İnceleme-Araştırma

Teşbih (Benzetme) Sanatına Dair

Teşbih, şiirde ve düzyazıda hatta günlük konuşmalarda en çok kullanılan söz sanatıdır. Edebiyatımızda içinde benzetme yapılmamış bir şiir bulmak nerdeyse imkansızdır. Divan şiiri teşbih sanatının örnekleriyle doludur. Ancak Divan şairlerinin kullandığı benzetmeler sayı ve çeşitlilik açısından çok sınırlıdır. Sevgilinin yüzünü güle veya Yusuf Peygambere, boyunu serviye veya tubaya, ağzını goncaya veya noktaya, gözünü ahuya, dudakları şekere, yakuta veya şaraba benzetmek, Divan şiirinde bir gelenek olmuştur. Biçim ve söyleyiş açısından olduğu gibi söz sanatları açısından da Divan şiirinde bir yenilik, özgünlük görülmez. Bu durum, Halk şiiri için de geçerlidir. “Mazmun” adı verilen bu kalıplaşmış benzetmeleri kullanmayan şairin yeteneği sorgulanır ve kuralların dışına çıktığı için şairler sınıfında adı zikredilmez. Fuzuli’nin ve Nedim’in kendi çağlarında önemsenmemelerinin ve ikinci sınıf sanatçı sayılmalarının nedeni, Divan şiiri geleneğinin dışına çıkmış olmalarıdır. Nedim bir şiirinde şöyle yakınıyor:
Zâhirde eğerçi cümleden ednâyız
Erbâb-ı nazar yanında lîk a’lâyız
Saymazsa hesâba n’ola ahbâb bizi
Biz zümre-i şâirânda müstesnâyız
Ancak bu özgünlük, Fuzuli ve Nedim’i diğer Divan şairlerinden ayrıştırmış ve günümüzde Türk şiirinin en büyük ustaları arasında sayılmalarını sağlamıştır:
Eskiler, “Gök kubbe altında söylenmemiş söz yoktur.” demişler. Gerçekten öyle mi? Genç şairlere söyleyecek söz kalmadı mı? Yani şiirin, edebiyatın kaynağı kurudu mu?
Garipçiler de bu düşüncedeydi. Garipçiler, “Gerçek kendiliğinden güzeldir. Sözü benzetmelerle süslemek gereksizdir.” düşüncesinden hareketle benzetme sanatına çok az yer vermişlerdir. Orhan Veli. “Garip Önsözü’nde şöyle diyor: “
“Teşbih, eşyayı, olduğundan başka türlü görmek zorudur. Bunu yapan insan acayip karşılanmaz, kendine hiçbir gayri tabiilik isnat edilmez. Halbuki teşbihle istiareden kaçan, gördüğünü herkesin kullandığı kelimelerle anlatan adamı bugünün münevveri garip telâkki etmektedir. Yazının peyda olduğu günden beri yüz binlerce şair gelmiş, her biri binlerce teşbih yapmış. Hayran oluğumuz insanlar bunlara birkaç tane daha ilâve etmekle acaba edebiyata ne kazandıracaklar? Teşbih, istiare, mübalâğa ve bunların bir araya gelmesinden meydana çıkacak bir hayal zenginliği, ümit ederim ki, tarihin aç gözünü artık doyurmuştur.”
Yalın söyleyiş kısa bir süre şairlerimiz arasında yaygınlaşmış ancak söz sanatlarını tümüyle dışlamanın şiiri yavanlaştırdığı, sıradan sözler durumuna düşürdüğü görülmüş ve günümüz şairleri, söz sanatları açısından yeni ve özgün sözler bulma arayışına girmişlerdir.
Çok yakında Ötüken Yayınları arasında çıkacak olan “Yeni Türk Şiirinde Edebi Sanatlar” isimli kitabımızda yer verdiğimiz yüzlerce özgün benzetme örneği, şiirin kaynağının kuramadığının, gök kubbe altında söylenmemiş sözün pek çok olduğunun ama arayıp bulmak gerektiğinin kanıtıdır. Örnekleri incelediğinizde göreceksiniz, eski şiirimizde bu güzellikte benzetmeler bulmak neredeyse imkansızdır:
gün ışığıyla yıkanmış küskün bir yıldız
gibi akıp geçtin
sessizliğimizin üstünden
Murathan Mungan
v
sevgilim acemi bir karanfilgibi açıyor
her sabah şehrin yanaklarında
Refik Durbaş
v
Bu şehirden gidiyorum
Gözleri kör olmuş kırlangıçlar gibi
Gururu yıkılmış soy atlar gibi
Bu şehirden gidiyorum
Erdem Beyazıt
v
Artık benim onurum
Eğri pervazında,
Ahşap bir kapı gibi
Gıcırdayıp duracak.
Metin Altıok
v
indiğim yerde beni bir bekleyen yok
indiğim yerde biçilmiş ot gibiyim
puslu, çapraşık, koklanmamış
ihmalkâr gözle okunmuş bir kitap
İsmet Özel
v
Gece gönlüm çocukça hür
Gündüz bir topal karınca
Uçma sırası bendedir
Kuşlar uykuya varınca
Ali Akbaş
v
Bir sabah ayrıldım, bir akşam kavuştum,
– Ah, olgun dutlar gibi ballanmış gözlerinde
Saatlerin biriktirdiği o tatlı özlem
Ceyhun Atuf Kansu
