Ders Notları

Edebiyat Akımları

EDEBİYAT AKIMLARI
Edebiyat akımlarının oluşmasında toplumsal yapıdaki gelişme ve değişmeler, siyasal yönetim özellikleri, felsefî anlayışlar, sanatçıların değişiklik istekleri başlıca etkenler olarak sayılabilir.

KLASİSİZM

17.yüzyıl ortalarında Fransa’da ortaya çıkan akıl, sağduyu ve insan tabiatı üzerine temellenen edebiyat akımıdır. Klasisizme göre insanın insan yapan güç, akıl ve sağduyudur. Akıl ve sağduyuya dayanan eserler, herkesin anlayabileceği nitelikte, güzel ve gerçeği yaşatan eserlerdir. Gerçek, tabiatta vardır; ancak bu tabiat, insanı hayvandan ayıran iç dünyası, karakter ve davranışlarıdır; dış dünya değildir. Akımın kuramcısı sayılan Boileau, akıl ve mantığı seviniz, yapıtlarınız daima en büyük süsünü ve değerini ondan alsın, sözüyle klasisizmi özetlemiştir.
Akıl, sağduyu ve insan doğasına önem verilir.
Düş ve duygu değil, mantık ve ölçü önemlidir.
Eserlerde, eski Yunan ve Latin kaynaklarından alınan konular işlenir.
Eserlerde konuya değil, konunun işleniş biçimine önem verilmiştir.
Sanat sanat içindir, anlayışı hâkimdir.
Sanatçılar, eserlerinde kişiliklerini gizlerler.
Eserlerde değişmez tipler oluşturulmuştur.
Kahramanlar dış görünüşleriyle değil, ruhsal özellikleriyle ele alınır.
Tiyatroda yer, zaman ve olay birliğine uyulur.
Temsilcileri:
Dünya edebiyatında: La Fontaine, Racine, Corneille, Moliere, Madam La Fayette, Bousset, La Bruyere
Türk edebiyatında: Şinasi’nin La Fontaine’den; Ahmet Vefik Paşa’nın da Moliere’den yaptığı çeviri ve adaptelerle klasisizmi edebiyatımızda tanıtmıştır.

ROMANTİZM:

Fransa’da 1830’lu yıllarda klasisizme tepki olarak doğmuştur. Klasisizmin önem vermediği dine önem verilmiştir. İnsanı bir dine inanmaya iten, akıldan çok, duygular olduğundan, romantizmde duygu, coşkunluk ve hayal önem kazanmıştır. Romantizmin doğuşunda en büyük etken Fransız İhtilali’dir. Klasisizm mutlak monarjinin ürünüdür, romantizm ise hürriyet ve demokrasi düşüncesinin ürünüdür.
Duygu, coşku ve hayal önem kazanır.
Sanat toplum içindir, anlayışı hâkimdir.
Konular tarih ve ulusal kültürden alınır.
Eserlerde genellikle aşk, ölüm, doğa, özgürlük, eşitlik gibi konular işlenir.
İnsan ruhuna önem verilerek karşıtlıklardan (ak-kara,güzel-çirkin) yararlanılır.
Gerçek bir yönüyle değil; çirkin, bozuk, gülünç… bütün yönleriyle ele alınır.
Sanatçılar, eserlerinde kişiliğini gizlememiş, olaylar karşısında duygularını açıkça anlatmışlardır.
Tiyatroda üç birlik kuralına –yer,zaman ve olay birliği- uyulmamış, dram gelişmiştir.
Temsilcileri:
Dünya edebiyatında: Shakespeare, Byron, Goethe, J.J.Ruso, Lamartine, Victor Hugo, Aleksandr Puşkin
Türk edebiyatında: Namık Kemal, Ahmet Mithat, Abdülhak Hamit, Recaizade Mahmut Ekrem

