işlerden elini eteğini çekiyor. Dilber adında bir kızları oluyor. Dilber şımarık yetişmiş, üniversiteyi kazanamamış, okumakta gönlü olmayan, sonunda modada karar kılmış biridir.
Bir gün İstanbul Hukuk Fakültesini kazanan İskender’i köylüsü Raci Bey’in yanına yollarlar ilgilenmesi için. Raci Bey onu görür görmez onun nasıl bir insan olduğunu çözer. Ona hemen bahçıvanının olduğu yerde bir oda ayarlar ve onu yanına alır. Dilber’i İskender’le evlendirir.
Nur adında bir çocukları olur. Serbest tabiatlı Dilber, evlilikte kararı bulamamış, Avrupalara giderek orada moda işini devam ettirmiş, kızına da doğru dürüst annelik yapmamış, yıllar sonra da İskender’den ayrılarak başkasıyla evlenmiştir Avrupa’da.
Nur’un babası İskender de gece gündüzü iş olan biridir. Nur’un doğduğu gün Raci Bey ve Zümrüt Hanım bir trafik kazasında hayatını kaybeder. Nur’a İskender Bey’in annesi bakar. Nur babaannesinin elinde büyür.
Nur daha ortaokuldayken bir kitap kurdu olur. Dünya ve Türk klasiklerini bitirmiş, bilim kurgu, gerilim romanları okur ; ama hiçbiri içindeki yaraya merhem olmaz. Lisede Kuran’ı öğrenir. Namaza başlar, ama bir kılar bir kılmaz. Orucunu tutar. Böylece yıllar geçer.
Üniversitede mimarlık okur.Batı felsefesinden ve Doğu’nun dini tasavvufi metinlerinin birçoğunu okur. Danıştığı bir hoca ona tasavvufu öğrenmesi için mürşid-i kamilin müridi olması tavsiyesinde bulunur. Onun tavsiyesi ile bir hocanın yanına gider. Ondan da aramaya devam etmesi tavsiyesini alır. Nur yine buhranlar içinde kalır. Bir ara Sudan’a yardıma giden doktorlarla beraber oraya gider.
Sinan ile Nur mimari yapılar üzerinden eski mimari anlayışımız ile modern mimari anlayışlar üzerine uzun sohbetler ederler.
Sinan’ın kardeşi Çetin, futbolcudur. Abisi Demirci Cemil hapishanede namaza başlar, eski öfkeli hâlinden eser kalmamıştır.
İskender Bey felç geçiriyor, sonra yeniden hayata dönüyor ve yaşamının istikametini değiştiriyor bu sefer. Kendini dine veriyor, hacca gidiyor.
Nur Bursa’ya şeyhini aramaya gider. Aradığı kişinin vefat ettiğini öğrenir. Daha sonra Tire’ye ve Kütahya’ya gider. Babasının sağlığıyla ilgilenir. Mevlana’nın şehri Konya’ya gider. Karaman’a geçer ve bir şeyhe intisap eder. Orada çile çeker. Orada kaldığı müddet içinde yardımseverliğiyle herkesin gönlünü kazanır.
Romanın sonunda Sinan’ın kardeşine bir böbreğini verir ve orada ruhunu teslim eder.
Değerlendirme:
Romanda dikkatimi çeken nokta yazarın betonlaşmaya karşı kahramanların ağzından fikirlerini belirtmesidir. Mahalle kültürünün ne kadar güzel olduğunu, yok olmasının sonuçlarının ise toplumda birçok sıkıntıya yol açtığını dile getiriyor. Tabii ki bunun sebeplerinin başında kapitalizm yatıyor. Yazar kapitalist sisteme karşı olduğunu mimari eserlerimize yaklaşımıyla dile getiriyor.
Nur adlı eserinde açık, sade ve akıcı bir anlatım var. Bir Mustafa Kutlu klasiği diyemeyeceğim. Çünkü Nur’un iç dönüşümleri yeteri kadar verilememiş.
Romanda Altınız Çizdiğim Yerler:
* Cenab-ı Hak malı dilediğine, ilmi isteyene verirmiş.
*İnsanoğlu da diğer canlılar gibi öncelikle güvenlik arar. Kendisini güvende hissetmediği sürece hep bir tedirginlik, bir endişe, hatta korku içindedir. Bu sebeple kabiliyetini sergileyemez, sevgisini belli edemez, ölçme ve değerlendirme yapamaz, dengede duramaz.
*Zaman geçer, kuş yuvasını, su akacak yolu bulur.
*Güç pek çok şeyi hallediyor. Demek iktidar böyle bir şey. Ve demek herkes bu yüzden iktidar peşinde. Vay be! Ama İslam böyle demiyor. İslam “Zulm ile âbad olanın ahiri berbat olur.” diyor.(s.76)
*Görülen o ki; büyük şehirlerimiz ileride daha az yeşil daha az tabiat, daha az sükûnet ve buna karşın daha çok yol, daha kalabalık nüfus, daha çok endüstri, daha kirli hava, daha kirli deniz, daha çok koşuşturmaca ile dolu olacak. Bunlar kehanet değil. Şimdi tablo bu iken insan nasıl (u)mutlu olabilir? (s.83)
*Mahalle hem algılanabilir bir coğrafyayı hem de birbiriyle yakın ilişkileri olan homojen bir topluluğu ifade eder. Mahallelerde zengin ve fakir rahatlıkla birlikte yaşarken günümüzde sitelerde ancak aynı gelir seviyesinde insanlar yaşayabilmektedir. Bu ayrımcılık asla tasvip edilemez, insan / kul haklarına aykırıdır. (s.84)
*Her geçen günüm benden bir parça alıp götürmekte. Kalbime bir hasret bırakmakta. (s.167)
*Diyeceğim çoktur, ama pek kalaba yerdesin. (s.182)