Ünlü Fransız romancı Andre Gide İsviçre’ye gelir, taksiden indiğinde, şoför, “Endişelenmeyin, burada cinayet, kavga ve hırsızlık yoktur, ülkemiz huzurlu bir ülkedir.”, deyince, Gide şöyle yanıtlar: “Biliyorum… Onun için buranın edebiyatı da yoktur.”
Edebiyat, büyük oranda toplumun veya bireyin yaşadığı kaos ve sıkıntılardan beslenir. 20. Yüzyılın ilk yarısı edebiyatımızın en renkli, en hareketli olduğu dönemdir. Bir cihan imparatorluğunun çöktüğü, büyük bir dirilişin yaşandığı bu asırda edebiyatımızda farklı sanat anlayışları, farklı edebi topluluklar ortaya çıkmıştır. Türkçenin sadeleşmesi fikrini benimseyen Milli Edebiyatçılar, onlarla aynı çizgiyi sürdüren Beş Hececiler, Yahya Kemal’in başlattığı Divan şiirini diriltme çabası Neo Klasizm, Yedi Meşaleciler, Sosyalist sanat anlayışını benimseyen Toplumcu Gerçekçiler, yalın şiirin temsilcisi Garipçiler, Sürrealizmin etkisinde İkinci Yeniciler…
Bu dönemde bu toplulukların hiçbirine katılmayıp kendi şiir çizgisini belirleyen şairler de çoktur. Bu bağımsız şairlerden biri de Necip Fazıl’dır. Necip Fazıl hem toplumsal kargaşa ve sıkıntıları hem de birey olarak yaşadığı fikir çilesini şiirleştirmiş.
Necip Fazıl, sade bir Türkçeyle yazmak ve hececi olmak bakımından Milli Edebiyatçılara yaklaşsa da Milli Edebiyatçıların kuru, yavan epik şiirleri Necip Fazıl’ın şiir anlayışının çok gerisindedir. Aynı şekilde sanatsız, yalın şiirler yazan Garipçilerin, uzun ve karmaşık, bazen anlamsız Sürrealist şiirler yazan İkinci Yenicilerin şiir anlayışlarına da uzaktır.
Necip Fazıl’ın şiirlerinde ölçü ve kafiyeden, sözcük seçiminden beslenen ahenk ve ritim, söz sanatlarının kullanımıyla elde edilen anlam derinliği, şiire ustaca yedirilmiş ideolojik bir mesaj, biçim ve öz uyumu dikkati çeker.
Mehmet Âkif, “Sözüm odun gibi olsun hakikat olsun tek.” demişti. Necip Fazıl ise hakikati yontmaya, süslemeye hem biçim hem içerik bakımından güzelleştirmeye çalışır. Sanatta anlayışındaki büyük değişimi şu dizelerde ortaya koyar:
Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış;/ Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış.
Ancak şairin bu yeni düşünce dünyasına erişmesi hiç de kolay olmamıştır.
Bir fikir ki, sıcak yarada kezzap, / Bir fikir ki, beyin zarında sülük.
Bu geçiş döneminde yaşadığı karmaşık, çelişkilerle dolu ruh haline bir isim bulmak ister:
Lûgat, bir isim ver bana halimden;/ Herkesin bildiği dilden bir isim!
Bu bunalımlı dönemde şiirlerinde en sık kullandığı kelimeler korku, cinnet, azap, acı, işkence ve çiledir:
Gördüm ki, ateşte, cımbızda yokmuş, / Fikir çilesinden büyük işkence.
Şair, yaşadığı bu korku, azap, işkence ve çile yüklü günlerin sonunda aradığı huzura kavuşur:
Allah, Resul aşkıyla yandım, bittim, kül oldum! / Öyle zayıfladım ki, sonunda Herkül oldum
Şairin yaşadığı fikir çilesinin kaynağı büyük oranda toplumsal sorunlardır. Doğu- Batı, madde- mânâ, mâzi- hâl çatışması hem toplumu hem de sanatçıyı huzursuz eder. Toplum huzurlu olursa birey de huzurlu olur. Şair, birey olarak ulaştığı kurtuluş yolunu toplumun da bulmasını ister.
Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak Haykırsam kollarımı makas gibi açarak.
(İlk dizede güzel bir kinaye)
Bu dönemde yaşadıkları tam bir paradokstur. Şair yaygın, yerleşmiş ve kökleşmiş görüşlere aykırı olarak öne sürülen düşüncelere, ortak inanışa ters düşen görüşlere sahiptir ve bu görüşlerin yaygınlaşmasının mücadelesini verir:
Geldi ölümlü yalan gitti ölümsüz gerçek/ Siz hayat süren leşler sizi kim diriltecek
.
