İnceleme-Araştırma

Modern Türk Şiirinde Çok Anlamlılık

Sözcükler, dil içerisinde doğar, gelişir. Dilde karşılığı olmayan yeni kavramlar ortaya çıktığında ya bu kavramı karşılayacak yeni sözcükler türetilir ya da dilde mevcut bir sözcüğe yeni anlamlar yüklenir. Bazen de başka dillerden kelime alınarak dilin anlatım gücü zenginleştirilir.
Türkçemiz, sözcük sayısı bakımından diğer gelişmiş dillere oranla fakir bir dil olmasına rağmen anlam zenginliği olan bir kültür dilidir.
Bir sözcüğün veya cümlenin birden çok anlamı karşılamasına çok anlamlılık denir.
Divan şairleri, mazmun ve mecazlarla dolu kapalı bir anlatımı seçtiler. Bu özelliği ile Divan şiiri Sembolist şiirle benzer özellikler gösterir. Ancak Divan şairleri, sembolistlerin yaptığı gibi şiirin yorumunu okuyucuya bırakmamış, açıklanmaya (şerh edilmeye) elverişli, derin ve çok anlamlı şiirler yazmaya özen göstermişlerdir.
Modern şiirimizde de gerek Divan şiirinden gerekse Sembolizm ve Sürrealizm akımlarından etkilenen şairler; şiirde çok anlamlılığı, anlam derinliğini veya anlam kapalılığını bazen de anlamsızlığı amaçladılar. Bu anlayışla yazılan şiirlerde okuyucu, görünen anlamın arkasında gizli olan anlamları ortaya çıkarılabildiği, gizli çağrışımları yakalayabildiği ölçüde şiiri anlamaya ve sevmeye başlar.
Necip Fazıl, Attila İlhan, Behçet Necatigil, Hilmi Yavuz, İlhan Berk, Cemal Süreya gibi şairler, dil ve üslupta kolay anlaşılır olmayı istemediler. Bu şairler, çağrışım zenginliğini, anlam çeşitliliğini sağlamak için şiirde soyut kelimeleri tercih ettiler; kelimelerin anlamlarıyla oynadılar. Şiirde özgün imgeler ve çağrışımlar yakalamak amacıyla kinaye, cinas, tevriye (iham), istihdam (mugaleta-i maneviye), müşakele, sihr-i helal… gibi çeşitli söz sanatlarından yoğun şekilde yararlandılar. Bu edebi sanatların özelliklerini bilmeden bu şiirleri doğru anlamlandırmak, anlam güzelliklerine vakıf olmak mümkün değildir.
İstihdam, bir kelime veya deyimi bir nazım birimi içerisinde hem gerçek hem de mecazî anlamıyla değerlendirebilecek şekilde kullanma sanatıdır. Buna mugaleta-i maneviye dendiği de olur:
çılgın bahar, kanımı eskittin tazeliğinle/ adın biraz sonra geçecek defterimde/ ah o nasıl hazin bir yapraktı/ nasıl yapraktı/ artık unutmam/ Turgut Uyar
(“yaprak” sözcüğü “bahar”la birlikte düşünüldüğünde ağaç yaprağı,”defter”le düşünüldüğünde sayfa anlamına kullanılmış.)
Ve atar ağlarını (orta çağ sokaklarında/ Seslendi ya bekçi) iner de ılık/ Göl kıyısına o soğukta/ İçin için dolar ağlar. / Behçet Necatigil
İstihdâm sanatını kinâye ile karıştırmamak gerekir. Şair, kinâyede sözün hem gerçek hem mecaz anlamını cümleye uygun düşürmekle beraber, sadece mecaz anlamı kasteder:
Beni kimsecikler okşamaz madem/ Öp beni alnımdan, sen öp seccadem! / Necip Fazıl
Burada “alnından öpmek”, “namaz kılmak” ve “takdir edilmek” anlamlarından öne çıkan, üçüncü anlamdır. Aynı zamanda kişileştirme yapıldığı için ilk anlamı düşünemeyiz.
Tevriye (îham), sesteş sözcüklerde söz konusudur. Yazılışları aynı, anlamları farklı sesteş sözcükleri bir kez kullanır, her iki anlamını da düşündürecek olursak tevriye, sesteş sözcüğü bir nazım birimi içerisinde iki farklı anlamda iki kez kullanırsak cinas yapmış oluruz:
daha vakit var diye/ dönüp de bir gün/ kaldığımız yerden, hepsini birden/ yaşarız sandık/ oysa emanetmiş bizim sandıklarımız/ içlerinde kilitli kalmış onca şeyle/ günü geldi/ aldılar/ Murathan Mungan
Tevriyeli kelimenin uzak anlamını çağrıştıran tenasüblü sözcükler beyitte yer almışsa buna ihâm-ı tenasüb, tezatlı sözcükler yer almışsa iham-ı tezat denir:
Hâne-berdûş sanmayın kim var murassa beytimiz/ Biz de mihmân olmuşuz bir haneden bir haneye. / Rıfat Necdet Evrimer
“Beyt”, ev ve iki dize (beyit) anlamlarına gelir. Burada kastedilen şiirdeki beyittir. “Murassa”, süslü, kıymetli taşlarla süslenmiş, demektir. Bir diğer anlamı kafiyeli sözdür. Hem şiirin hem evin niteleyicisi olarak kullanılabilir. Mihman (misafir) ve hane kelimeleri ise “beyt”in uzak anlamı “ev”le ilgilidir. Yine “hane” kelimesini şiirle de bir alakası vardır. “Beyt” sözcüğü ile yapılan bu sanatın adı ihâm-ı tenasübdür.
