Deneme Örnekleri

Edebiyat Karın Doyurur-Nermi Uygur

EDEBİYAT KARIN DOYURUR

Tek tek sanatları, özellikle de edebiyatı aşağsamak isteyenler, sözü uzun uzadıya dolaştırmadan karna getirirler: edebiyat karın doyurmaz, onlara göre. Benzetmeli bir anlamı olduğu apaçık bu savın. Yadırgamamak elde değil gene de. Ona bakarsanız ne felsefe karın doyurur, ne tarih. Edebiyatmış, felsefeymiş, tarihmiş , boş mu vereceğiz öyleyse hepsine? Olacak şey mi bu? Yalnızca edebiyatı alalım, karın doyurmuyor diye, önemi değeri yok mu edebiyatın? Biricik değerse karın doyurmak belki. Gerçek bambaşka ama. Ne demek hem karın doyurmak? Besbelli: “işe yaramak” ile aynı anlamda kullanılıyor bütün bu bağlamlarda “karın doyurmak”. Belirtilmesi gerekir o zaman da: Ne zaman, nerde, hangi işe, kimin işine. Kestirmeden dendikte: yaşamadır göz önünde bulundurulan amaç; yaşamayı, tüm insan-yaşamasını göstermektedir “iş”, olanca kaypaklığı, çok anlamıyla. Edebiyat karın doyurmaz deyimine bel bağlayanlar, edebiyatın insan yaşamasına yararlı bir katkı getirmediğini öne sürmekteler. 

Gücünü betimleyici anlatımından devşiriyor bu sav. Yanıltıcı bir güç ama bu. Edebiyat karın doyurmaz diyenler, insan-kültür gerçekliğini bozuyorlar da ondan. Tam karşıt sav gerçekliği dosdoğru yansıtır: Edebiyat karın doyurur. Çok kişi de, bu savı aykırı bulacak; haksız değiller büsbütün. Bilinç aydınlığına çıkmasa da, hep o karın-doyurmaz’lı deyimin aldatan inandırıcılığına cabucak bırakıyor kendini insan. Neden peki tutunup yayılmış, ger-çeğe aykırı bu deyim? Tüm bağıntılarıyla edebiyattan anlamayanların önyargısı durumunda; diledikleri gibi kullanamadıkları için belli bir edebiyata, belli bir edebiyat ürününe düşman kesilenlerin bir propaganda tekerlemesi durumunda. Buysa aslında, gerçekliği saklamak istese bile, edebiyatın karın doyurduğuna tanıklık etmekte. İşte ben boş kalem-tartışmalarını sevmediğimden, olumlu birkaç yönüyle bu özelliği açığa koymak dileğindeyim şimdi: Ede-biyatın “karın” doyurduğunu temellendirmek umudundayım. Bu arada biriki eğitim sorununa dokunmadan yapamayacağım. Bölük pörçük de olsa gerekli bu bence. Kim edebiyatın karın doyurduğuna inanır da, doymaya engel olan eğitim aksaklıklarından önleyebildiğini önlemez fırsat varken? 