REALİZM

19.yüzyılın ikinci yarısında Fransa’da romantizme tepki olarak ortaya çıkan, gerçekçiliği ilke edinen edebiyat akımıdır. Olayların ve davranışların kahramanların ruhlarında bıraktığı izlenimler, duygu ve düşünceler belirtilmiştir. Realistler, eserlerini oluştururken insanları eğitme gibi bir amaç gütmemiş, eserlerinde sadece gerçekleri anlaan bir gözlemci konumunda kalmışlardır.
Gözlem ve belgelere önem verilir.
Yaşamda rastlanan gerçek olay ve kişiler anlatılır.
Eserlerdeki üslup açık ve yapmacıksızdır.
Eserlerde biçimsel güzelliğe önem verilir.
Eserlerde eğitme amacı güdülmez.
Sanat sanat içindir, anlayışı hâkimdir.
Sanatçı eserlerinde kişiliğini gizler, olay ve kahramanları tarafsız bir gözle anlatır.
Eserlerde çevre betimlemeleri, örf ve âdetlerin anlatımı önem kazanır.
Temsilcileri:
Dünya edebiyatında: Gustave Flaubert, Daniel Defoe, Stendhal, Balzac, Charles Dickens, Hemingway, Turgenyev,Çehov, Gorki, Gogol, Tolstoy, Dostoyevski
Türk edebiyatında: Recaizade Mahmut Ekrem (roman ve öyküde), Samipaşazade Sezai, Mehmet Rauf, Halit Ziya, Ömer Seyfettin, Mehmet Akif, Yakup Kadri, Refik Halit, Reşat Nuri, Halide Edip Adıvar.

NATÜRALİZM:

19.yüzyılın ikinci yarısında Fransa’da realizmin daha ileri ve abartılı biçimi olarak ortaya çıkmış “determinizm” edebiyata getirmiştir. Determinizm anlayışında tabiat olaylarında aynı sebepler, aynı şartlarda, aynı sonucu doğurur. Natüralistler, toplumu büyük bir laboratuar, insanın deney konusu, sanatçıyı da bilgin olarak kabul etmişlerdir. Natüralistlere göre bedenden ayrı bir ruh yoktur. İnsanların yaşamı; bayağı, çirkin, aşağılık içgüdülerden ibarettir. Kötü çevreler, kötü kişileri yetiştirir. Kişinin bunda suçu yoktur. Natüralistler, toplumsal sebepleri bir yana bırakmışlar, yalnızca yaşananı nesnel bir biçimde aktarmakla yetinmişlerdir. Bu sebeple de onlara zabıt katipleri yakıştırması yapılmıştır. Natüralizmin kurucusu Emile Zola’dır.
Eserlerde gerçek yaşam, çirkin hatta iğrenç yönleriyle yansıtılır.
Olaylar ve kişiler, eserlerde bir bilim adamı gözüyle ele alınır.
Soya çekim, çevrenin insan üzerindeki etkisi, deneye dayanma ve gözlem önemlidir.
Dil, her insanın anlayabileceği bir niteliktedir.
Roman kahramanları, toplumun hangi kesiminden alınmışsa o kesimin ağzıyla konuşturulmuştur.
Realizmdeki biçim güzelliği ve konuyu sanatlı bir biçimde işleme kaygısı natüralizmde yoktur.
Temsilcileri:
Dünya edebiyatında: Emile Zola, Maupassant, Alphonso Daudet, John Steinbeck, Gongourt Kardeşler
Türk edebiyatında: Nabizade Nazım, Hüseyin Rahmi Gürpınar

