İnceleme-Araştırma

Divan Şiirinde Çok Anlamlılığı Sağlayan Söz Sanatları

​​​​​​Şiirde çok anlamlılık, şairin imge yaratmada başvurduğu yollardan biridir.  Şiir, çok anlamlılığa ve farklı yorumlara açık bir edebî türdür ve bu yönüyle düzyazıdan ayrılır.

Ahmet Haşim, “Piyale” önsözünde şöyle diyor: “Muhayyile (hayal gücü), yarasa kuşu gibi, ancak şiirin nîm (yarı) karanlığında pervâz edebilir (uçabilir).”

“Şiir duygulardan değil, kelimelerden doğar.” denmiştir. Bir şiirde kelimelerin insanda uyandırdığı anlam değerine çağrışım denir. Bazı kelimeler çağrışım yönünden zengindir. Şair, çağrışım zenginliği sağlamak için şiirde soyut kelimeleri tercih eder ve kinaye, tevriye, istihdam, müşakele, sihr-i helal… gibi çeşitli söz sanatlarından yararlanır.
İstihdam, bir kelime veya deyimi hem gerçek hem de mecazî anlamıyla değerlendirebilecek şekilde kullanmak sanatıdır. Buna Mugaleta-i maneviye dendiği de olur:

Zülfine kalsa perişan eylemezdi dilleri/  Anı da tahrik iden bad-ı sabadur n’eylesün (Nef’i)
“Tahrik etmek” hem hareket ettirmek, kımıldatmak (gerçek anlam) hem de kışkırtmak (mecazî anlam) anlamlarına gelecek biçimde kullanılmış.

İstihdâm sanatını kinâye ile karıştırmamak gerekir. Şair, kinâyede sözün hem gerçek hem mecaz anlamnı cümleye uygun düşürmekle beraber, sadece mecaz anlamı kasteder:
Gözine girersen adûnun n’ola ey Yahya bugün/  Sen de rah-ı aşkda pâmâl olan bir gerdsin (ŞeyhülislamYahya)

(Ey Yahya, bugün düşmanın gözüne girsen ne olur? Çünkü sen de aşk yolunda çiğnenen bir tozsun.)
Şeyhülislam Yahya’nın bu beytinde, “gözüne girmek” deyiminde kinaye vardır.

Meclisde saki desti ile el bir eyleyüb/ Şol gül gibi şarabı ayağa düşürdiler (Necati Bey)
(İçki meclisinde saki ile şarap testisi iş birliği yaptılar ve o gül gibi şarabı ayağa /kadehe düşürdüler.) “Ayağa düşürdiler” söz öbeği, hem gerçek hem mecaz anlamını düşündürdüğüne göre şair, kinaye yapmıştır.

Tevriye (îham), sesteş sözcüklerde söz konusudur. Yazılışları aynı, anlamları farklı sesteş sözcükleri bir kez kullanır, her iki anlamını da düşündürecek olursak tevriye, sesteş sözcüğü bir nazım birimi içerisinde iki farklı anlamda iki kez kullanırsak cinas yapmış oluruz:

Hayretî’nin dahi artırmak için hayretini /  Cür’âdânı getir abdâl yerine hayrân olalım (Hayretî)
(Hayret: Esrâr içmekten doğan neş’e, şaşkınlık demektir. Hayrân ise esrâr çekerek sarhoş olmuş kimsedir.)

Tevriyeli sözlerin her iki anlamı da gerçek anlamdır. Tevriyede mecaz yoktur; tevriye bu yönüyle kinayeden ayrılır:

Nevres beni düşürdü dile arzû-yı dil/ Hep çektiğim cihânda benim dil belâsıdır (Nevres-i Kadîm)
(Dil: gönül (Farsça) ve söz, lisan, konuşma organı (Türkçe) anlamlarına gelir)

Tevriyeli kelimenin uzak anlamını çağrıştıran tenasüblü sözcükler beyitte yer almışsa buna ihâm-ı tenasüb, tezatlı sözcükler yer almışsa iham-ı tezat denir:

Husrev’i hûbân iden sen dilber-i şîrîn-lebi/  Bî-sütûn-ı aşk içinde beni Ferhâd eyledi (Hoca Dehhanî)
“Şirin-leb” sözü hem tatlı, latif dudaklı hem de Şirin gibi dudaklı anlamına gelir. Beyitte Ferhat ile Şirin hikayesine telmih yapmak amacıyla kullanılan birçok tenasüblü sözcük var. Bu durunda “Şirin-leb” sözcüğünde yapılan sanatın adı iham-ı tenasüb olur.

