Şiir İncelemeleri Dokümanlar

Bir Günün Sonunda Arzu Şiirinin İncelenmesi

Bir Günün Sonunda Arzu

Yorgun gözümün halkalarında
Güller gibi fecr oldu nümâyân,
Güller gibi… sonsuz iri güller…
Güller ki kamıştan daha nâlân.
Gün doğdu yazık arkalarından!
Altın kulelerden yine kuşlar,
Tekrarını eder ömrün ilân.
Kuşlar mıdır onlar ki her akşam,
Âlemlerimizden sefer eyler?.
Akşam, yine akşam, yine akşam,
Bir sırma kemerdir suya baksam;
Akşam, yine akşam, yine akşam,
Göllerde bu dem bir kamış olsam!

                                             Ahmet Haşim

I. Bölüm

Nesir:

 ►Yorgun gözlerimin halkalarında fecir güller gibi, tıpkı sonsuz iri güllerden farksız olarak belirdi.

►Kamıştan daha inleyici olan güllerin arkalarından ne yazık ki güneş doğdu.

Açıklama: Şair güneşin doğmasından, gecenin karanlığının bitişinden rahatsız olan bir insanın ruh halini dile getirmektedir. Güneşin doğuşu sonsuz iri güllere benzetilmiştir. Güneşin doğuşu sırasında gökyüzü kızarır, güller de kırmızı renkte olduklarından ikisi arasında bu benzerlik kurulmuştur.

Güller karanlıkta tam seçilemediklerinden daha esrarlı bir hava taşırlar, şair güneşin doğmasıyla onların bu müphem halleri kaybolduğundan “Yazık arkalarından güneş doğdu.” demektedir.

► “Güller gibi fecr oldu nümayan” sözleriyle teşbih sanatı yapılmıştır.

► “Sonsuz iri güller” sözleriyle mübalağa yapılmıştır.

Uykusuzluktan çevresi halka halka olmuş yorgun gözlerimin önünde güller gibi kırmızı sabah şafağı görünmeye başladı. Tan vaktinde güneşin ilk ışıklarıyla kızaran doğu ufku, sonsuz derecede irileşmiş güllere benzer… Güller kamıştan daha inleyicidir. Yazık, şimdi arkalarından güneş doğdu!

Şairin, Merdiven şiirinde kanayan bir yara olarak hayal ettiği güller ve ney denilen, yanık sesli Türk sazının yapıldığı, sarı benizli kamış, teşhis edilerek biri bir dertle inleyen iki insan gibi tasavvur ediliyor. Şair, güllerin kamıştan daha dertli, daha inleyici olduğunu söylüyor. Bunların daha inleyici olması, belki de şairin onları, kırmızı renklerinden dolayı, yine kanayan birer yara gibi hayal etmiş olmasındandır…

Güneşin doğmasıyla gecenin büyüsü bozulmuş ve şairin hayalinin bütün bir gece oyalandığı güller de gerçek halleriyle ortaya çıkmıştır. Şimdi artık onlarla ilgili hiçbir hayal kurmaya imkan kalmamıştır, her biri sadece herkesin bildiği, gördüğü, güzel renkli, güzel kokulu, dikenli bir çiçektir. Şairin insan benliği vererek hayal aleminden kim bilir nerelere sürüklediği gece arkadaşları uçup gitmiştir. Arkalarında güneşin doğmuş olmasında “yazık” deyişi bu yüzdendir.

II. Bölüm:

Nesir:

►Kuşlar altın kulelerden ömrün tekrarını ilan etmektedirler.

►Bunlar her akşam alemlerimizden göçüp giden o kuşlar mıdır?

Açıklama:

Sabahları güneş doğmadan, kuşlar cıvıldaşmaya ve adeta yeni bir günün başladığını ilan etmeye başlarlar, güneş batınca da ortalıktan çekilerek adeta başka bir aleme bu görünen hayatın dışındaki başka bir boyuta geçerler sanki.

Şair güneşin doğmasıyla adeta altın rengi olan dallardan kuşların ömrün tekrarı ilan ettiklerini söylemesi bundandır.

► “Altın kuleler” sözleriyle bir teşbih-i beliğ sanatı yapılmıştır.

►Kuşların ilan ettikleri söylenerek teşhis sanatı yapılmıştır.

► “ Kuşlar mıdır” sözleriyle istifham sanatı yapılmıştır.

