Küçük bir çam ormanı. Vakit sabah. Arı, sinek, kuş sesi. Bir siyah gözlükten görülen yerde ve ağaçlarda güneş parçaları. Sonra uzak, göğün, kendi renginden biraz daha koyu kıyılara giden hudutlu bir deniz… İşte böyle bir yerde köyün insanlarını düşünüyorum. Kitaplar, bir zaman bana, insanları sevmek lazım geldiğini, insanları sevince tabiatın, tabiatı sevince dünyanın sevileceğini, oradan yaşama sevinci duyulacağını öğretmiştiler. Hayır, şimdi insanları, kitapların öğrettiği şekilde sevmiyorum.
(…)
Şimdi artık kimi sevdiğimi, kime saygı duyduğumu biliyorum. Günlerden beri kafamı bir adam kaplıyor (işgal ediyor dememek için).
Köyde ona, “Kör Mustafa” derlerdi. Bir gözü sola doğru biraz kaymıştı. Sağ tarafının beyazı ile göz kapağı arasına ciğer kırmızısı bir et parçası oturmuştu. Böyle mi doğmuştur? Yoksa çocukken bir şey mi batmıştır?.. Bu arızalı göz, öteki gözden daha parlaktır, daha siyah, daha canlı, daha zekidir. Bana, bir kamburu hatırlatıyor bu göz; tuhaf değil mi: Bir kambur insan çirkindir ama bütün kamburlar iyi yürekli, sevimli insanlardır. Arkadaş canlısıdırlar, şendirler. Ne severim kamburları!..
İşte, Kör Mustafa’nın bu gözü de bir kambur insanın ruh haletini içine sindirmiş, şıkır şıkır, pırıl pırıl, sevimli, çapkın, canlı bir gözdür. Öteki doğru dürüst göz, onun yanında, mahçup, sönük, tatsız tuzsuz, pek de kibirlidir.
Kör Mustafa, bahçelerde çalışır, gündeliğe gider, sarnıç sıvar, dam aktarır, kuyu kazar…
Bizim köyün lodos tarafı gayri meskûndur. Orada fundalar, yabani meşe palamutları, kocayemişler, çalı süpürgeleri bir türlü ağaç haline gelmeden, ama ağacı taklit edercesine gelişir, birbirinin içine girmiş yaşarlar. Bütün bu fundalıklar Fino kilisesinin malıdır. Kocaman, kirli sakallı, cin gibi bir papaz fundalıklar “bizimdir” diye, arada bir dolaşır. İsteyen olursa ucuza kiraya verir. Ama kimse kiralamaz. Çünkü orman memuru buraları, Orman Kanunu gereğince orman sayar. Aralarında üç beş ufacık çam ağacının boğulduğu yabani, cüce, oduna bile gelmez çalı çırpı; orman memurunun, Orman Kanunu sayesinde mesut yaşar.
Kör Mustafa nasıl becerdi bilmem. Denize diklemesine inen bu çalılığın bir kısmını ne pahasına ayıkladı, biliyor musunuz; tırnakları pahasına. O çalı çırpının sere serpe geliştiği, bu denizlere diklemesine inen toprak öyle taşlık, öyle taşlıktı ki… Sonra Mustafa gündüzleri başka yerde çalışmak zorundaydı.
Akşam olunca çalıların arasına sakladığı kazmasını alıyor, gün ağarıncaya kadar söküyor, koparıyor, kazıyordu. Kazdıkça kaya, kazdıkça taş. Bütün bir yaz, bütün bir kış, orman memurunun tazyiki, çalı, palamut, defne, kocayemiş, diken, ot, kök ona karşı koydular. Bu korkunç mücadeleye üç evlek toprak için Mustafa’dan başka bizim köyde kimse girişemezdi.
