Okuyucuyu uyarmak, düşündürmek, aydınlatmak, okuyucuya iyiyi, doğruyu ve güzeli göstermek amacıyla yazılan, dinî, ahlakî öğütler veren didaktik içerikli Divan şiirlerine hikemî şiir ya da hakîmâne şiir denir.
Tefekkür edebiyatı da denilen hikemî şiir akımının edebiyatımızdaki öncüsü ve en güçlü temsilcisi Nabi’dir. Bu nedenle “Hikemî Şiir” akımı, “Nabi Ekolü” olarak da bilinir.
Nabi’den önce edebiyatımızda öğüt vermeyi amaçlayan şairler ve eserleri arasında Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig’i, Hoca Ahmet Yesevî’nin Divân-ı Hikmet’i, Yunus Emre’nin Risâletü’n-Nushiyye’si, Âşık Paşa’nın Garib-nâme’si, Şeyhî’nin Har-name’si, Bağdatlı Ruhi’nin Terkib-i bend’i ve Azmi-zade Hâletî’nin rubaileri sayılabilir.
17. yüzyılda hikemi şiir tarzının bir akım olarak ortaya çıkışında, Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi ve askeri gücünü kaybetmeye başlamasının, sosyal ve ekonomik yapının bozulmasına bağlı olarak yaşanan kargaşa ve karışıklığın etkisi olmuştur.
Yönetimin ehil ellere bırakılmaması, rüşvet ve adam kayırmanın yaygınlaşması, adaletsiz uygulamalar, zulüm ve haksızlıkların önlenemez boyutlara ulaşması, bilhassa ahlakî değerlerin zayıflaması Osmanlı toplumunu içten içe çürütmeye başlamış, ancak ne yöneticiler ne sanatçılar bu kötü gidişin farkına varamamışlardı. Bu çürümeyi fark eden ilk sanatçı Nabi’dir. İşte Nabi’nin başlattığı hikemi tarz, bu yönüyle de değerlidir.
Bugün için Divan edebiyatına yönelttiğimiz en önemli eleştiri, dil ve içerik bakımından toplumdan kopuk oluşu, yaşanılan hayatın gerçeklerine ve sorunlarına karşı duyarsız olmasıdır. Divan Edebiyatı genelde bireysel konuları işler. Sosyal ve siyasi sorunlarla ilgilenmez. Zulüm, haksızlık, adaletsizlik, rüşvet, iltimas, makam mevki tutkusu, şan şöhret sevdası gibi sosyal, siyasi konulara yer veren en önemli Divan şairi Nabi’dir. Nabi, toplumcu bir şairdir. Ahlakî yozlaşmayı, mal mülk düşkünlüğünü, makam mevki hırsını eleştirir. Sanatta güzeli aramaktan çok, doğruyu bulma amacını güder.
Türk edebiyatının başlangıcından beri var olan didaktik şiir söyleme geleneği 17. yüzyılda Nâbî’nin şahsında bir ekol halini almıştır. Nâbî, yöneticilerden başlayarak halk arasında yaygınlaşan zulüm, hile, yalan, rüşvet, iltimas, makam ve servet hırsı, riyakarlık, çıkarcılık, dünyevî zevklere düşkünlük gibi kötü huyların toplumu kemirmesi karşısında sesiz kalmamış, şiirleriyle bir uyarıcı olmaya çalışmıştır. Nabi, mistik ya da bireyci şiir yerine öğüt ve düşüncenin ağırlıkta olduğu bir şiir anlayışını benimsemiştir.
Nabi, oğluna ve oğlunun şahsında tüm gençlere dinî, ahlaki öğütler vermek amacıyla yazdığı ünlü didaktik mesnevisi Hayriye’de şiiri şöyle tanımlar: “Şiirde anlam, süsü ve nakışı olmayan bir yüzük gibidir. Anlamı olmayan söz kokusuz lâle gibidir.”
Nabi’nin açtığı tefekkür edebiyatı çığırı, önemli bir yenilik olmakla beraber, bu şiir tarzının Divan şiirinin bireyci özelliğini tümüyle yok ettiği, köklü ve kalıcı etkilere yol açtığı söylenemez. Aynı yüzyıllarda ortaya çıkan ve çok daha yetenekli temsilcileri olan Sebk-i Hindî akımı ise Divan şiirinin bireyci özelliğini pekiştirmiştir.
Nabi’nin şiirle düşünceyi birleştirerek açtığı yolda kendisini izleyen birçok şair yetişmiştir. Nef’î, Nevi-zâde Atâyî, Sâbit, Koca Ragıp Paşa, Keçeci-zade İzzet Molla … Nabi’den sonra “Hikemi Şiir” tarzını sürdürmeye çalışmışlardır.
Hikemi şiirlerde edebi sanat olarak irsal-i mesel ve icaz kullanılır.
İcâz, az sözle çok anlam ifade etmektir. Yani özlü söz söyleme sanatıdır. Atasözleri ve vecizeler gibi açıklanmaya değer bütün özlü sözlerde icâz sanatı vardır.