v
Şiir ateşin habercisidir,
yangının kundakçısı.
Yanardağın üstündeki kuştur şiir.
Ülkü Tamer
v
Ölüm bir ısırgan otu gibi
Sarmıştı her yanını…
Devrilmiş bir ağaçtı, ay ışığında gövdesi.
Yusuf Hayaloğlu
v
Gözlerim Yesrîb’de bir derin kuyu… Nice yıllar var ki çekilmiş suyu. Dilaver Cebeci
(Yesrib: Medine
v
Korkudan büzülürüm usulca bir kenara;
Yatmak için yerimden azıcık kımıldasam,
Gölgem bir hırsız gibi tırmanırdı duvara.
Cevdet Kudret
v
Yüreğimi beşik yaptım sevdana
Düşler kurdum, hayal kurdum bildin mi?
Ahmet Selçuk İlkan
v
Ömrün gecesinde sükun, aydınlık
Boşanan bir seldiavuçlarından
Bir masal meyvası gibi paylaştık
Mehtabı kırılmış dal uçlarından
Ahmet Hamdi Tanpınar
v
Gördünüz işte yerde
Çürük domatesler gibi ezik,
Avuçlarda mıncıklanmış kalbiniz.
Behçet Necatigil
v
Ne olurdu, ben de,
Sana göründüğüm şekilde
Odana gelseydim.
Ateşböcekleri gibi,
Küçücük avucunda
Yanıp yanıp sönseydim.
Behçet Necatigil
v
Bir ceylan gibi durma artık gecenin ortasında
Ceylan gibi bakma aya
Seni bir beyaz duvağa altın halkaya
Duyuran benim.
Yavuz Bülent Bakiler
v
Koca şehrin üstünde ipi kopmuş bir uçurtmayım,
Rüzgârlara kayıyor göğsüm sarsıla sarsıla.
Fazıl Hüsnü
v
Bir gün bu dudaklar beni hasretle anarsa,
Rabbim, ne dudaklar:
Kül benzinin üstünde birer damla kıvılcım!
Faruk Nafiz
v
Sarmış beni gurbet,
Sarmış beni Mecnun diye zincir gibi dağlar;
Bir türbe ki ruhum, gelen ağlar, giden ağlar!
Faruk Nafiz
v
Bendedir korkusu biten şeylerin
Çelik gagasında fecri taşıyan
Mavi kartal benim…
Pençelerimde
Asılmış bir zümrüt gibidir hayat
Sonsuzluk ısırır güzel kavsimde
Susamış bir ceylân gibi zaman
Ahmet Hamdi Tanpınar
v
Kalmadı ümidin soluk ve cılız
Işığında bereket.
Ve ölüm, kapımda kişner, sabırsız
Bir at oldu nihayet.
Cahit Sıtkı
v
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün üstüme örtün, serin karanlıkları.
Necip Fazıl
v
Bu yağmur, kanımı boğan bir iplik,
Tenimde acısız yatan bir bıçak.
Bu yağmur, bu yağmur, bu kıldan ince,
Nefesten yumuşak, yağan bu yağmur.
Necip Fazıl
v
Kamyonlar kavun taşır ve ben
Boyuna onu düşünürdüm,
Niksar’da evimizdeyken
Küçük bir serçe kadar hürdüm.
Cahit Külebi
v
Çocuğunu asma köprüde sallayan
bir annedir İstanbul
ki onun
içi süt dolu biberonudur Kız Kulesi
soǧusun diye suya tutulan
Sunay Akın
v
hilmi diyor ki annem
çiçek işlemeli bir lâmbaydı
karartma gecelerinde
Hilmi Yavuz
v
Kirli, bayat, karanlık
bir suyla dolu bir kova
olarak kalmıştım dünyada.
Ataol Behramoğlu
v
sırtını dönüp oturduğundan belli
çaya atılmayı bekleyen şeker gibi
buğusunda eriyorsun masumluğun
Arif Ay
v
Fakat içli bir saat gibi olur anne kalbi
Ayrılırım dizinden kopan bir yaprak gibi
Ahmet Kutsi Tecer
v
çünkü yürek çığlıktır su gibi donmaz
çünkü yürek türküdür kâğıt gibi yırtılmaz
Özdemir İnce
v
Bir eski kapıydı babam
kapısı vurulmadan girilen
Özdemir İnce
v
Ben ki yaralıyım, ben ki haytayım
Bakkallara düşmüş okul defterleri gibiyim.
İlhan Berk
v
Açılmış sarmaşık gülleri kokularıyla baygın
En görkemli saatinde yıldız alacasının
Gizli bir yılan gibi yuvarlanmış içimde keder
Atilla İlhan
v
Akşam kente bir Meryem gibi girer
Bir çocuk kutsal bir çocuk doğurur gibi
Sezai Karakoç
v
ve yalnızlıksigara külükadar yalnızlık
ve toprağın rüyaya yılangibi girişi
Sezai Karakoç
v
Eski bir urba gibi kent.
Eski bir urba gibi giyiyorum kenti
Bir kadırgayı.
İlhan Berk
v
Gökteki yıldızlar kadar sayısız
Ah yurdumun kimsesiz ve yoksul çocukları
Anladım farkınız yok koparılmış başaktan!
Y. Bülent Bakiler
v
Gönül mangalında ateşler kül bağladı
Sağlam bentler yıkıldı ihanetin selinden.
İlhan Geçer
(“ateşler kül bağladı” ve “bentler yıkıldı” kinaye)
v
herkesin uzağında, o ışıksız evlerde
kapı altından giren soğuk gibisin.
İbrahim Tenekeci
v
Gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider
bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında
Ahmet Telli
Yazdır

