Gençlik ve ihtiyarlık kavgası arada sırada tazelenerek ve günün konusu haline girerek devam edip gidiyor. Bu, ne bizim memleketimize mahsus bir hadisedir, ne de bu zamana. Her tarafta her devrin tarihi bize bu çarpışmalara dair örnekler ve hatıralar gösterir. Anlaşılıyor ki bu hallolunmuş bir dava değildir, sonu gelecek bir bahis olarak da kabul edilemez. Zaten başka türlü olmasına imkân da düşünülemez.
Yalnız arada bazı tuhaf anlayış ve anlatışlar göze çarpıyor. Gençlik bir meziyet, ihtiyarlık bir kabahat, hatta bir ayıp sayılıyor ve bir hakaret olarak yüze fırlatılmak isteniyor. Zannediyorum ki böyle bir kanaat biraz haksızdır.
Gençliğin, sırf gençlik olmak bakımından, neden bir meziyet sayılacağına bir türlü aklım ermiyor. Doğmak bizim elimizde midir? Sırf dünyaya gelmiş olmaktan dolayı iftihar etmekte bir hak tasavvur edilebilir mi? Hâlbuki bu şekle dökülmek istenilen bir gençlik-ihtiyarlık çekişmesi, gerçekte filan tarihte dünyaya gelmeyip de falan tarihte doğmuş olmaktan daha fazla hiç bir yargıya vurulamaz.
Mesele bu kadar dar bir bakış içinde tutulacak olursa, tersine, ihtiyarlığın bir meziyet teşkil etmesi gerekir. Doğmak ve doğduktan sonra bir süre yaşamak pek kabildir; fakat çok yaşamak daha fazla bir hüner değil midir?
Koşu ve daha başka yarışmalara bakınız. Koşuya başlarken belki otuz kırk atlet görürsünüz. Bunların hepsini alkışlar mısınız? Hepsine mükâfat verir misiniz? Alkışlarımızı ve mükâfatlarımızı en sona saklarız. Kim bu az çok uzun ovanın nihayetini birinci ve ikinci olarak bulmayı başarırsa takdir duygularımız onlara gider. *
Hayat koşusunda da ihtiyarlık, işin sonuna başarı ile varmış olmaktan başka nedir? Eğer ihtiyarlık bir kabahat, utanılması gerekli bir ayıp teşkil ediyorsa neden herkese ve gençlerimize uzun ömürler temenni ediyoruz? Aşağılatılmaya ve hakarete uğrasınlar diye mi? Sırf çok yaşamış olmaları yüzünden kınananlar: “İnşallah siz ihtiyar olmazsınız” deseler, bu hoşa gidecek bir söz diye kabul olunur mu?
Doğmak ve genç olmak bizim hiç elimizde olmayan bir hadise ise de, ihtiyarlayabilmek biraz da bir hüner, bir gayret ve bir başarı eseridir. Hayatımızı tehdit eden birçok hastalıklar ve olaylar arasından kurtulabilmek, yasamanın türlü türlü zorluklarına göğüs gererek son aşamaya ermek küçümsenmeye değil, biraz takdire ve belki de imrenmeye lâyık bir iştir zannederim.
Onun için “gençlik-ihtiyarlık” anlaşmazlığını böyle dar bir alan üzerinde tutanlar ve ihtiyarları sırf ihtiyar oldukları için küçümsemek isteyenler davalarını pek kolaylıkla kaybederler. Bu ezelî ve ebedî çarpışma bu kadar üstten, bu kadar hafif ve dar bir açıdan İncelenip tartışılamaz.
Şu halde gençlik-ihtiyarlık anlaşmazlığının temeli neye dayanıyor? Bilgiye mi? Zannederim ki gençler bu alanda savaşı kabul edecek olurlarsa çabuk yenilebilirler. Gençleri okutan kimdir? Gerçi bugünün çocukları, öğrencileri ve gençleri öğretmenlerini çok geçeceklerdir. Fakat ne zaman? Kendileri de artık genç sayılmayacakları bir vakit. Her ihtiyarlayanın mutlaka bir şey bilmesinin lazım gelmeyeceği söylenebilir. Pek doğrudur. Fakat her gencin mutlaka çok şeyler bildiği de ileri sürülebilir mi? Bilen ve bilmeyen ihtiyarlar, bilen ve bilmeyen gençler bulunduğuna göre bu bakımdan bir anlaşmazlık da olsa olsa âlimlik-cahillik konusuna doğru kayar; gençlik ve ihtiyarlıkla ilgisi kalmaz.
Eğer tecrübe denen kavramın bu dünyada bir anlamı ve değeri yarsa bu ihtiyarlarda mı daha çoktur, gençlerde mi?
Hâlbuki bütün bunlara rağmen bir gençlik ve ihtiyarlık çarpışması vardır ve yine galibiyet gençlerindir. Hak veriyorum; çünkü o bütün bütün başka bir şeydir. Gençlik, başlayan neşeli bir sabahtır, ümittir ve gelecektir. İhtiyarlık… Onu sormayınız!
Gençlerle ihtiyarların aynı şekilde hissetmemeleri, düşünmemeleri de mümkündür. Hem böyle olması zorunludur. Fakat bugün ihtiyarların görüşlerini beğenmeyen gençler dünyaya ellerinde bir ebedilik ve kesinlik belgesiyle geldiklerine mi inanmaktadırlar acaba? Onlar da yarın, bugünün ihtiyarları yerine geçtikleri zaman, derin bir hayat ve ümit dalgası üzerinde ileriye doğru atılan gençlik saflarına karşı aynı durumda kalmayacaklar mı?
Dünya yürüyor ve yürürken her şey değişiyor. İnsanlığın adımları bazan uzun zaman mesafelerini kapsayacak surette, çok geniş oluyor. Bu geniş adımlara rağmen, etraftaki manevî ve ahlâkî görüntü fazla değişmiyor. Fakat bazan insanlığın adımları kısa ve aceleci oluyor; ufak bir zaman süresi içinde bütün bütün yeni ve değişik alanlara geçiyor. Sakin ve biteviye bir görüntü yerine, yolu alt üst olmuş harabelere rastlanıyor. Bugün işte böyle bir zelzele sahnesi içinden geçmekteyiz. Bizim bir zamanlar kendisine hayatımızı bağladığımız ahlâk yargıları sarsıldı. Görme ve hissetme metodları değişti. Onun için biz ihtiyarlar da insaf edelim; bunu bir “berbat olma saymayalım. Fakat yeni kuşaklar da şunu unutmamalıdır ki “yenilik” mutlaka “daha iyi” anlamım ifade etmez.
Gençliğin ihtiyarlığa asıl galip olduğu nokta içindeki azimde, dünyaya beraberinde getirdiği hayat ve iman atılımının bâkirliğindedir. Fakat eğer gençlik iyiye ve yükseğe doğru böyle bir ideal atılımının fedakâr, gözü yılmaz ve usanmaz bir âşıkı değilse… O zaman eyvah ona!..
HÜSEYİN CAHİT YALÇIN