İyi bir öğretmen olmak için herhangi bir ilmi bilmek, hatta onun biricik âlimi sayılmak, hiçbir zaman yetmez. Fakat şurası da muhakkak ki okuttuğu dersi adamakıllı bilmeyen bir öğretmen başka bin türlü meziyete malik olsa bile beklenen netice alınamaz. Bu sebeple iyi bir öğretmende bulunması lazım gelen vasıfların en başında herkesin kabul edeceği bu basit kaideyi zikretmek zarureti vardır. İyi ve sağlam mal satmayan bir tacir çok geçmeden nasıl müşterilerini kaybettiğini ve mallarının başına çalındığını görürse dersini iyi bilmeyen bir öğretmen için de iki günde maskaraya çevrilmek işten bile değildir. Fakat fenalık bu kadarla kalmaz. Bu, büyük fenalığın başlangıcıdır. Öğrencide bir kere öğretmenin bilmediği kanaati hasıl oldu mu artık ona ders dinletmeye imkân bulamazsınız. Bazı öğretmenler derslerini tamamıyla kavrayamadıklarını bildikleri hâlde öğrencinin bu işin farkına varmadığını zannederek derste kendilerinin de adamakıllı anlamadıkları birçok şeyleri tekrar eder dururlar. Sonra da öğrencinin alakadar olmadığını, başka şeylerle vakit geçirdiğini, hatta hoca ile eğlenmeye başladığını görünce kızarlar. Hâlbuki öğretmenin en büyük müfettişi ve en doğru sicil vericisi öğrencisidir. Bu sicil yüzlerce kafada günlerce, aylarca, senelerce münakaşa edildikten sonra meydana çıkar ve hocaya ona göre muamele yapılır. Vay hâline bu sicili fena olan hocanın. Bulunduğu mektebi ve yeri terk ederek en uzak bir okula bile nakletse daha kendisi oraya gitmeden sicili yetişir. Çok geçmeden gittiği yerde de, geldiği yerde bıraktığı öğrencinin aynını bulur. Buna karşı kızgınlığı ancak bir müddet devam edebilir. Talebeyi korku ve ceza ile susturup bir müddet bu vaziyeti sürdürebilmek için onu inandırıcı bir dersle meşgul etmek lazımdır. Bilmeyen hoca yine eski tekrarlarına dönünde öğrencinin lakaytlığı istihzaya (alay) doğru gitmeye ve hatta bazen tehlikeli reaksiyon göstermeye başlar. Bu hareketler karşısında aczini anlayan öğretmen sınıfın disiplinine, fedakarlıkta bulunmaya mecbur kalır. Fakat onun bu fedakarlığına karşı talebe hürmetle mukabele etmez. Öğrenci samimi olarak hürmet etmek için hocanın bilgisini görmelidir. Karşısında kendisine hâkim olmayan bir hoca gördüğü zaman cıvıklık yapmak talebenin ezeli itiyadıdır (alışkanlığıdır). Gösterilen küçük müsamaha gittikçe büyük ve nihayet öğretmen bir kere sakalı ele verdikten sonra sınıfta yapılacak maskaralıkların nereye varacağını kimse kestiremez.
Bilgisiz öğretmen eğer biraz kurnaz ve becerikli olursa bu husustaki aczini, talebeyi alakadar edecek ders harici bahisler açmakla örtmeye çalışır. Öğrenci ile yüzgöz olur. Artık sınıfta siyasi, içtimai, ailevi saçma sapan konuşmalar gırla gider. Umumiyetle dalga geçmeye ve bu nevi şeyleri dinlemeye mütemayil olan genç ve tecrübesiz öğrenci böyle hocaları biraz sever. Meraklı ve eğlendirici şeyleri dinlemeyi bilgisiz bir öğretmenin fena dersine elbette ki tercih ederler. Beş on dakika dersten sonra ustalıkla böyle bir mevzunun kapısını açarak çok kere öğretmenin imdadına koşarlar. Sınıfa müdür, müfettiş vesaire girdiği zaman öğretmen iyi bildiği bir yeri hemen anlatmaya başlar ve bu role talebe seve seve iştirak eder. Böyle bir hocanın propagandası talebe arasında çok çabuk yayılır. Onun sınıfına her geçen öğrenci aynı siyaseti takip eder. Hocadan hiç şikayet olmaz. Fakat dersin randımanı sıfırdır. Üstelik talebeye fena ve zararlı telkinler, yaşı ve bilgisiyle mütenasip olmayan fikirler aşılanmıştır. Meslek ve vazife hakkında her gün fena bir misal gösterilmiştir. Bu hoca müzakere yapmaz, numara kırmaz. Öğrenci elindeki kitabı kendi kendine ezberleyerek imtihanda bir şeyler