Kuşlar güneşin sarı ışıkları altında altın gibi parıldayan yuvalarından veya kondukları dallardan cıvıl cıvıl ötüşerek, hayatın yeni bir başlangıcını, her zamankine benzer yeni bir takrarını ilan ederler. Artık güneş doğmuş ve her biri öncekilerden farklı olmayan insan ömrünün günlerinden bir daha başlamıştır…

Şimdi (sabahleyin) cıvıltılarıyla insan ömrünün yeni bir tekrarını ilan eden bu kuşlar, akşam olunca ortalıktan çekilecek, kaybolacaktır. Şair, onların akşam karanlığından sonra yuvalarına çekilip kaybolmalarını, bizim dünyamızın dışında bambaşka alemlere sefer etmek şeklinde tasavvur ediyor. Ona göre, akşam olunca kuşlar, yuvalarına çekilmiyorlar da bizim bilmediğimiz esrarlı bir aleme gidiyorlar… “Kuşlar mıdır onlar ki, her akşam alemlerimizden sefer eyler?” derken, hep bilinen dünyadan, geçek hayattan, içinde bulunduğu şartlardan kaçmayı düşünen, hayali hep imkansız bir firarın peşinde olan bu, dünya hapishanesinin mahkumu, kendisinin ele geçiremediği bir imkana sahip farz ettiği kuşlara imrenmektedir. Bilinenden bilinmeze geçmek, sonlu ve sınırlı olandan sonsuza atlamak, maddenin bağlarından kurtulmak Haşim’in ruhunun en temelli ve değişmez özlemlerindendir.

III. Bölüm:

Nesir:

►Akşam, yine akşam yine akşam, suya baksam bir sırma kemerdir.

►Akşam, yine akşam yine akşam, şu an göllerde bir kamış olsam.

Açıklama:

Şair burada akşamın gelmesiyle suların bir sırma kemere benzediğini ve akşamın bu vaktinde göllerde bir kamış olmak istediğini dile getirmektedir.

► “Akşam ve yine” sözleri tekrarlanarak tekrir sanatı yapılmıştır.

► “Bir sırma kemerdir suya baksam” sözleriyle su sırma bir kemere benzetilerek teşbih sanatı yapılmıştır.

Sonunda gün bitmiş ve yine akşam olmuştur. “Akşam, yine akşam, yine akşam…” mısraı, yirmi dört saatlik zaman dilimleri içinde gündüzle akşamın birbiri ardınca gelen, değişmez tekerrürlerini hissettirdiği gibi,şairin akşama olan sempati ve düşkünlüğünü de anlatmaktadır. “Akşam, yine akşam, yine akşam…” derken adeta: “Akşam hiç bitmesin, hep akşam olsun!” demek ister gibidir. Çünkü akşam olunca, çıplak ve çirkin gerçek, yerini güzel ve saadet veren hayale terk etmektedir. Şair dünyaya istediği rengi, istediği şekli verebilmekte, bütün varlığı istediği gibi düzenleyebilmektedir. Mesela, akşamın gölgeli ve yarı karanlık ortamında, güneşin suya vuran son solgun ışıkları, orada bir sırma kemer gibi parıldamaktadır. Oysa, böyle bir hayale gündüz vakti imkan yoktur. Bunun yanı sıra, akşamda hüzün verici bir taraf da vardır. Belki varlığın bir ürpermesi ve garipliğe benzer duygular uyandırır. Böyle duygular ve özellikler hüzün ise, Haşim’in ruhunun temel dokusudur. Bu sebeple “akşam, yine akşam, yine akşam” der. Son arzusu da bu an, göllerde bir kamış olmaktadır.

Haşim,Piyaleden önce yayımladığı Göl Saatleri (1911) adlı şiir serisini, öğretmen olarak İzmir’de bulunduğu sıralarda Halkapınar’daki sazlıklardan topladığı ilhamla meydana getirmiştir. Bu bakımdan kim bilir kaç akşam, güneş batarken önlerinden hayal kurduğu saz(kamış) ların onun hayal dünyasında özel bir yeri ve anlamı vardır:

Şair, bin bir renk ve ışık cümbüşü içindeki, hayali okşayan gurup manzarasına hayrandır ve bu manzaraları sazlıkların gerisinden seyretmiştir. İnce, uzun boyları, hafif akşam rüzgarları önünde sağa sola sallanışları ve fısıltılı konuşmaları andıran hışırtıları, sapsarı renkleri ve kupkuru gövdeleriyle kamışları, hayran olduğu bu manzaraların bir parçası olarak görmüştür. Bütünüyle manzara, onun hayal ülkesidir ve kamışlar o ülkenin (O Belde şirininde anlatıldığı gibi) sessiz, hasta, solgun benizli, mahzun, güçsü, ince sakinleridir. Kendisi, erişmek için can attığı o hayal ikliminin dışındadır, kamışlarsa içinde. Şairin, gurup vakti göllerde bir kamış olmak istemesinin sebebi bu olsa gerektir. Hayran olduğu manzaraya bütün varlığı ve benliği ile katılmak istiyor veya yukarıda, kuşlar dolayısıyla işaret ettiğimiz kaçış psikolojisine bağlarsak, yine gerçekten hayale sığınmak istiyor, diye düşünebiliriz.

