Dokümanlar

Vazife ve Mesuliyet, Had ve Hak (Mizancı Murat Bey)

Hür olarak yaşamak üzere yaratılmış olan insanoğlu, kendi seçimi ile haklarının ve hürri­yetinin bir kısmını feda etmiş, kalanını bildiği gibi kullanmak istemiş. Bundan, insan topluluk­ları, halklar, devletler doğmuş ve şekillenmiştir.

Demektir ki bireylerin haklarını ve hürriyetini sağlamak maksadıyla kendi seçtikleri zatlar, ma­halle muhtarı, köy imamı, bucak müdürü, vilayet valisi, padişah yahut ağa, bey, şeyh, halife… Hası­lı, her ne nam ve unvan veyahut ne kadar kuvvet ve büyük rütbe alırsa alsın seçilenler, aslında mil­letin bireylerinden biridir. Şu önemli konuda akıl kitapları, kutsal kitaplarla aynı şeyi söyler.

Hükümet sahipleri, aslen ve hakikaten mil­letin bireylerindendir. “Şartlı olarak görevli” olmak onuruyla yerine getirmeye söz verdiği şartlara uyduğu müddetçe karşılıklı görevlerini uygulamasını halktan talep edebilir.

Fakat kendi görevlerinde tembellik ederler­se emirler, yönetenler, emir ve istekte bulunmak hak ve yetkilerini kaybederler.

Mahallede yaşayanlardan birini muhtar seç­mekle onu içlerinden dışarı çıkarmıyorlar, yal­nız kendilerine karşı birtakım görevlerin yerine getirilmesiyle sorumlu bir “geçici vekil” hâline koyuyorlar.

Muhtar, söz verdiği görevleri yerine getir­mede tembellik ederse müvekkilleri (halk), onu görevinden alır; yerine daha güzel şekilde söz verdiğini yapacak olanı seçmeye yetkilidir. Zira esasen seçilmesinde “görevi yerine getirme”sin­den başka maksat ve sebep yoktu ve olamazdı.

Aksine olarak şayet seçenler karşılıklı görev­lerde kusur ederlerse seçilenler topluma şikâyet, o da olmazsa istifa edebilirler. Çünkü “seçme” gibi “kabul” dahi isteğe bağlı olduğundan iki ta­raftan birinin zorlanmasına hiçbir mana ve mü­nasebet kalmaz.

İşte ilk sosyal topluluğun ortaya çıkma sebebi ve devamının şartları bundan ibarettir.

Sosyal topluluk genişler ve büyür, “büyük bir devlet” şekil ve makamına geçebilir. Hatta karşı­lıklı görevlerin hükümleri, mukaddes kanun ve düzenlemeler mertebesine vararak devlet ağacı­nın kökleriyle tepesi arasındaki mesafe artar; as­lın eşitliğinin eseri, görünüşte belirsiz ve görün­mez olur. Fakat karşılıklı görevlerin muntazaman yerine getirilmesinden iki taraf da faydalanır. O görevlerin yerine getirilmesinde kusur olunca sözleşmeyi imzalayan iki eşit gücün hakları ve te­mel yetkileri öylece yerli yerine döner.

Osmanlı toplumunda sözleşmenin müddeti epeyce eskimiş bulunuyor. İki taraf dahi hakları­nı ve görevlerinin sınırını şaşırmıştır.

Felaketten kurtulmak için sözleşmeyi yenile­mek gerekiyor.

Şu doğal gerekliliğin iki tarafça zorlanmaksı­zın onaylanması ve uygulanması ve böyle nazik bir zamanda devletin ve hilafetin devamı, birta­kım tehlikeli işlere tutulmaksızın sözleşmenin barışla yenilenmesine çalışılması ilahi lütuflar­dan ümit edilmekte ve şiddetle arzulanmaktadır.

 

* * *

 

Genel sözleşme hükümlerinin hareketi­nin güzelliğiyle ilgili bir ortaklığın üyesi olan, Kastamonu vilayetinin bir köşesinde oturan çiftçi Çakır Ali’yi ele alalım. Onun hakları, görevleri ile hükümetin ona karşı yerine getirmekle sorumlu olduğu görevlerini ve ondan talep edebilecekleri­ni sınırlamaya çalışalım.

Çakır Ali’nin ailesi bir karısı, bir oğlu, bir de kı­zından; varı yoğu dahi küçük evi, elli dönümlük tar­lası, bir çift öküzü, yirmi baş keçisi, bir de köpeğinden ibarettir. Üzülecek hâllerdendir ki şimdiki zamanda gözünüzün önüne gelen şu Çakır Ali, konu komşu­suna nispeten zenginlerden sayılmalıdır. Çünkü servetçe Çakır Ali mertebesinde bulunan köylüler, “mutluluğun gölgesi”nde azalmış bulunuyor.