Vazgeçilmez bir eğiticidir edebiyat. İnsan da eğitimle insan olduğuna göre pekçok eksik kalır edebiyatsız. Bilim, töre, din, politika bakımından edebiyatın yararsız bir güç olduğu hiçbir zaman söylenemezse, edebiyata ilişkin başka bir başarıya dikkati çekmek dileğindeyim ben şimdi. Nedense unutulan ya da onemli değilmiş, gibi geçiştirilen bir katkı sağlar edebiyat insan-varoluşuna: insana özgü bir duygu dunyasının kurulup gelişmesinde büyük payı vardır edebiyat ürünlerinin. Bakışaçılarına gore değişik adlar takılabilen çeşitli yaşama-dünyalarına açık bir bütündür insan: şu bu yöne indirgenip bolünemez aslında. Gene de akıl, mantık, matematik, genellikle de bilimsel bilgiler dışında, tutku, özlem, düşyetisi, sevgi, umut gibi birçok yaşama uzanışları var ki, bunların tümüne birden insanın duygu boyutları gözüyle bakabiliriz. İşte edebiyat bu boyutlan genişletmekte zorunlu bir yardımcısıdır insanın. Musikiden yontuya, resimden dansa dek güzelsanatların yanmda yeralır bu bakımdan edebiyat. Gene de bir ayrıcalık gosterir; şöyle ki, olanca varlığı dille ortaya çıktığı, dil de insanlar arası bildirişmeyi erişilebilecek en güvenilir biçimde sağladığına göre, insanın duyguca oluşması edebiyattan geçer ister istemez. Edebiyatın yapıtaşı durumundaki sozcükler anlamla yüklüdür; sözcükleri düzenleme sanatıyla değişik anlam kesitleri kurar edebiyat yaratıcısı. Bu anlam kesitlerinin pekçoğu duygulara ilişkindir. Böylece, edebiyat yazarı duyguları dile-getirme ustasıdır, büyük ölçüde. Denecek ki: dil başka duygu başka; uzayda zamanda algılanan nesneleri adlandırmak, eylemleri amaçlara yöneltip yoğunlaştırmakla görevlidir dil; dişa ilişkin birşeydir öyleyse; oysa duygular içte, iç dünyada, başkalarına aktarılamayan gönül derinliklerindedir. Bense şöyle düşünüyorum: duyguların diştan gözlemlenebilen davranışlarla sıkı ilgisi vardır; aynca, ancak dile getirildikten sonradır ki duyguların varlığından, niteliğinden haberi olur insanın; duygu dille belirir bir bakıma. 

Ozanı, öykücüsü, denemecisiyle dil işleyicisidir edebiyatçılar. Duygu olanaklarımız artar, duygu boyutlanmız genişler onlarla. Duyguca zenginleştirir edebiyat. Aristoteles’in ünlü tanımına uymuyor bu söylediğim. Bu konuda nedense herkesin güvendiği Aristoteles’e göre, “acıma ve korkuyla duygulardan arındırır” edebiyat. Gerçi Aristoteles tragedyanın sözünü ediyor bunu derken, tümüyle edebiyata yaymak alişkanlığında çok kişi gene de. Bazıları, edebiyatı, insandaki duyguları kökten kazıyan, insanı duygusuzlaştıran bir etkenlik diye yorumluyorlar bu bağlamda. Duygular kötü şeylermiş gibi, “katharsis”i, duyuları yıkayıp paklamak diye anlıyorlar. Aristoteles tanımını yetesiye açıklamamış. Ama, gerçekliğe böylesine aykırı bir tasarıma belbağlamamıştır gibi geliyor bana. Şuna inanıyorum ben: Edebiyatta arınır duygular, yani dilin işleyişiyle görülebilecekleri en elverişli ışın altına yerleşirler, yani dille duyguların üstüne bükülüp onları algılar, onları hem kendisi hem de okuyucuları için bilince ulaştırır edebiyatçı. İnsanı eğitmek amacıyla duyguları değerlendirmek, verimlendirmektir “katharsis”. Duygu eğitimi sağlar edebiyat insana. İnsanın tüm duygu yönünü açar, açıklar, belli eder, bildirir edebiyat. Yazarlar olmasaydı, birçok duyguları deneylemeyecek, onlan tatmayacak, bilmeyecektik; insan yaşamasının birçok önemli kesiminden yoksun kalacaktık böylece. 

İnsanı kendine öğretir bu bakımdan edebiyat. Ben neyim? Kimim ben? Nasıl birşeyim ben? çeşidinden sormadan edemeyeceğimiz soruları en iyi aydınlatan, hiç olmazsa aydınlatabilecek ipuçları veren etkenlik alanıdır edebiyat. “Sen beni bil! “diye buyuran eski bilgeler, sahne yazarlarının, ozanlann, sözle anlatma sanatçılarının ürünlerine itelemekteydi aslında herkesi. Aracısız, kendini tanıyamaz hiçkimse. Her insanteki öylesine yapışıktır ki kendisine, ancak edebiyat ustalarnın, bildik bilmedik duygu yaşantılarını girdiçıktısıyla dile sergilemesi üzerine özkimliğini kavramaya başlar insan. Edebiyatla kendisini bulabilir insan, çünkü en çok kendisinin olan yönüyle, duygu biricikliğiyle edebiyatta rastlar kendisine. 