Konuyla ilgili sorular ve cevapları:

1.Birinci bentte ne anlatılmaktadır?

Birinci bentte şair güneşin doğmasından, gecenin karanlığının bitişinden rahatsız olan bir insanın ruh halini dile getirmektedir. Güneşin doğuşu sonsuz iri güllere benzetilmiştir. Güneşin doğuşu sırasında gökyüzü kızarır, güller de kırmızı renkte olduklarından ikisi arasında bu benzerlik kurulmuştur.

Güller karanlıkta tam seçilemediklerinden daha esrarlı bir hava taşırlar, şairin güneşin doğmasıyla onların bu müphem halleri kaybolduğundan “Yazık arkalarından güneş doğdu.” demektedir.

2. Şiirde kuşlar ve akşam birlikte anlatılmıştır. Kuşlar ve akşam arasında nasıl bir ilgi bulunmaktadır?

Akşam vakti yaklaşınca bilhassa güneşin batışı sırasında kuşlar ağaçların dallarına konarak hep bir ağızdan ötüşürler. Bu halleriyle sanki günün bittiğini herkese ilan ederler. Karanlığın çökmesiyle birlikte de ortadan kaybolurlar. Bu bakımdan kuşlarla akşam arasında bir ilgi bulunmaktadır.

3. Gül, kuş, su, göl, kamış doğaya özgü öğelerdir. Ahmet Haşim nasıl bir tablo çizmiştir? Tasvir ediniz.

Gül, kuş, su, göl ve kamış öğelerini  bir araya getirerek bir tabiat manzarası çizmiştir: O manzara birinci beyitte şöyledir: Güneş sabah vakti kamışlar gibi ince ve narin güllerin arkasında doğmaktadır. İkinci bentte: Bir akşam manzarası çizilmiştir. Akşamüzeri güneş ufka yaklaşırken sarı ışıkları adeta değdiği her şeyi altın sarısı bir renge boyar.

Burada güneşin son ışıklarıyla altın rengine boyanmış kulelere konan kuşların öttüğü bir manzara söz konusudur.

4. Göller, kamışların doğup büyüdüğü yerdir. Şairin yaşamını da düşünerek son iki dizede nelerin anlatılmaya çalışıldığını açıklayınız.

Şair son iki mısrada doğaya duyduğu derin ve samimi özlemi dile getirmektedir. Gerçekten de kamışların bulunduğu göllerde manzara doyulmaz güzelliktedir. Şairin o an göllerde kamış olmak istediği bu bakımdan çok da yadırganacak bir şey değildir.

5. Bir Günün Sonunda Arzu şiirinde düşünce mi, hayal ve musiki mi öne çıkmıştır? Açıklayınız.

Bu şiirde hayal ve musiki unsurlarının öne çıktığını görmekteyiz. Bu da Haşim’in içinde bulunduğu sembolizm akımının özelliklerinden ileri gelmektedir.

AÇIKLAMA:

Piyale(1926) adlı şiir kitabında bulunan Bir Günün Sonunda Arzu şiiri hakkında Haşim yakın arkadaşına (Abülhak Şinasi Hisar) : “En güzel şiirim, ama korkarım ki, yegane güzel şiirim. Hakikat budur. Ötekiler hep çocukluk, hep iptidai şeyler! Şiiri ne kadar tartışılmaza, ölçülmeze yaklaşırsa, o kadar güzel ve o kadar şiir oluyor! Ben de bu itibarla bir tek bu şiiri yazmış oldum!” demiş. İlk yayımladığı zamanlarda birçok tartışmalara ve şairine birçok hücumlar yapılmasına sebep olan, sonraları pek çok de beğenilen bu şiir, gerçekten de Haşim’in şiir nazariyesine en çok uyan bir şiirdir.

Yarı Yol şiirinin açıklaması vesilesiyle aldığımız Ay fıkrasında izah edilen sebeplerden dolayı şairin geceye karşı özel bir ilgisi ve sevgisi vardır. Güllerin karanlıkta görünüşü de şairin özel dikkat noktalarından biridir. Piyale’nin mensur önsözünde, gece içinde güllerin belli belirsiz görünen ve hayal yardımıyla tamamlanan şekli, kokusuyla beliren ve sezilen varlığı, şiirde mana için bir benzetme unsuru olarak kullanılır.

Bu şiirin birinci kıtasında da, çeşitli hayaller kurarak, karanlıkta gülleri seyrederek geçmiş, uykusuz bir gecenin tan vaktine ait duygu ve izlenimleri anlatılıyor.

Yazdır

Yazar hakkında

Süleyman Kara

Öğrenci ve öğretmenlere faydalı olmak için onlara kaliteli edebiyat sitesi olan edebiyat sultanını sundum.

Yorum yap