Yazar hakkında

Recai Kapusuzoğlu

1959’da Yozgat’ta doğdum. 1981’de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesini bitirdim. Aynı yıl öğretmenliğe başladım. Yurdun değişik illerinde altı yıl edebiyat öğretmenliği yaptıktan sonra 1987’de açılan bir sınavı kazanarak Başbakanlık Osmanlı Arşivleri Daire başkanlığında eski yazı-arşiv uzmanı olarak çalışmaya başladım.
1990’da kendi isteğimle bu kurumdan istifa ederek asıl mesleğime, öğretmenliğe, dönüş yaptım.1990’da Türkçe-edebiyat öğretmeni olarak dershaneciliğe başladım ve aralıksız olarak bu güne kadar sürdürdüm. On beş yıl kadar özel bir dershanenin kurucu müdürlüğünü yaptım.
2006’da Milli Eğitim Bakanlığı’nca açılan Kariyer Basamaklarında Yükselme Sınavında başarılı olarak ve yapılan diğer değerlendirmeler sonunda ”Uzman Öğretmen” unvanını kullanmaya hak kazandım. 2007’de milli eğitimden emekli oldum.
2002’de Yozgat Fen Edebiyat Fakültesi’nde ücretli olarak Türk Dili dersi verdim.
1980’li yıllarda Pınar ve Gerçek dergilerinde yazılarım yayınlandı.
1995’te ÖSS Türkçe-Edebiyat(Konu Anlatımlı) kitabım Anadolu Dershaneler Birliği tarafından basıldı ve iki yıl tüm üye dershanelerde ders kitabı olarak okutuldu.
YGS-LYS Türkçe-Edebiyat Konu Anlatımlı ve YGS-LYS Türkçe-Edebiyat Soru Bankası başlıklı kitaplarım, Hedef Yayınları arasında çıktı.
Halen Yozgat Özel Başarı Temel Lisesinin ve KPSS kursunun kurucu müdürlüğünü yapıyorum.
1985’te deneme amacıyla girdiğim ÖSS’de Ankara Hukuk Fakültesi’ni kazandım. Halen 3. Sınıf öğrencisiyim.

Yorum yap