Bir bak, zaman ve mekân, nasıl kuşatılmışız/ Belli ki, en tepeden en dibe atılmışız…
.
Bir yurt ki bu, diriler ölü, ölüler diri;/ Raflarda toza batmış peygamberden bildiri.
Çektiği toplumsal ve bireysel çileyi şiirlerine yansıtır. Böylesi bir ruh sıkıntısı ve bu sıkıntıdan kurtuluş, ancak dilin mecaz imkanlarından yararlanılarak şiirleştirilebilir:
Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim, / Minicik gövdeme yüklü Kafdağı/ Bir zerreciğim ki, Arş’a gebeyim, / Dev sancılarımın budur kaynağı
Necip Fazıl, kuru, yavan sanatsız sözleri şiir olarak kabul etmez. Onun şiirlerinde ustaca kullandığı mecazlı söyleyişler, teşbih, kişileştirme, kinaye, istiare, mecazı mürsel gibi söz sanatları, bize bu konuda bağımsız bir kitap oluşturmaya elverişli zengin bir malzeme sunar. Şairimizin en çok sevdiği sanatlar ise tezat ve mübalağadır.
Çıktım, çıktım, inilmez dağlar elimden tuttu;/ İndim, indim, çıkılmaz çukurlar beni yuttu.
(Altı çizili kelimeler aynı zamanda leff ü neşr örneği)
Derslerimizde Necip Fazıl’ı anlatırken “O, tezatların ve mübalağaların şairidir.” deriz. Bu özelliği ile Abdülhak Hamit ile aralarında bir benzerlik kurmaya çalışırız. Bu, elbette Necip Fazıl gibi çok yönlü, büyük bir şairin tüm özelliklerini belirleyen bir tanım değildir.
Tezat, şiirde veya düzyazıda karşıtlıklardan yararlanma sanatıdır. Sözün gücünü artırmak amacıyla birbirine karşıt düşüncelerin, kavramların, imgelerin, duyguların bir arada kullanılması sanatıdır:
Ne sabahı göreyim ne göze görüneyim/ Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları
Tezatta karşıt kelimelerin kullanılması şart değildir. Kendi içerisinde çelişkili, mantıksız, tutarsız sözlerin bir arada kullanılmasıyla da tezat sanatı yapılmış olur. Asıl güzel olan tezat bunlardır. Tezat, bu yönüyle mübalağa sanatına yaklaşır:
Ataşe gir gölgelen! / Kaynar suda gülümse!
.
Sonsuzluk Kervanı, istemem azat! / Köleniz olmakmış gerçek hürriyet
.
Senden uzaklık ateş, sana yakınlık ateş! / Azap var mı âlemde fikir çilesine eş?
.
Düşün o divaneyi, ” her şey içimde ” diyen;/ Ateş denilse yanan, su denince eriyen…
Tezat, iki kavram, varlık, düşünce, duygu ve hayal arasında, birbirlerine karşıt olan, nitelikleri bir arada söylemektir. Ancak her sanatta olduğu gibi tezatta da özgün buluşlar, yeni söyleyişler yakalamak önemlidir:
Tatlıydı akrebin sana kıskacı, / Acıya acıda buldun ilacı;/ Diyordun, üst üste geldikçe acı:/ Bir azap isterim bundan da beter.
.
Azap kuleleri, cüceleşmiş devlerin;/ Kör mazgallarında raksı var alevlerin.
.
Öyle bir devim ki ben, hakikatte pireyim, / Bir delik gösterin de utancımdan gireyim.
Kelimelerin temel anlamlarıyla tezat sanatı oluşturmak mümkünse de güzel bir tezatta aranan, kelimelerden çok düşüncelerdeki, imgelerdeki karşıtlıktır.
Her şey akar su, tarih, yıldız, insan ve fikir/ Oluklar çift, birinden nûr akar birinden kir.
.
Mezarlarda susarken dilsizler, dudaksızlar;/ Üstlerinde ot biter, kuş öter, arı vızlar…
Güzel ve etkileyici bir tezat, ince bir hayalin ve keskin bir zekanın ürünüdür. Özgün bir tezat, okuyucuda estetik heyecan uyandırır. Karşıt düşünceler, kavramlar, imgeler okuyucuya iki zıt durumu birlikte düşündürür:
Sana taş attılar, sen gülümsedin/ Dervişin bir gül attı, inledin.
“Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinden Mübalağa Örnekleri” başlıklı yazımızda Necip Fazıl’dan çok sayıda mübalağa örneği vermiştik. Bu yazımızda söz sanatlarını kullanmada eşsiz bir şair olan Necip Fazıl’ın şiirlerinden tezat sanatına örnekler bulmaya çalışacağız.
Bir baltada indirdin, ağacımdan dalımı, / Bana zehir yedirdin, el âleme balımı.
.
Dağı tanıyan, nasıl tanımaz uçurumu? / Mademki yükseliş var, iniş olmaz olur mu?
.
Hep olmadan hiç olmaz, hiçin ötesinde hep;/ Bu mu dersin, taşlarda donmuş sükûta sebep?
.
Mezar, mezar, zıtların kenetlendiği nokta;/ Mezar, mezar, varlığa yol veren geçit yokta.
.
Onda sırların sırrı: Bulmak için kaybetmek. / Parmakların saydığı ne varsa tüketmek.
.
Göbeğinde yalancı şehrin, sahici belde;/ Ona sor, gidenlerden kalan neymiş elde?
.
Bir bölünmez ki, insan, onu zaman bölüyor;/ İnsan her ân dirilip her saniye ölüyor…
.
Fatihlik nimetinden yüzü nurlu bir mühür;/ Biz akıl tutsağıyız, çocuklar ki asıl hür.
.
Yokuşlar iniştir, inişler yokuş;/ Bir yokluk, bir varlık; ne değiş-tokuş! / Bir şu yan bir bu yan gidip gelmeler.
.
Ne görsem, ötesinde hasret çektiğim diyar;/ Kavuşmak nasıl olmaz, mademki ayrılık var?
.
Ne yalanlarda var ne hakikatta./ Gözümü yumdukça gördüğüm nakış/ Boşuna gezmişim yok tabiatta./ İçimdeki kadar iniş ve çıkış.
.
Gönlüm ne dertlidir ne de bahtiyar;/ Ne kendisine yâr ne kimseye yâr, Bir rüya uğrunda ben diyâr diyâr, Gölgemin peşinden yürür giderim.
.
Yokluk, sen de yoksun, bir var gibi yoksun! / İnsanoğlu kendi varından yoksun.
.
Su bir şekil üstü ruh kalıplarda gizlenen / Yerde kire battı mı bulutta temizlenen
.
Bizimkiler ışığa gem vurur da binerler / Yerden göğe çıkmazlar, gökten yere inerler.
.
Yokuşlar kaybolur, çıkarız düze, / Kavuşuruz sonu gelmez gündüze,
.
Biri aşk, biri nefret; bizim kanadımız çift… / Ateş saçmalı ki nur, erisin kapkara zift
.
Akrep ve yelkovan, / Varlığın nabzında. / Akrep ve yelkovan, / Yokluğun ağzında.
.
Elimde, ölümü öldüren silah, / Alnımda tozpembe secde yarası…
.
Geçti istemem gelmeni, / Yokluğunda buldum seni;/ Bırak vehmimde gölgeni/ Gelme, artık neye yarar?
.
Fakat Sakarya başka yokuş mu çıkıyor ne/ Kurşundan bir yük binmiş köpükten gövdesine
.
Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;/ Çamlıca’da, yerdedir göklerin derinliği.
.
Sen, kaçan bir ürkek ceylansın dağda, / Ben, peşine düşmüş bir canavarım!
.
Karacaahmet bana neler söylüyor, neler! / Diyor ki, viran olmaz tek bucak, viraneler,
.
Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;/ Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet…
.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;/ Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar…
.
Issız çölde serabı hayâl bilenler ya Râb / Bilmezler ki hakikat bildikleri, tam serap.
.
Varmak o iklime ki, uğramaz ihtiyarlık; / Ebedî gençliğin taht kurduğu yer, mezarlık.
.
Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;/ Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
.
“Yok” bir “var” dır/ Geçit vermez/ Dar mı, dardır!/ “Var” bir “yok” tur / Akıl ermez,/ Ne de çoktur!
.
Al sana hakikat, al sana rüya! / İşte akıllılık, işte sarhoşluk!
.
Uzasan, göğe ersen, / Cücesin şehirde sen;/ Bir dev olmak istersen, / Dağlarda şarkı söyle!
.
Bir yer verin onsuz;/ Ha yakın, ha ırak. / Bir yer verin onsuz;/ Ya sema ya toprak…
.
Sevgilime kul oldum, güzelliği seçeli. / Varlıkta yoksul oldum, benliğimden geçeli.
.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;/ Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
(Kaynak: Recai KAPUSUZOĞLU, Yeni Türk Şiirinde Edebi Sanatlar, Ötüken Neşriyat, 2022)
Yazar: RECAİ KAPUSUZOĞLU