Düpedüz bir duygu öğretmeni durumuna indirgenmiş olmuyor mu böylece edebiyatçı? Sanmıyorum. Romanı, şiiri duygu bilgiçliği için okuyanlar düşer olsa olsa bu yanıltıya. Oysa edebiyat duygu çözümlemekten fazla birşeydir; doğru olmaz edebiyat yaratılarnın tüm varlığını, önemini duygu konusunda bilgi edinmeye dayatmak. Yalnız ne var ki, edebiyattan payalan herkes, hangi amaçla sarılırsa sarılsın edebiyata, duygusallık bakımından, kendi kendini kıyıbucağı ile daha iyi görebileceği bir açıya yerleştiğini sezer. Özellikle duyguları yönünden bir aynadır edebiyat insan icin, bir büiyüteç. Yazar bambaşka kişileri de anlatsa, binlerce yıl önceki olayları da deşse, uyduruksal ilişkileri de incelese, okuyana büsbütün yabancı eylemleri de sayıp dökse, bir tek canlıdan söz etmeyip rastgele nesneleri bile betimlese, gene de okuyucu, okumasıyla kendi üzerindeki bilincin karanlıktan sıyrıldığını, duygu ve yeti sınırlarının seçikleştiğini, (hep dediğim gibi) sozün en geniş, anlamında duygu yaşayışı bakımından ayıklığa kavuştuğunu içten kavrar. 

İnsanların birlikte yaşadığı, tartışılmaz bir olgudur; başka türlü bir varoluş tasarlanamaz insan için; rastlantılarda bir süre canlılığını yitirmese bile, insanolmayı sağlayan yetilerin hiçbirini geliştiremez başkalarıyla bildirişmeyen, ödevler ve sorumluluklar yüklenemeyen, ortak eylemlere katılmayan sözümona bir insan. Başkalarıyla anlam kazanan tatlardan, özlemlerden, başarılardan payalmayan bir nesneye insan denebilir mi hiç? Bu temel doğrunun gerektirdiği sonuç şu öyleyse: insanlar arasındaki anlaşma ve anlayışı toplumlaşmayı yoğurup pekiştiren her şey yararlıdır insan için. İşte bu gerekçeden ötürü,insanları insan kılmak bakımından, her zaman her yerde edebiyata büyük bir görev düşmektedir. 

Ne denli şaşırtıcı, değişik bir kuruluşla ortaya çıkarsa çıksın, başka insanlar görünür edebiyat ürünlerinde doğrudan doğruya. Gerçi her yazar yapıtı roman degildir, tiyatro değildir, insanlar çıksın sahneye; ilk bakışta insansız izlenimini uyandıran yapıtlar da var, belki de en çok şiirler. Olsun, hiçbir insan “olayı” dile getirmese de, her edebiyat başarısı insan açısından bir dünya koyar önümüze. 

İnsani insana yaklaştırır edebiyat. Edebiyatın, insanı türdaşlarına yabancılaştırdığını soylemek geçersiz bir genellemenin tuzağına düşmektir. “Kötü” insandan da sözetse, insanı insana tanıtır; insani ülküleştirerek de açıklasa, insan varoluşunun nasıllığıma aydınlık getirir edebiyat. Okuyucunun anlayışve duygudaşlıla kendi tekbenine özgü çevreyi aşmasına, insan olanaklarının çeşitliline ilişkin bir bilinç elde etmesine yolaçar edebiyat. Böylece edebiyatın, enazından, bir hoşgörü aşıladığı söylenebilir. 