Söze güç katmak amacıyla bir dize ya da beyitte atasözü niteliğinde özlü söz söyleme veya bilinen atasözlerinden yararlanma sanatına irsali mesel denir.
İrsali mesel, bir fikri ispatlamak için örnek gösterme sanatıdır. Bir atasözü ya da atasözü niteliğindeki sözü söylenen bir düşünceyi inandırmak ve pekiştirmek amacıyla söze örnek katmak için kullanılan sanattır. Şiirde zikredilen atasözleri vezne uydurulmak için birtakım ifade değişikliklerine uğrayabilirler.
Hikemî gazellerin en ünlüsü, Nabî’’nin “görmüşüz” redifli gazelinden birkaç beyit:
Bâğ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz/ Biz neşâtın da gâmın da rûzgârın görmüşüz
(Dünya bahçesinin ilkbaharını da gördük sonbaharını da; üzerimizden neş’e rüzgârları da geçmiştir gam fırtınaları da.)
Çok da mağrûr olma kim meyhâne-i ikbâlde/ Biz hezârân mest-i mağrûrun humârın görmüşüz
(Makam mevki sahibi olunca zafer sarhoşu oluverme; zîrâ böylesine sarhoş olup sabah olunca da baş ağrısı çeken binlercesini görmüşlüğümüz var.)
Top-ı âh-ı inkisâra pây-dâr olmaz yine/ Kişver-i câhın nice sengîn hisârın görmüşüz
(Gönlü kırık olanın attığı top karşısında hiçbir şey ayakta duramaz. Bu âhın nice makam sahiplerinin taştan kalelerini yıktığını görmüşüz.)
Bir hurûşiyle eder bin hâne-i ikbâli pest/ Ehl-i derdin seyl-i eşk-i inkisârın görmüşüz
(Derd ehli olanların kırgınlıkla döktükleri gözyaşlarının seli önünde nice gösterişli ikbal kâşânelerinin yerle bir olduğunu görmüşüz.)
Divan şiirinde konu birliği aranmadığından tamamı didaktik olan şiir örneği yok denecek kadar azdır.
Yani Divan edebiyatında -Nabî’nin hikemî gazelleri ve mesnevisi müstesna- didaktik şiirden çok didaktik beyitler vardır. Şiirde özlü sözlerden ve atasözlerinden yararlanma sanatlarına icaz ve irsali mesel demiştik. Bu sanatlara ve hikemî tarza örnek olarak verebileceğimiz birkaç beyitle yazımızı noktalayalım:
Afveyliyelim ki belki bilmez/ Bir sürçen atın başı kesilmez
(Şeyh Gâlib)
Gönül bir dâğ ile fahr eyleme dâğ üstüne dâğ ur/ Meseldir gül-şen-i âlemde bir gülle bahâr olmaz
(Keçecizâde İzzet Mollâ)
(Gönül bir yarayla övünme, yara üstüne yara vur, Meseldir, dünya gülşeninde bir gülle bahar olmaz.)
Çeşm-i insâf kadar kâmile mîzân olmaz/ Kişi noksanını bilmek gibi irfân olmaz
(Bursalı Tâlib)
(Adalet gibi olgun insana ölçü olmaz, Kişinin eksiğini bilmesi gibi irfan olmaz.)
Çün balık baştan kokar derler meseldir Nâilî/ Hey’et-i mecmuaya bî-mağzı baş etmek abes
(Nâilî-i Cedid)
(Balık baştan kokar derler, meseldir Nâilî, millete bir beyinsizi baş etmek saçmadır.)
Tok olanlar bilemez çektiğini aç olanın/ Sırtı pek kimseye ahvâl-i şitâ yaz görünür
(Sâmî)
Eller içinde bu mesel söylenir/ Âkil edebsizden edeb öğrenir
(Atâyî)
Geldimse n’ola ben şuarâ bezmine âhir/ Âdet budur âhirde gelir bezme ekâbir
(Nev’î)
Erişir menzil-i maksûduna âheste giden/ Tiz-reftâr olanın pâyine dâmen dolaşır
(Hâtemî)
Eder insânı giriftâr-ı elem kayd-ı maâş/ Mürg kim dâne telâşında ola dâma düşer
(Râşid)
(Geçim kaygısı insanı derde düşürür, Yem telaşındaki kuş, tuzağa düşer.)
Cihân-ârâ cihân içindedir ârâyı bilmezler/ Şu mâhiler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler
(Hayâlî)
(Cihanı süsleyip bezeyen (Tanrı) bu cihanın içindedir (bu alem onun varlığının delilleriyle doludur) ama insanlar onu bilmezler; şu balıklara benzerler ki, denizin içindedirler de denizi bilmezler.)
Miyân-ı güft ü gûda bed-meniş îhâm eder kubhun/ Şecaat arz ederken merd-i kıptî sirkâtin söyler
(Koca Râgıb Paşa)
(Laf arasında kötü huylular çirkinliklerin söyler, Yiğitliğini anlatırken mert çingene hırsızlığını anlatır.)