Çakır Ali, ortaklığın üyesi ve ümmettendir. Birtakım hak ve görevlere sahiptir.

Çakır Ali memlekette düşmanın saldırısın­dan, evinde her türlü kötü insanın kötülüklerin­den emin olmak ister.

Tarlaya, meraya, dağa, kasabaya güven ve rahat içinde gidip gelmenin gereklerine sahip ol­mak ister.

Her yerde ve her vakit canını, ırzını, mülkü­nü, çeşitli haklarını her çeşit bozukluktan korun­muş görmek ister.

Bu kadar ayrıcalıklara Çakır Ali’nin ne hakkı var? Çakır Ali, bu dünyada tek başına mevcut ol­dukça bu ayrıcalıklara erişebilmek için ancak kendi akıl ve kavrayışına, kuvvetine başvurabilir. Lakin Osmanlı toplumu gibi belli bir sözleşme ile diğer­lerine bağlı bir ortak topluluğa üye olunca Çakır Ali’nin başvuracağı bir makam bulunmalıdır.

Çakır Ali, harman vaktinde bütün yıl alnı­nın terini dökerek ailece çalıştığı tarla mahsulü­nün onda birini feda ediyor.

Baharda keçi başına şu kadar kuruş para veriyor. Hanesinde ve üzerinde her ne varsa her biri için bir suretle vergi vermiş bulunuyor.

Hatta biraz ihtiyarlık belirtileri hissetmek­te olan kendisinin imdadına yetişecek bir hâle gelmiş bulunan oğlunu askerlik sebebiyle sene­lerce devam eden bir müddet için kaybetmeye razı oluyor.

Çakır Ali öşürünü (Yedide bir ve dörtte bir icadı da var ya!), vesair vergisini “hükümet” adıyla anılan tek bir ortağa veriyor. Yani genel sözleşmedeki kendi görevlerini yerine getiriyor. Bu yolda görevlerini tamamen yerine getirince haklarını da kendi fedakârlığından faydalanan hükümetten talep etmeye hak kazanmış oluyor.

Sözleşmenin hükümleri geçerli olduğu sürece Çakır Ali’nin görevleri hükümet için hukuk cüm­lesindendir, diğer yüzden de Çakır Ali’nin hakları ve ayrıcalıkları, hükümetin kendi görevleri şekline giriyor.

Bundan dolayı gerek Çakır Ali ve gerek hükümet, haklar ve görevlerde istisnasız karşılıklı ortaktırlar.

Görevlerini yerine getirmeyen Çakır Alilerin hak ve ayrıcalıklar isteğine hak ve hadleri olamaz. Böylece kendi görevlerini yerine getirmeyen hükümetin dahi Çakır Alileri fedakârlıklara davet etmeye, zorlamaya had ve hakkı olamaz.

Had ve hak yahut vazife ve imtiyaz, her vakit karşılıklı olmalıdır. Hatta fevkalade hâllerde yar­dımların dahi karşılıklı olması icap eder.

Savaş zamanında Çakır Ali, yoklama za­manından fazla olarak düşman kurşununa vü­cudunu siper eder. Çakır Ali’nin evi ve tarlası umumun yararına şartlı olarak elinden alına­bilir. Fakat bunun karşılığında kıtlık, yangın gibi bir felaket üzerine hükümet, Çakır Ali’nin belirlenmiş görevlerinin yerine getirilmesinde ısrar etmedikten başka hatta icaba göre nakden veya değişik şekillerde yardımına bile yetişmeye borçlu olur.

Devletin savaş zamanında istediği hizmetin fazlasını yerine getirmeye gücü yettiği hâlde onu yapmada tembellik gösteren Çakır Aliler, sorum­lu olarak cezalandırılmayı hak etmişlerdir.

Çakır Ali yalnız başına bir adamdır. Görevlerinde kusur edince sorumluluğunun so­nuçlarına da katlanır.

Hükümet ise tek ortaklı şirkettir. İlgisizliği hâlinde sorumluk sahiplerini araştırarak ceza­landırmakla görevlidir.

Lakin kabahatlileri bulup hesap sormayan hükümet, o kabahatleri kendi üzerine almış bulunur. Sorumluluğu bizzat kabul etmeye mecbur olur.

 

Bu yazı Mizan Gazetesi’nde yayımlanmıştır. Yukarıdaki metin sadeleştirilmiştir.

 

Yazdır

Yazar hakkında

Süleyman Kara

Öğrenci ve öğretmenlere faydalı olmak için onlara kaliteli edebiyat sitesi olan edebiyat sultanını sundum.

Yorum yap