Okul hayatında öğretmen ile öğrenci arasındaki münasebetin tanzimi en güç ve en ehemmiyetli bir meseledir. Bazı öğretmenler, talebe ile münasebeti yalnız derse inhisar ettirirler. Birçok öğretmenler de ders haricinde de talebe ile meşgul olurlar. Derste ve ders haricinde dahi her öğretmenin öğrenci ile münasebeti bir değildir. Kimi talebeye ağız açtırmaz, kimisi astarını istetecek kadar yüz verir. İkisinin ortası olanlar da vardır. Talebe ile münasebatta en titiz davranan hoca gibi en ileri giden hoca da kendi sistemini müdafaa eder.
Bir hoca bir talebeye nasıl muamele etmeli ve ondan nasıl karşılık görmeli? Hoca ile talebe arasında daimî bir resmiyet ve ciddiyet mi bulunmalı? Hoca talebeye bir arkadaş mı olmalı? Yoksa zamanında ciddî ve resmi, zamanında arkadaş mı olmalı?
Meseleyi öğretim ve eğitim ile ayırarak iki noktadan tetkik etmek lazımdır. Öğretim itibarıyla acaba bu usullerden hangisi en uygundur? Talebe ciddî ve resmî bir hocadan mı, yoksa kendisine arkadaşlık eden bir öğretmenden mi daha çok ve daha kolaylıkla öğrenebilir?
Dinleme ve öğrenmenin mühim psikolojik âmillerinden birisi de hocanın kendisinden çok yüksek bir şahsiyet olduğuna ve çok bildiğine talebenin inanmasıdır. Çocuk, kendisine daima arkadaşlık eden hocanın bu sıfatını unutur. Hakikaten onu bir arkadaş zanneder. Ve ders anlatmaya başladığı zaman fazla alaka ile dinlemez. Hâlbuki hoca olduğunu resmiyet ve ciddiyetle daima anlatan bir öğretmenin, öğrenci ruhu üzerinde yapacağı tesir çok daha kuvvetlidir. O, söze başladı mı, mühim bir şey söyleyeceğini ondan aldığı tesirle kendi kendine telkin etmiş ve inanmış olan talebe daha fazla alâka ile dinler. Şu kadar var ki bu, talebeyi ürküten bir soğukluk değil, onun sevdiği ve hürmet ettiği bir resmiyet olmalıdır.
Öğrencinin, arkadaşı hocadan daha fazla resmî hocayı dinleyeceğini kabul ettikten sonra öğretmenin bazen resmî bazen arkadaş olmasını düşünmeye lüzum kalmaz.
Eğitim yönünden de iki muhtelif seviye arasında resmiyet ve ciddiyet bulunmasını her türlü ahlâk ve mantık kanunları emreder. Çocuk terbiyesinin en mühim bir şartı ona seviyesinin üstündeki şeyleri göstermemektir. Talebe, kendi seviyesine inen hocanın kendinde olmayan bir takım vasıflara ve itiyatlara malik olduğunu er geç görecek ve vaktinden evvel bunları öğrenmiş olacaktır. Kendisini talebeye bir arkadaş gibi gösteren hoca disiplin yönünden de çok şey kaybeder. Talebe denilen garip mahlûk bu arkadaşlığı hoca tarafından kasten takip edilen bir öğretim ve eğitim usulü olarak kabul etmez, onun aczine verir. Resmî ve ciddi hocanın karşısında hiç bir zaman yapmaya cesaret edemeyeceği küstahlıkları bu hocanın yanında yapmaya başlar. Gittikçe çoğalan bu nevi hareketlere karşı artık inzibatî bir tedbir almak, sertlik göstermek lüzumunu hisseden hoca talebe üzerinde hiç müessir olmadığını hayretle görür. Talebe kendisine gösterilen en küçük müsamahayı daima ilerletmek temayülündedir. Bu hususta ustadır. Hocanın zaaflarından dehşetli istifade eder. Gösterilen arkadaşlığın günün birinde laubaliliğe, yüzsüzlüğe kadar ilerlemek ihtimali pek çoktur. Önceden hüsnüniyetle işe başlayan bazı hocalar tatbikatta bu prensibin birçok acı neticelerini görmüşlerdir.