Râgıbâ düşmanın aldanma tevâzu’larına/ Seyl divârın ayağın öperek hedm eyler
(Koca Râgıb Paşa)
(Ey Râgıb, düşmanın alçak gönüllü davranışlarına aldanma. Sel, duvarın ayağını yalayarak yıkar.)
Sözde darbü’l-mesel irâdına söz yok ammâ/ Söz odur âleme senden kala bir darb-ı mesel
(Nâbî)
Bu mesel ile bulur cümle düvel fevz ü felâh/ Hâzır ol cenge eğer ister isen sulh ü salâh
(Abdülhak Mollâ)
Etme âr oku öğren ehlinden/ Her şeyin ilmi güzel cehlinden
(Nâbî)
Eylesen her ne kadar tûtîye ta’lim-i lisân/ Sözü insân olur ammâ özü insân olmaz
(Bursalı Tâlib)
(Papağana ne kadar konuşma öğretsen, Sözü insan olur ama özü insan olmaz.)
Mihneti kendine zevk etmedir âlemde hüner/ Gam ü şâdi-i felek böyle gelir böyle gider
(Vâsıf)
Bulur sermâye-i dânişle âdem revnakı yokken/ Ziyâ vermez ne denli zîver-i câm olsa boş kandil
(Koca Râgıb Paşa)
(İnsan bilgiyle aydınlık kazanır, süslü de olsa boş kandil ışık vermez.)
Turfe dükkân-ı hikemdir bu kühen tâk-ı felek/ Ne ararsan bulunur derde devâdan gayri
(Koca Râgıb Paşa)
(Tuhaf bir hikmetler dükkânıdır bu köhne dünya, içinde derde devadan başka ne ararsan bulunur.)
Bâtıl hemişe bâtıl ü bî-hûdedir velî/ Müşkil budur ki sûret-i haktan zuhûr ede
(Nef’î)
Meşhûrdur ki fısk ile olmaz cihân harâb/ Eyler ânı müdâhane-i âlîmân harâb
(Keçecizâde İzzet Mollâ)
(Meşhurdur ki, fitne ile dünya harap olmaz, dünyayı alimlerin dalkavukluğu harap eder.)
Şeyh uçmazsa kerametle eğer / Mu’tekitler uçurur tâ be kamer
(Yenişehirli Avni)
(Şeyh keramet gösterip uçmazsa bile, müridleri onu ta Ay’a kadar uçururlar.)
Şeb-i yeldâ’yı müneccimle muvakit ne bilir / Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç sâat
(Sâbit)
Eğer maksûd eserse mısrâ-ı berceste kâfîdir / Aceb hayretteyim ben sedd-i İskender husûsunda
(Koca Râgıp Paşa)
(Maksat eser ise güzel bir mısra yeterlidir; (gerçek böyleyken) İskender Seddi gibi uzun uzadıya manzumeler yazılmasına hayret ediyorum.)
Kûyuna gelmek ile âşık dirilmesin rakib/ Hâcı olmaz bellidir varmağ ile har Ka’beye (Necati).
(har: eşek)
Sirkat-i şi’r edene kat’-ı zebân lâzımdır/ Böyledir şer’-i belâgatte fetâvâ-yı sühan
(Sünbülzâde Vehbî)
(Şiir çalanın dilini kesmek gerekir, Böyledir belagat yasalarının fetvası)
Hussâd-ı asrın etme nazar güft ü gûsuna/ Şîr iltifât eder mi külâbın gulgulesine
(Nahîfî)
(Kıskançların dedikodularına aldırma, Aslan hiç aldırır mı köpeklerin havlamasına.)
Yok bî-garaz muamele ehl-i zamânede/ Kimse ibâdet etmez idi cennet olmasa
(Nâbî)
(Günümüz insanları çıkarsız iş yapmaz oldu. Cennet olmasa kimse ibadet etmezdi.)
Ka‘be yapmakdur gönül yapmak bilürsin dûstum/ Hayra girse hatır-ı vîrânı âbâd eyleseñ (Nev‘i-zâde Atâyi)
Ağyâr elemin çekme gönül nâfile gamdır/ Hasmın sitemin anlamamak hasma sitemdir
(Nef’i)
(Ey gönül, yabancıların elemini çekmek boşu boşuna gam çekmektir. Düşmanın sitemini anlamamak düşmana sitemdir.)
Düşmen ne denlü saht ise de şâd ol ey Nedim/ Seng üzre gösterür zer-i kâmil ayârını (Nedim)
(Ey Nedim, düşman ne denli güçlü olursa olsun neşeni kaybetme, saf altının değeri taşa sürtülerek öğrenilir.)
İcaz ve irsal-i mesel sanatlarının modern şiirimizdeki örneklerini “Yeni Türk Şiirinde Edebi Sanatlar”, Ötüken Neşriyat.
Yazar: Recai Kapusuzoğlu