Kaya bitip de yumuşak, esmer, pembe bir funda toprağı bir karış meydana çıkınca bir meşe palamudunun korkunç yılan gibi kökü önüne çıkardı. Onu sökünce, orman memurunu karşısında bulurdu. O gidince, zehirli bir diken başparmağını şişirirdi; kazma körlenir, kürek bulamaz, taş dağ gibi yığılırdı. İnsan büyüklüğünde bir kaya, yumuşak toprağın üstünde, altındaki bir insan büyüklüğünde cüssesini hiç belli etmeden yosunlu yüzüyle dikilir. Ormanları, tırnakları, ayakları, göğsü, sırtı, bütün kuvvetiyle dayanır, onu yener, yıkardı. Kazma iş görmediği zaman yumruğu, yumruğu yetmediği zaman parmakları, parmakları kalın geldiği zaman tırnakları ile toprağı tırmalardı…
Bir sonbahar günü baktı ki, küçük çam ağaçları filizi, körpe diken yapraklarıyla, üç beş kocayemiş çıngıl çıngıl yemişleriyle yer yer esmer pembe, kül rengi toprağa saye salar. Biz görenler;
-Bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur, dedik.
Bilmedik ki dişle, tırnakla, kanla, canla tabiat denilen canavarı yenmek lazımdır. Bendeniz bu mücadeleye şahidim. Mustafa’nın kör gözü, hiddetten ala bulandığı günleri hatırlıyorum. “Hay arslan Mustafa”, der; uzakta bir çam gölgesinden korkunç kavgayı seyrederdim. Bu kavga, Romalı esirlerin arslanla dövüşmesinden şu itibarla farklı idi ki, Romalı esir, arslana bir çeyrek saat içinde yeniliyordu. Mustafa, ejderhayı bir sene içinde, bazen ümitsizlikten, bazen ümitten yeniyordu.
Bir sabah her zamanki çamın altına vardım ki, bir köylü kadın, üç yarı çıplak çocuk garip birtakım taşlar, tahtalar, saçlarla bir şeyler yaparlar. Bu, her tarafından poyraz, lodos, gündoğusu, keşişleme, yıldız, karayel rüzgârı giren bir evdi. Mustafa arkasına, yeşiller giymiş güçlü kuvvetli bir kadın takmış, üç evleğine çizgiler, ocaklar açıyordu.
-Arslan Mustafa, dedim, su buldun mu, su?
-Deniz kıyısında eski bir kuyu vardı. Tuzlu bir parça ama, idare edeceğiz. Şuraya bir sarnıç kazabilsem…
Onu gördüm mü toparlanıyor; hayret, sevgi ve saygı ile bakıyorum. Koca yaylamızın üzerinde böyle milyonlarca insan bulunduğunu düşünüyorum. Yine dünya yuvarlağı üzerinde böyle milyonlarca insanın tırnakları, nasırları, çirkinlikleri, tek gözleri, tek kollarıyla, bir ejderha ile kavga etmek için bekleştiklerini düşünüyorum.
Küçük hanımlar! Bugünlerde bir gün nişanlınız size koyu al renkli karanfiller gönderecektir. Dikkat edin, belki Mustafa’nınkilerdir. Küçük beyler, domatesler göreceksiniz çarşıda. Elmalar, ferik elmaları gibi kokulu, şekerli, tatlıdır. Keserseniz içinde çekirdekleri altın gibi parlar. Belki de lokantada bir gün şişelere doldurulmuş bir domates suyu içersiniz ve tadını fevkalade bulursunuz. Yunan tanrılarının ölmemek için içtiği nektar lezzetini damağınızda hissedersiniz, emin olun ki Mustafa’nın domateslerinden bir tanesi, içtiğiniz suya katılmıştır.
(Sait Faik Abasıyanık)
1. Yukarıdaki metinde geçen aşağıdaki kelimelerin anlamlarını sözcüklerin karşısına yazınız.
hudut:
hâlet:
gayrimeskûn:
mucibince:
saye:
2. Metinde geçen aşağıdaki cümlelerde altı çizili sözcüklerin gerçek anlamda mı, mecaz anlamda mı kullanıldığını belirleyiniz. Gerçek anlamda kullanılmışsa cümlelerin başına “G”, mecaz anlamda kullanılmışsa cümlelerin başına “M” yazınız.
( ) Şimdi artık kimi sevdiğimi, kime saygı duyduğumu biliyorum.
( ) Günlerden beri kafamı bir adam kaplıyor.
( ) Bir gözü sola doğru biraz kaymıştı.
( ) İşte Kör Mustafa’nın bu gözü de bir kambur insanın ruh hâletini içine sindirmiş.
( ) Parmakları kalın geldiği zaman tırnakları ile toprağı tırmalardı.
( ) Akşam olunca çalıların arasına sakladığı kazmasını alıyor.