PARNASİZM

1860’larda romantizme tepki olarak Fransa’da ortaya çıkmış, şiir alanında gerçekçiliği benimseyen edebiyat akımıdır. Felsefe alanında Pozitivizmin öne çıkmasıyla bilimsel çalışmalar önem kazanmış, edebiyatın şiir kolunda da dış dünyayı duygusallıktan uzak bir biçimde anlatan şiirler değer kazanmıştır. Parnasyenlere göre güzellik ancak güzel biçimlerle elde edilebilir. Şiirin görevi siyasal, toplumsal sorunları anlatmak değil, insanlara güzelin ne olduğunu göstermektir.
Betimlemeye, düşünceye, biçim ve söyleyiş güzelliğine önem verilmiştir.
Sözcüklerin seçilerek kullanılışı, sıralanışı, bu sıralanıştan doğan ahenk önemsenmiştir.
Ölçü ve uyağa önem verilmiştir.
Şairler şiirlerinde kişiliğini gizlemiş, dış dünyada gördüklerini nesnel bir gözle anlatmaya çalışmıştır.
Sanat sanat içindir, ilkesine bağlı kalınmıştır.
Şairler kendi tarihlerindeki üstün dönemlere, yükselişlere özlem duymuşlardır.
Uzak ve yabancı ülkelerin efsanelerinden yararlanılmıştır.
Egzotik konuları işleyen parnasyenler, dilin açık ve yalın olmasına özen göstermiştir.
Temsilcileri:
Dünya edebiyatında: Theophille Gautier, Theodore Banville, François Coppee, Jose Maria de Heredia, Sully Prudhomme, Leconte de Listle
Türk edebiyatında: Cenap Şahabettin, Tevfik Fikret, Yahya Kemal Beyatlı

SEMBOLİZM:

19.yüzyılın sonlarına doğur parnasizme tepki olarak Fransa’da doğmuştur. Gerçeklerden kaçma, hayale sığınma, çirkinlikleri hayal yardımıyla güzelleştirme, bunlara bağlı olarak ortaya çıkan karamsarlık, en belirgin özellikleridir. Sembolistlerin amacı dış dünya ile duyular arasındaki ilişkiyi sezdirmektir. Bu amaçla simgeler kulllanılmış, zaman zaman simgeler de yeterli görülmeyince sözcüklere bambaşka anlamlar yüklenmiş, bu durum şiirde kapalılığı doğurmuştur. Sembolist şairlere göre iyi şiir, herkesçe farklı yorumlanabilen şiirdir. Sembolizm, çığırtkanlıktan şiddetle kaçınır. Onun için karanlıklara doğru çekilip giden ve silinen ses, yaşamı sessizliğe doğru çeken akşamın habercisi “kızıl guruplar, dinamizme fırsat vermeyen alaca karanlıklar,kendi hâline bırakılmış eski parklar, sararmış yapraklar, durgun sular, perdelerde gezinen gölgeler” sembolist şairlerin şiirlerinde işlediği başlıca konulardır. Akımın kuramını ve ilkelerini Stephan Mallerme oluşturmuştur. Sembolizmin öncüsü ise bu akımın ortaya çıkışından önce ürünler veeren Charles Baudelaire’dir.
Dış dünya olduğu gibi değil hissedildiği, algılandığı,duyulduğu gibi yansıtılır.
Şiirlerde alaca karanlık, ay ışığı, gün doğumu, gün batımı gibi belli belirsiz görüntüler yansıtılmıştır.
Anlatımda açıklıktan kaçınılmış, duygular telkin yoluyla duyurulmaya çalışılmıştır.
Şiirde önemli olan musikidir, musiki değeri olmayan sözcükler kullanılmaz.
Şiirde anlam aranmaz, çünkü şiir anlaşılmak için değil duyulmak içindir.
Şiirler oldukça ağır bir dille oluşturulmuş, biçim kusursuzluğuna önem verilmiştir.
Temsilcileri:
Dünya edebiyatında: Charles Baudelaire, Stephan Mallerme, Arthur Rimbaud, Paul Verlaine, Paul Valery, Edgar Allen Poe
Türk edebiyatında: Cenap Şahabettin, Ahmet Haşim, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Muhip Dıranas