Hoşgürüyle yetinmez ama insan. Aslında gönülden sevilmeyene, hak akıl gerekçelerinin zoruyla katlanmaktır hoşgörü. Güzel şeydir bu, — en güzel şey değildir gene de. İstemeye istemeye katlanmak dizginlese, geciktirse de çatışmayı, hoşgörünün baskısından sıyıran karşı-gerçekler arar bilinçaltı, bulur da ergeç. Hoşgörüden de üstün birşeydir başkalarını sevmek, anlayışla, saygıyla, duygudaşlıkla. Bunu da en iyi gerçekleştiren edebiyattır. En küçük yaşama çevrelerinden tutun da en geniş ulus ve devlet ilişkilerine dek güvenilir bir insan birleştiricisidir edebiyat. Edebiyatça içi dışlı oldugunuz bir ülkeye dügman kesilebilir misiniz? 

Yeryüzüinden düşmanlığın kalkmasını isteyen, kalkmayacağını bilse de azalmasına yardım etmek isteyen, edebiyatın gelişip yayılmasnı engellememelidir. İnsan sevgisi sağlayan bir kaynak durumundadır edebiyat. Düşmanlık körükleyen yapıtlar n’oluyor peki diyeceksiniz? Edebiyat mı bunlar, sözlü-yazılı sanat başarısı mı sanmıyorum. Belli ki tartışmaya açık bir sav bu benimkisi, kestirmeden bir kanıtla yetineceğim burda: insanların arasına düşmanlık salan, ya da düşmanlık artıran klasik bir yapıt, yani zaman değişikliklerine oldukğa sağlam karşı koymuş bir yapıt tanımıyorum ben. 

Korkmamalı edebiyattan. Belli bir inanışı veriyor ya da benimsemiyor diye yazarı susturmaya kalkışmamalı. Yazarsız topluluk olmaz. Halki gevşetmesinden çekindiği için bazı ozanları (boynunu bir çiçek demetiyle bezedikten sonra) Devlet’inden süren Platon, Homeros’suz, Hesiodos’suz edemiyor gene de. 

Gerçekte insana özgü birlikte-yagama biçiminin, insana en çok yakışan yaşama-dünyasısın gerekli yapıcılarından biridir edebiyat. 

Bir bakıma, karnı doyurmaktan da üstün yeri vardır edebiyatın insan yaşamasında, Mutlu kılar insanı. Kalıbımı basarım ki, herşeye kulp takanlar dudak bükecekler bu “mutluluk” deyimine. Kimi mutluluğun ne olduğu kesin değil, kaypak birşey mutluluk, diyecek; kimi de, mutluluktan bana ne, deyip geçmek isteyecek. İşin içine kendimi karıştırmak zorundayım: benim için gerçek, önemli bir gerçek, edebiyattan mutluluk derlediğim. Yakm çevrem için de doğru bu. Hiç tanımadıklarımdan da aynı şeyi duyuyorum. Şuna güvenim var: edebiyata yetesiye yaklaşan herkes mutluluk devşirir edebiyattan — hep böyleydi bu, bundan sonra da böyle olacağı kanısmdayım. Kuru kuru akıldan değil, deneylerden edinilmiş bir kanı bu. 

Yanlış anlaşılmasm: salt güzel denen şeyleri işlediği için, salt iyi sayılan sonuçlarla bittiği için, okuyucuya mutluluk verdiği öne sürülemez edebiyat yapıtlarının; çirkin denen konular, başladığından daha acı biten yapıtlar da var edebiyat alanında. Edebiyattaki mutluluk sağlama erdemi, bazı şeyleri gizlemesi, ya da okuyucuları ne yapıp yapıp hoştutmasıyla açıklanamaz. Uyuttuğu için değil, tam tersine uyandırdığı için mutluluk saçar edebiyat; ilk bakışta öyle görünmese bile öyledir aslında. Bölük-pörçük de olsa, her zaman ustaca başarı elde etmese de, çağı türü ne olursa olsun, her edebiyat yapıtıevrene ilişkin insan açısından evrene, tüm boyutlarıyla insan yaşamasına ilişkin bir yorumdur. Duyurudur, bildiridir, anlatıdır edebiyat. Dille bilinçleşme, dille bilinçleme denemesidir. Özellikle büyük yapıtların başansıdır bu. Hani nasıl edebiyat -öncesinde en sevimsiz gerçekleri bile dilde yansıtmak bir hafiflik getirirse insanın içine; hani nasıl bunalımlı dönemlerde konuştukça açılırsa insan; tıpkı bunun gibi, söylenmesi istenen gerektiği gibi söylenip yazıldıkça edebiyatta, söz yerine oturdukça edebiyatta, gözü gönlü aydınlanır insanın. Kendine özgü bir tat, bir sanat tadı edinir insan yapıttan. Gelip geçici bir tat değildir bu; kalıcıdır, insanı değiştiren bir tattır tüm sanat tatları gibi. Onlardan bir ayrıcalık gösterir gene de: dil ortamında varolduğu için anlam kesitleriyle, sözcüklerle başarır başardığını, insandan insana pek çok şeyi aktarabilir böylece, aktarılamayacağı öne sürülen şeyleri bile, o aktarılamayan nedenleriyle sezdirebilir. Edebiyatsız insan, tatların en çok kendisine yaraşanından, en çok özlenmeye değeninden yok-sun kalır. 