Müşâkele ise genellikle fiillerle yapılır. Aynı fiil, iki kez kullanılarak fiile değişik manalar kazandırılır:
Âhenden olsa feleğin çek kemânını/ Çekme dünyada süflilerin imtinânını (Koca Ragıp Paşa)
(Feleğin yayı çelikten bile olsa çek ama dünyada aşağılık kimselerin minnetini çekme, katlanma)
Sihri-i helal, bir kelime veya kelime grubunun söz içinde hem kendinden önceki hem de sonraki kelimelerle iki ayrı cümle oluşturacak şekilde kullanılmasına sihr-i helal denir. Sihr-i helal çoğunlukla bir beyitte ilk dize sonundaki bir kelime veya kelime grubu ile yapılır. Bu kelime veya kelime grubu hem birinci hem de ikinci dize için anlamlıdır:
Rind-i aşkuz hasılı Nef’î-yi bî-perva gibi/  Âşinâya âşinâ bigâneye bigâneyiz (Nef’i)
“Nef’î-yi bî-perva gibi “sözü hem rindlik hem de “Âşinâya âşinâyız” sözleriyle ilişkilendirilebilir.
Tevriye, kinaye, müşakele, istihdam gibi sanatlar hüner göstermek amacıyla yapılır. Divan şirinde konu değil konunun işlenişi, söyleyiş güzelliği önemlidir. Şair çeşitli söz ve anlam oyunları yaparak okuyucuyu şaşırtmaya veya düşündürmeye, “Aman ne güzel söylemiş!” dedirtmeye çalışır:

Her ne dem lutfeyleyüp bezmi müşerref eylesen/ Ehl-i bezm ayağına yüz sürmeğe âmâdedir. (Nef’î)
Bu beyitte îhâm (tevriye) sanatı “ayak” kelimesi ile yapılmıştır. Ayak, hem “organ” hem de “kadeh” anlamındadır. “Yüz sürmek” deyiminde ise kinaye vardır.

(Ey sevgili, e zaman lutf edip içki meclisini şereflendirsen, oradakiler senin ayağını /kadehini öperek saygı göstermek için/ senin getirdiğin kadehe yüzlerini sürmek için hazır beklemektedirler.)

Zâhidâ sâgarı çekmek eğer olduysa günâh/ Sen sevâb içre bulun biz bu günâhı çekelim (Hayâlî)
(Ey zâhit, kadeh çekmek eğer günah olduysa, sen sevap içinde bulun, biz bu günahı çekelim.)
“Çekmek” sözcüğünün gerçek anlamı tahammül etmek, katlanmak, üstlenmek, kabullenmektir. Mecazî anlamı ise içki içmektir. Birinci mısrada içki içmek anlamına işaret eden sözcük “sagar”, ikinci mısrada üstlenmek anlamına işaret eden sözcük ise “günah”tır. Bu şekliyle altı çizili kelimeler hem bir tevriye hem de müşakele örneğidir.