EMPRESYONİZM

19.yüzyılda ortaya çıkmış, edebiyatta ve resimde gelişerek bütün güzel sanatları etkilemiştir. Empresyonistlere göre duyular, dış dünyayı bize olduğu gibi değil onun gerçek görünüşünü değiştirerek ulaştırır; bu yüzden anlatılanlar dış dünya değil, bu dünyanın hayalimizle bezenmiş izlenimleridir.
Dış dünyada görülen varlığın gerçek yönü değil, kişide uyandırdığı izlenimler anlatılmıştır.
Anlam belirginliğinden çok kapalılık yeğlenmiştir.
Sanatçılar dış dünyaya, ondaki varlıklara ve nesnelere karşı ilgisizdir.
Varlığın gerçekçiliği ve nesnelliği ikinci plana atılarak kişisel yorum ön plana çıkarılmıştır.
Temsilcileri: Rainer Maria Rilke, James Joyce, Paul Cezanne, Edgar Degas

EKSPRESYONİZM

20.yüzyılda empresyonizme tepki olarak doğmuş, doğanın olduğu gibi yansıtılması yerine duyguların ve iç dünyanın ön plana çıkarıldığı bir sanat akımıdır. Ekspresyonistler ordu, okul, ataerkil aile ve imparatorluk gibi kurumların yerleriş otoritesine karşı çıkarak toplum dışına itilmiş yoksulların, ezilmişlerin, akıl hastalarının, sokak kadınlarının ve eziyet edilen gençlerin yanında yer almışlardır.
Güzel sanatları genel olarak etkilemiş, insanların en gizli yönlerini açığa vuran bir anlatım yolunu seçmiştir.
Fanstastik ve korkunç olaylar anlatılmıştır.
Amacı, insanların ruhsal durumlarını anlatmaktır.
Temsilcileri: Franz Kafka, James Joyce, T.S.Eliot, Vincent Van Gogh

KÜBİZM

20.yüzyılın başında empresyonizme tepki olarak ortaya çıkmış ve daha çok resimde kendini göstermiştir. Akımın amacı gerçeği gördüğümüz gibi değil, olduğu gibi göstermektir. Yerimizi değiştirmeden bir nesneye baktığımız zaman onun sadece bir kısmını, bir köşesini veya bir yüzünü görürüz. Kübistler ise nesneleri, sanki çevresinde dolaşıyorlarmış gibi birkaç bakış açısından, cepheden, yandan, üstten, alttan bakarak aynı imge üzerinde göstermeyi amaçlamışlardır.
Devamlı olan ve değişmeyen eşyanın özünün betimlenmesine çaba gösterir.
Eşyanın dış görünüşüyle birlikte özünün de gösterilmesi gerekir.
Yalnız dış görünüş değil duygular da anlatılmalıdır.
Temsilcileri: Andre Salmon, Max Jacob, Jean Cocteau, Picasso, Georges Braque

FÜTÜRİZM

İtalyan şair Tomasso Marinetti’nin 1909’da Fransa’da yayımlanan bildirgesiyle ortaya çıkmış olan, yaşamın sürekli bir değişim süreci içinde olduğunu, sanatın da yerleşik bütün kuralları bir yana bırakarak yaşamdaki bu hızlı değişmeye uygun yeni biçimler, yeni anlatım yolları ve olanakları bulması gerektiğini savunan edebiyat akımıdır.
Şiir, her türlü atılımı, savaşkanlığı, sanayi girişimlerini, tersane ve makineleri övmelidir.
Dizelerde makine ve çark seslerini duyurmaya çalışmışlardır.
Edebiyat durgunluktan ve uyuşukluktan sıyrılmalıdır.
Temsilcileri:
Dünya edebiyatında:Marinetti, Mayakovski
Türk edebiyatında: Nazım Hikmet