Öbür kültür tatlarının bu eksikliği kapatabileceğini ummuyorum. Bilimin sağladığı yeter de artar bana, zaten bu yönde gelişiyor yüzyılımız, edebiyatsız da yaşarım, diyenlere söyleyeceğim şu: belki yaşarsınız yaşamasına, mutsuz yaşamaya katlanırsanız o da. Ne zaman edebiyatsız yaşamanın sözü geçse, Darwin gelir aklıma. Yeniçağın bu devrimci bilgini, edebiyattan uzak kalmanın acısını öylesine içen çekmiş ki! Yaşama oyküsünü anlatırken, otuz otuzbeş yaşlarına değin Shakespeare’i, Byron’u, Coleridge’i, Shelley’i okuduğunu, bu okumalardan yüce bir tat aldığını sölüyor. Ama sonra, bilimsel araştırmalara öylesine kaptırıyor ki kendini edebiyat denebilecek herşey yokolup gidiyor Darwin için. Nice yıllar geçiyor aradan, başarılarının doruğunda şöyle sormak zorunda kalıyor gene de kendi kendine: “Kafam, geniş olgu yığınlarından yasalar öğüten bir makine olmuş görünüyor; peki ama bu neden beynimdeki o daha üstün durumların dayandığı bölümü körletsin, bir türlü anlamıyorum.* Anlamıştır oysa, edebiyatsız, özellikle şiirsiz, yaşadığı için körleşmiştir beyninin o üstün bölümü. Yeniden yaşasa ne yapacağını iyice bilir artık, yaşama gündeminde bambaşka şeyler olmakla birlikte, sıkı sıkıya uygulayacaktır bir kuralı, haftada en aşağı bir şiir okuyacaktır. İş işten geçmiştir oysa. Genellikle tektek sanatların, özellikle de edebiyatın verdiği tatları anarken, hem üzüntü hem umutla, şöyle sesleniyor her sağduyu insanına koca Darwin: “Bu tatları yitirmek mutluluğu yitirmektir; buysa ayrıca kafayı en çok da doğal yapımızın duygusal kısmını güçten düşürecek, ahlak tutumuna zararlı olabilir.” 

Uzmanlığın yanlışlıkla tutsağı olan bilim adamlarının, aşağı çıkarların çekimine kapılmış parti politikacılarının, katı inancalar adına sanatın yaşamaya getirdiği pırıltıdan işkillenen din adamlarının, özgürce geliştirmeye çalışacaklarına tekyanlı saplantılarla varoluşu köstekleyen eğitimcilerin kulağı çınlasın; hiç üirkmeden belbağlayabilirler tümüiyle edebiyata, hepsinin yardımcısı, insanın yardımcısı, insanın insana büyük yardımı çünkü edebiyat. Herkes edebiyattan tatalmayı alışkanlık haline getirmeye baksın tezelden. 

Tok da olsa karın, güdüktür edebiyatsız insan.

Yazdır

Yazar hakkında

admin

Yorum yap