Talebe ile ders haricinde meşgul olmayı da öğretim ve eğitim noktalarından ikiye ayırarak tetkik edebiliriz. Fakat bundan evvel şunu sormalıyız: Öğretmen, ders haricinde talebe ile niçin meşgul oluyor? Dersteki öğrendiklerine devam etmek için mi? Öğrenme zamanını mektep, program ve talimatlar tahdit etmiştir. Bunun haricinde yine derse devama talebenin ne vakti vardır, ne de tahammülü. Zaten buna talebe de yanaşmaz. O halde ders haricinde öğrenci ile meşgul olan hoca onun ancak oyun, teneffüs ve tatil zamanlarına da iştirak edecektir. Bu iştirakte hocanın kastı ne olabilir? Burada talebe onun nesinden istifade edecektir? Ancak zaafından; talebeyle fazla düşüp kalkan hoca muhakkak birçok zaaflarını onlara gösterecektir. Her zaman hocayı kendisinden yüksek, kusursuz, lekesiz mükemmel bir insan şeklinde görmek isteyen talebe psikolojisi, onun en küçük kusurları karşısında sarsılacak ve ona karşı olan hürmet ve itimadı azalacaktır. Sonra, beraber oynadığı, beraber gezip tozduğu, konuştuğu bir adamı kürsüde görünce sözlerini fazla bir alâka ile takip edemeyecektir. İnsanda her zaman beraber bulunduğu ve konuştuğu kimseleri dinlemek temayülü, az gördüğü ve tanımadığı insanları dinlemek temayülünden daha azdır.
Bu uzun münasebetlerin, gezip oynamaların, konuşup eğlenmelerin hoca üzerinde de tesirleri olacaktır. Oyunlar ve gezintilerde fazla gördüğü ve kendisini daha çok tanıyıp takdir ettiği bazı talebelere karşı daha fazla bir sempati duyması çok tabiîdir. Dersten derse gözüne ilişip gezinti ve oyunlara hiç iştirak etmeyen bir talebe imtihanda muvaffak olmadı mı, hoca çok tabiî olarak onun hakkı olan az notu verir. Fakat o sempati duyduğu ve çok tanıdığı çocuklardan biri aynı derecede muvaffakiyetsizlik gösterse tereddüde düşer. Hatta çok zaman iyi not vermekte tereddüt etmez bile. Bunu, tamamen haklı olduğuna ve onun bildiğine inanarak yapar. Çünkü ona karşı olan daha fazla alâka ve sempatisi onun küçük muvaffakiyetlerini olduğundan daha büyük görmesine sebep olur. Tanımadığımız ve alâkadar olmadığımız insanlarla, hayatımızın birçok safhalarına iştirak eden insanlara karşı göstereceğimiz alâka ve sempati elbette başkadır. Bu sempati, gayrişuurî olarak hocanın ruhiyatına müessir olur. Talebe, bu psikolojik hadisenin mükemmel farkındadır. Bu nevi tesirleri yapmak için hocayı çekip sürüklemek isterler. Ve bu sempatiyi hasıl etmenin en ince yollarını bilirler. Bu münasebetler esnasında saf hocaların hatırına hiçbir şey gelmez. Fakat bilmelidirler ki kendileri ne kadar samimî olurlarsa olsunlar, talebe hocaya karşı daima bir siyaset dolabı çevirir. Çünkü ortada hayat ve menfaat bahis mevzuudur. Menfaatin bulunduğu yere siyaset nereden olsa yol bulur.
Talebenin gezinti, eğlenti, ziyafet gibi tekliflerine karşı hüsnüniyet gösteren hoca farkında olmadan partiyi kaybetmiştir.
Ders haricinde talebe ile fazla düşüp kalkmanın terbiyevî tesiri de fazla tahlile ihtiyaç göstermez. Burada yine bir iki müşahedemi kaydedeceğim: Çok serbest bir terbiye usulünü takip eden ve talebe ile arkadaş gibi geçinen, talebe tarafından da fevkalâde sevilen cidden kıymetli ve hüsnüniyet sahibi bir hocayla beraber aynı mektepte bulunuyordum. Bir gün, bu hocanın kafasına bir talebenin iskemleyi indirdiğini hayretle duyduk. Çocuğu disiplin kuruluna çektiğimiz zaman hoca aleyhinde söylemediği kalmadı. Hocanın aciz olduğunu, zaten hiç bir talebenin kendisine hürmet etmediğini, herkesin onunla eğlendiğini, onun talebeyi korkutamadığını söyledi. Bu çocuğun iddiası doğru değildi. Fakat çok serbest bir terbiye usulünü takip eden hocanın öğrenci üzerindeki tesirinin akisleriydi. Talebe ile ders haricinde çok meşgul olan hoca biraz da talebeye kendisini fazla sevdirirse mektebin umumi ahengini bozar.
Öğretmen ve öğrenci münasebeti, hoca ve talebenin seciyesine, muhite göre değişmekle beraber bu münasebette fazla ileri gitmemek, resmiyet ve ciddiyetten ayrılmamak bize daima daha iyi görünmektedir. Şüphesiz ki öğretmenin, öğretmenlik ve mürebbilik vasfı ders ve mektep haricinde dahi talebeyi takip edecektir. Ve öğretmen, talebenin hariçte gördüğü fena bir hareketini kendisine ihtar eder. Sınıf haricinde soracağı bir şeyi anlatır. Mektep içinde talebenin resmî olan bütün harekâtına iştirak eder. Öğretmenlik vasfını unutmaksızın talebe sofrasında yemek yiyebilir. Fakat işte o kadar..
Yazar: Vasfi Mahir Kocatürk