EGZİSTANSİYALİZM

20.yüzyılın ilk yarısının sonlarına yaklaşılırken Fransa’da yaygınlık kazanan felsefe akımıdır. İnsanın kendisini bulmasını, özünü elde etmesini savunmuştur. İlk olarak Alman düşünür Martin Heidegger tarafından ortaya atılmış (1927), İkinci Dünya Savaşı yıllarında Fransız düşünür ve romancı Jean Paul Sartre’ın benimmesi ve edebiyata uygulaması ile bütün dünyada yaygınlaşmıştır. Bu göre göre varoluş insanın maddi özünden önce gelir. İnsan dünyaya gelip var olduktan sonra kendi özünü, değerlerini oluşturur. Bu süreçte insana yol gösterecek olan yine kendisidir. Bu sebeple özgür olmak zorundadır.
İnsanın geleceğini yine kendisinin çizebileceğini ileri süren bir felsefî anlayış hâkimdir.
İnsanın kendisini aşması gerektiği, hür olmaya mecbur olduğu gibi konular ele alınır.
Yapıtlarda karakter yoktur, çeşitli durumlarla karşı karşıya kalmış insanlar vardır.
Temsilcileri:
Jean Paul Sartre, Albert Camus, Martin Heidegger

DADAİZM:

20.yüzyılın başlarında Tristan Tzara adlı gencin etrafında toplanan bir grup şair “dada” sözcüğünü, kurmak istedikleri akıma ad olarak seçmiş ve bu akımı kurmuşlardır. Alaycı ve aşağılayıcı tavrıyla toplumsal değerleri kökünden sarsmıştır. 1922’den sonra yerini sürrealizme bırakmıştır.
Her şeye kuşkuyla bakılmalıdır.
Çevredeki hiçbir şeyin doğuruluğuna ve varlığına inanılmamalıdır.
Aklın hiçbir değerinin olmadığı kabul edilmelidir.
Dil ve estetik kuralları bir yana itilerek başıboş bir yol izlenmelidir.
Temsilcileri:
Tristan Tzara, Andre Breton, Luis Aragon, Paul Eluard

SÜRREALİZM

1924 yılından sonra dadaizmin yerine geçen, Fransa’da Andre Breton ve arkadaşlarınca oluşturulan edebiyat akımıdır. Sürrealistler, her türlü töresel ve sanatsal baskıyı bir yana atıp düş gücünün alabildiğine özgürce kullanımını savunmuştur. Sigmun Freud’un psikalaniz kuramının edebiyata uyarlanmış biçimidir. Sürrealizme göre insan gerçek kişiliğini; gelenek, örf, din gibi bazı baskılar nedeniyle açığa çıkaramamaktadır. Bu yüzden sürrealistler, hipnotize edilmiş insanlara şiir söyletmiş ve bunları başyapıt saymışlardır. Bu şiirlere otomatik şiir adını vermiş, akıl ve mantığı değersiz sayarak insanı yönlendiren gücün içgüdü ve bilinçaltı olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Söyleyişte özentiden kaçınılır.
İnsanın, ne olduğunu gösterebilmesi için aklın, mantığın, geleneklerin baskısından sıyrılması gerekir.
Bilinçaltı rüyada açığa çıkar. İnsanın rüyada ortaya çıkan yönü, yalancı olmayan gerçek yönüdür.
Sanat, bilinçaltının otomatik verileridir. Sanatçı bu verileri kullanırsa asıl şiir ortaya çıkar.
Şiirin konusunu olağanüstülükler, rastlantılar ve rüyalar oluşturur.
İnsanı bütünüyle kavrayabilmek için bilinçaltı, rüya ve düş gücü ede edebiyata kaynaklık etmelidir.
Temsilcileri:
Dünya edebiyatında: Andre Breton, Luis Aragon, Paul Eluard, Rene Char
Türk edebiyatında:Orhan Veli, Cemal Süreya

Yazdır

Yazar hakkında

admin

Yorum yap