Bâkî’nin şu beyiti de müşakele örneğidir:
Bâkî mey içmeğe and içtidemişler/ Divâne midir bâde dururken içe andı (Bâkî)

Divan şairleri isimlerinin sözlük anlamlarını çağrıştırarak tevriye yapmayı severler:
Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal/ Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sâdâ imiş (Bâkî)

Yümn-i na‘tüñden güher olmış Fuzûlî sözleri/ Ebr-i nîsandan dönen tek lü’lü’-i şehvâre su (Fuzûlî)
(Fuzûli: değersiz, boş)

Bu harâbâtda sâbit olamam sultânım/ Dil-i vîrânımı yapsan da yıkılsam gitsem (Sâbit)

Anlam kaymaları, değişik çağrışımlar oluşturmaktan yana Türkçemiz ne kadar zengindir:
Sana her meclisinde söyler isem mülzem olmazsın Değil kürsiye vaiz arşa çıksan âdem olmazsın /Sâbit

“Kürsi “vaizlerin camide vaaz vermek için çıktıkları yüksek yer demektir. Diğer anlamı ise göğün en yüksek katmanlarından biridir. Üstünde “arş” vardır.
Gayrlarla yardır şimdi Hayâli der isen/  Haşe lillah padişahım ol hayâlindir senin (Hayâli)

(Ey sevgili, Hayali başkalarına yar olmuştur diye duyarsan inanma, Allah için o Hayali senindir /hayal görmüşsündür)

Mekteb-i aşk içre Mecnûn ile birlikte okurduk/ Ben Mushaf’ı hatmeyledim o Ve’l-Leyli’de kaldı (Fuzûlî)
(Aşk okulunda Mecnûn’la birlikte okuduk, ben Kur’an’ı bitirdim, o Leyl sûresi’nden öte gidemedi. Ve’l-Leyli’de kaldı.)

Şair, hem Leylâ’yı hem Kur’an’ın Leyl sûresini, hem de bu sûrenin ilk âyetini işaret eder. Şair, aşk yolunda Mecnun’dan yetenekli olduğunu vurgulamak ister.

Tevriye, birden fazla anlamı olan bir sözcüğün yakın anlamını vurgulayıp, uzak anlamını kastetmektir:
Hep hüsn ü aşka dâir imiş güft ü gû-yi halk/ Dillerde dâstân imiş esrâr sandığım (Çelebizâde Âsım)
(Hep güzellik ve aşka dair halkın dedikodusu, meğer sır zannettiğim şey /sır kutum, dillere destan olmuş)

Bâkî gözünden eyle hazer sorma leblerin/  Zinhâr gâfıl olma şarâbın yasağı var (Bâkî)
Sorma sözü biri suâl etmek, diğeri emmek anlamlarına gelir.

Gören sanır ki safâdân semâ’-ı râh ederim/ Döner döner bakarım kûy-ı yâre âh ederim (Esrâr Dede)
(Döner döner bakarım: Geriye dönüp bakmak/Sema yaparken dönerek bakmak. Semâ’-ı râh: Mevlevi dervişlerin döne döne yürümeleri.)
Esrâr kullananlara bengî derler:

Bengî ketm eyleyemez esrârını/  Şîre-keş tatlı sanır güftârrını (Sünbülzâde Vehbî)
(Esrarkeşler sırlarını/ kullandığı uyuşturucuyu saklayamaz. Sarhoşlar da sözlerinin güzel olduğunu zanneder.)

‘Âleme leylî saçuñ sevdâsın izhâr eylerin / Nev-bahâr eyyâmıdur bir gün tutar mecnunluğum (Bâkî)
(Leylî siyah, mecnun divane demektir. Leylî ve Mecnun sözcükleri tevriyeli kullanılmış)
Bâkî çemende hayli perîşan imiş varak/ Benzer ki bir şikâyeti var rüzgârdan (Bâkî)

Rûzgâr” sözcüğü ile de tevriye sanatı yapılmıştır. Yakın anlamı “hava akımı”dır. “Devir, zaman” anlamı da vardır)

Ney-i bezm-i gamem ey mâh ne bulsan yele ver /  Oda yanmış kuru cismimde hevâdan gayrı (Fuzûlî)
“Heva” kelimesi Farsçada arzu, istek, Arapçada bildiğimiz hava anlamına gelir, şair bu beyitte her iki anlamı da düşündürmek istemiştir.