söyler ve kolayca geçtiğinden memnun olur. Bu öğretmen sınıfta öğrenci döndürmeye de tabiatıyla cesaret edemez. Bu suretle birkaç seneyi güle oynaya geçiren öğrenci, ilerde bir bakalorya veya başka bir müsabaka imtihanına girer, ciddi tahsil isteyen bir yerle karşılaşırsa sevgili öğretmeninin nasıl bir katil olduğunu o zaman anlar. Daha becerikli öğretmen biraz daha zararsız bir şekil seçerek talebeyi oyalamanın yolunu arar. Dersin herhangi bahsinde ufacık bir fırsat gözeterek kendi hayatında gördüğü şeyleri, hususi tecrübelerini, çocukların yetişemediği büyük hadiseleri anlatır ve sözde bunları muayyen bir alaka ile derse bağlar. Bir şey anlamadıkları dersten sıkılan çocuklar zaten buna çoktan razıdırlar. Bu hususa dair küçük bir müşahedemi kaydedeceğim: Biz, orta mektep sıralarında iken Rus ve Yunan harplerine iştirak etmiş malumatı (bilgisi) zayıf bir tarih hocamız vardı. Bu adam boyuna harpleri, yani harp esnasında gördüğü ve duyduğu veya az çok uydurduğu vakaları anlatırdır. Bu mevzular biraz fazla geldi mi kendisinin yetiştiği istibdat devri Abdülhamit zamanı bitmez tükenmez bir tarih dersiydi. Bir gün koridordan geçerken öbür sınıfta verdiği ders gözümüze ilişti: Ceketini çıkararak sol omzu üzerine atmış sağ elinde ucundan tuttuğu bir mendil yeleğinin düğmeleri açık, gözleri süzülmüş, garip bir tavırla yürüyor. Teneffüse çıkınca çocuklardan öğrendik ki o gün Abdülhamit devrinde memleketin asayişsizliğini ve külhanbeylerin şehir içindeki rezaletini anlatıyormuş.
Bu hoca dersleri hep böyle geçirir, talebe tarafından da sevilir, vaziyeti mükemmel idare ederdi.
Ders hususundaki aczini bu nevi şaklabanlıklarla örtmeyen öğretmen, talebeyi yıldırma ve korkutma siyasetini takip eder. Elinde numara kırmak gibi sonsuz bir salahiyet vardır. İş buraya dayandı mı akan sular durur. Öğrenci hiçbir şey anlamadığı ve dinlemediği derslerde hiç sevmediği hocanın karşısında süt dökmüş kedi gibi çıt çıkarmadan oturur ve hürmette zerre kadar kusur etmez. Öğretmenin yanlış söylediğine itirazı yoktur. Anlamadığı bir şeyi sormaz. Hiç öğrenmediği hâlde “Anladınız mı?” sualine gülümseyerek “evet” cevabını verir. Çünkü bunları yapmayan arkadaşlarının kolayca sınıfta döndüğünü, ikmale kaldığını görmüştür.
Talebe, böyle öğretmenleri fırsat buldukça şikayet etmek ister. Fakat korkusundan ekseriyetle buna da cesaret edemez. Böyle öğretmenler ekseriya kitabı bir öğrenciye okutarak ötekilere dinletir ve öğrenciden kitaptaki malumatı aynen isterler. Öğrenci korkusundan çalışır. Fakat dersin randımanı yine sıfır demektir. Çünkü herhangi bir kitabı ezberlemiştir. Öğrenci ezberciliğe alışmış, o dersini hakkıyla öğrenmemiş, dersin zevkine varamamıştır.
Ders hususundaki aczini şaklabanlıkla veya korkutma ile örtemeyen öğretmen yukarıda söylediğimiz zavallı maskaradır. Böyle bir öğretmenin dersine öğrenci kapı dururken pencereden girer. Ders heyecanla beklenir ve daha evvelden bin bir türlü tuhaflıklar hazırlanır. Sınıfta garip garip sesler çıkaranlar, öğretmenin kafasına lastikle kıvrılmış kağıt atanlar, oku dediği zaman şarkı söyleyenler gibi makamla okuyanlar, yemiş yiyenler, ikide birde uydurma sebeplerde dışarı çıkanlar, su getirip sebil diye dağıtanlar, hatta kapıyı bacayı öğretmenin başına yıkanlar bile bulunur. Talebe böyle hocalardan hiç şikayet etmez. Fakat böyle hocanın dersinden beklenen randıman da tabi sıfırdır. Öğretmen vazifesini tam yapmak ve her türlü muhtemel fenalıkların önünü alabilmek için okuttuğu dersi bilmeli, hem de geniş, pürüzsüz ve tereddütsüz bir şekilde bilmelidir.
Vasfi Mahir Kocatürk
Not: Bu yazı yazarın yayımlanmamış Öğretmenin Ruhu adlı kitabından alınmıştır.