3. Aşağıdaki atasözlerinden hangileri metnin ana fikri ile uyumlu ise atasözünün yanındaki yay ayracın içine “+” işaret koyunuz.
( ) İşleyen demir ışıldar.
( ) Sakla samanı, gelir zamanı.
( ) Emek olmadan yemek olmaz.
( ) Lafla peynir gemisi yürümez.
( ) Akan su, yosun tutmaz.
( ) Ayağını yorganına göre uzat.
4. Kitaplar yazara bir zamanlar neler öğretmiş?
5. Mustafa, topraklar nasıl bir mücadeleye girişmiş?
6. Yazar, Mustafa’yı neden takdir ediyor?
7. Yukarıdaki metinde geçen ikilemeleri bularak bu ikilemeleri birer cümlede kullanınız.
8. Yukarıdaki metnin birinci paragrafında yer alan fiilleri aşağıya yazınız.
9.Yukarıdaki metnin üçüncü paragrafındaki fiilleri, anlamına göre hangi özelliği taşıyorsa onun karşısına yazınız.
iş:derlerdi, hatırlatıyor, severim
durum: kaymıştı, oturmuştu, doğmuştur, batmıştır,
oluş:
10. Yardımlaşmanın önemini anlatan bir kompozisyon yazınız.
Not: Her soru 10 puandır.
CEVAPLAR:
1.
hudut: Sınır
hâlet: Durum
gayrimeskûn: Boş, ıssız, şenliksiz olan
mucibince: Gereğince
saye: Gölge
2.
(G) Şimdi artık kimi sevdiğimi, kime saygı duyduğumu biliyorum.
(M) Günlerden beri kafamı bir adam kaplıyor.
(G) Bir gözü sola doğru biraz kaymıştı.
(M) İşte Kör Mustafa’nın bu gözü de bir kambur insanın ruh hâletini içine sindirmiş.
(M) Parmakları kalın geldiği zaman tırnakları ile toprağı tırmalardı.
(G) Akşam olunca çalıların arasına sakladığı kazmasını alıyor.
3.
( + ) İşleyen demir ışıldar.
( ) Sakla samanı, gelir zamanı.
( + ) Emek olmadan yemek olmaz.
( ) Lafla peynir gemisi yürümez.
( + ) Akan su, yosun tutmaz.
( ) Ayağını yorganına göre uzat.
4. İnsanları sevmek gerektiğini, insanları sevince tabiatın sevileceğini, tabiatın sevilince dünyanın sevileceğini oradan yaşama sevincinin duyulacağını öğretmişler.
5. Topraktan çalılıkları, taşları, kökleri, dikenleri el ve tırnaklarına zarar verme pahasına ayıklamış.
6. Başkalarının yapmaktan gözünün korkacağı zorlukların üstesinden azim ve kararlılıkla geldiği için onu takdir ediyor.
7. Kolundaki bilezikler şıkır şıkır ediyordu.
Bu evi devraldığımızda berbat vaziyetteydi, şimdi pırıl pırıl.
Doğru dürüst bir şeyler giyer misin üstüne?
Bu tatsız tuzsuz yemeği nasıl yiyebildiniz?
Çalı çırpıları toplayıp ateş yakalım arkadaşlar!
8. Küçük bir çam ormanı. Vakit sabah. Arı, sinek, kuş sesi. Bir siyah gözlükten görülen yerde ve ağaçlarda güneş parçaları. Sonra uzak, göğün, kendi renginden biraz daha koyu kıyılara giden hudutlu bir deniz… İşte böyle bir yerde köyün insanlarını düşünüyorum. Kitaplar, bir zaman bana, insanları sevmek lazım geldiğini, insanları sevince tabiatın, tabiatı sevince dünyanın sevileceğini, oradan yaşama sevinci duyulacağını öğretmiştiler. Hayır, şimdi insanları, kitapların öğrettiği şekilde sevmiyorum.
9. iş:derlerdi, hatırlatıyor, severim
durum: kaymıştı, oturmuştu, doğmuştur, batmıştır,
oluş:
10. Kompozisyon yazarken noktalama işaretlerine dikkat ediniz.
7.sınıf Türkçe 1.Dönem 1.Yazılı Soruları A Grubunu çözmek için tıklayınız.
7.sınıf Türkçe 1.Dönem 1.Yazılı Soruları B Grubunu çözmek için tıklayınız.