Senden bilirim yok bana bir fâ’ide ey gül/  Gül yağını eller sürünür çatlasa bülbül  (Osman Nevres)
(El: organ ve yabancı anlamlarını karşılayan sesteş bir sözcüktür. Yani şair tevriye örneği vermiştir.)
Şems-i asr idi asırda şemsin/  Zılli memdüd olur zamanı kasir (İbni Kemal)

Yavuz Sultan Selim’in genç yaşta ölümü üzerine yazılmış bu beyitte şair şöyle diyor: O, asrın güneşiydi. İkindi vaktinde güneşin gölgesi uzundur ama süresi kısa olur. (Asr: 1. Yüzyıl, 2. İkindi vakti.)
Gehi zir-i serde desti geh ayağıkoltuğunda / Düşe kalka haste-i gam der-i lütf-i yare düştü (Şeyh Galib)
(Gam hastası, kimi zaman başının altında eli (testisi), kimi zaman ayağı (kadehi) koltuğunda, düşe kalka, sevgilinin lütuf kapısına düştü).
Zâhid o denli sıklet ü tâc-ı kaba ile/   Uçmak ümidin etmez idi ebleh olmasa (Nergisi)

(Zâhid, ahmak olmasa o kadar tac ve elbise ağırlığıyla /veya günahıyla uçmaya çalışmazdı/veya cennet ümit etmezdi)

Dil gitti gerçi yerine kondu hezargam/ Biri gider bini gelir oldu belaların (Şeyhülislam Yahya)

(Hezar: Bülbül veya binlerce. Hezar gam: Gam bülbülü veya binlerce gam)

Kapında dâd umar ey Şâh-ı âdil/   Dil-i mecnûnu gör dîvânegeldi /Bâkî

***

(Divâne geldi: deli geldi veya huzuruna geldi)
(Bu konunun modern şiirimizdeki örneklerini “Recai Kapusuzoğlu- Yeni Türk Şiirinde Edebi Sanatlar-Ötüken Neşriyat-2022” isimli kitabımızda bulabilirsiniz.)

Yazar: Recai Kapusuzoğlu

Yazdır

Yazar hakkında

Recai Kapusuzoğlu

1959’da Yozgat’ta doğdum. 1981’de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesini bitirdim. Aynı yıl öğretmenliğe başladım. Yurdun değişik illerinde altı yıl edebiyat öğretmenliği yaptıktan sonra 1987’de açılan bir sınavı kazanarak Başbakanlık Osmanlı Arşivleri Daire başkanlığında eski yazı-arşiv uzmanı olarak çalışmaya başladım.
1990’da kendi isteğimle bu kurumdan istifa ederek asıl mesleğime, öğretmenliğe, dönüş yaptım.1990’da Türkçe-edebiyat öğretmeni olarak dershaneciliğe başladım ve aralıksız olarak bu güne kadar sürdürdüm. On beş yıl kadar özel bir dershanenin kurucu müdürlüğünü yaptım.
2006’da Milli Eğitim Bakanlığı’nca açılan Kariyer Basamaklarında Yükselme Sınavında başarılı olarak ve yapılan diğer değerlendirmeler sonunda ”Uzman Öğretmen” unvanını kullanmaya hak kazandım. 2007’de milli eğitimden emekli oldum.
2002’de Yozgat Fen Edebiyat Fakültesi’nde ücretli olarak Türk Dili dersi verdim.
1980’li yıllarda Pınar ve Gerçek dergilerinde yazılarım yayınlandı.
1995’te ÖSS Türkçe-Edebiyat(Konu Anlatımlı) kitabım Anadolu Dershaneler Birliği tarafından basıldı ve iki yıl tüm üye dershanelerde ders kitabı olarak okutuldu.
YGS-LYS Türkçe-Edebiyat Konu Anlatımlı ve YGS-LYS Türkçe-Edebiyat Soru Bankası başlıklı kitaplarım, Hedef Yayınları arasında çıktı.
Halen Yozgat Özel Başarı Temel Lisesinin ve KPSS kursunun kurucu müdürlüğünü yapıyorum.
1985’te deneme amacıyla girdiğim ÖSS’de Ankara Hukuk Fakültesi’ni kazandım. Halen 3. Sınıf öğrencisiyim.

Yorum yap