Tevriye, cinas, istihdam gibi sanatların en önemli özelliği çok anlamlılıktır, kaynağı ise sesteş kelimelerdir.
Ölümün gözyaşları bir gün hicranı yıkar/ Tarihe bir sır gibi düşer senin de adın / Nurullah Genç
Birden fazla anlamı olan bir sözcüğün, bir nazım birimi içinde uzak anlamını kastetmek tevriye, bütün anlamlarını kastederek kullanmak, “Mugaleta-i maneviye” (istihdam) olur:
Kalbin taş kuyusunda/ Susuyorum susuyorum susuyorum/ Belki de korkuyorum/ Bir konuşsam ortaya çıkacak olan/ Murathan Mungan
“Susuyorum” kelimesi “kuyu” kelimesinin verdiği çağrışımla “su içme ihtiyacı”, devamındaki “konuşsam” kelimesinin çağrışımıyla “susmak” anlamına kullanılmış
İstihdam sanatı tevriye (iham) sanatına son derece yakın bir sanattır. Onda da kelimelerin gerçek manası söz konusudur. Yalnız şiirde kelimenin her iki manası için de işaret vardır.
Bulmak gibi tıpkı/ Karlar altında kayıp uzanırken ova/ Yolu kendiliğinden,/ Donmuş dallar esen ılık rüzgâra/ Çiçek açar çekingen./ Behçet Necatigil
“Kayıp” kelimesi ilk dizedeki bulmak” kelimesiyle ilişkilendirildiğinde “kaybolmak”, ikinci dizedeki “kar” kelimesiyle birlikte düşünüldüğünde “kaymak” anlamına kullanılmış. Her iki anlam da sözcüğün temel anlamıdır. Bu bir istihdam örneğidir.
Tevriye cinas sanatıyla da benzerlik gösterir. Sesteş sözcük, tevriyede bir kez kullanılır iki anlamı da düşündürülür. Cinasta ise iki farklı anlam için iki kez kullanılır:
Gözlerinde aksi bir derin hiçin/ Kanadın yayılmış çırpınmak için/ Bu kış yolculuk var diyorsa için/ Beni de beraber al anneciğim.
Necip Fazıl
Tevriye ile kinaye birbirine benzemekle birlikte aralarında çok önemli fark vardır: tevriye sesteşlik özelliği olan sözcüklerle yapılır. Yani tevriyede her iki anlam da sözün gerçek anlamlarıdır. Kinaye ise bir söz öbeğinde veya deyimde söz konusudur. Kinayeli sözler hem gerçek anlamı hem mecaz anlamı düşündürür ancak mecaz anlam vurgulanır:
Ve böylece, bin dereden su getirdi İstanbul’a gelen zevat, / Sivas mandayı kabul etmedi fakat / Nâzım Hikmet
Eli böğründe analardan,/ Mahpuslardan ve acılardan/ Çokça bahsediyorum, çünkü;/ Başını kumda saklayanlardan/ Tiksindim, başkaldırıyorum!/ Yusuf Hayaloğlu
Ben pişmanım hayat sorguya çekme/ Dilersen infaz et kâr etmez dilime/ Sözlerim ağırdır dokunur kalbe/
Şu suskun ağzımı açtırma benim/
Mümin Sarıkaya
Bir kelime veya kelime grubunun söz içinde hem kendinden önceki hem de sonraki kelimelerle iki ayrı cümle oluşturacak şekilde kullanılmasına sihr-i helal denir. Sihr-i helal, bir anlam bütünlüğü oluşturabilecek şekilde, bir kelime veya kelime grubunun, birinci dizenin sonuna ve ikinci dizenin başına bağlanabilecek özellikte kullanılması sanatıdır:
Gülümse ve uzaklaş çünkü anlayamazsın/ Bu kopan fırtınayı Yusuf ’un yüreğinde/ Koyu bir çaresizlik ayinidir yalnızlık/ Züleyha’nın menekşe büyüyen gözlerinde/
Nurullah Genç
(“Yusuf ’un yüreği” hem kopan fırtınanın hem çaresizlik ve yalnızlığın mekanıdır.)
Evler her gün yollar bizi dışarı:/ -Git, getir!/ Emredilen ekmeği akşamları/ Alın terlerimiz getirecektir./ Behçet Necatigil
Pulsuz zarf gibisin üstünde adresi evde kaldın/ n’aber kız/ kulesi / Sunay Akın
Çukurovam,/ Kundağımız, kefen bezimiz. / Kanı esmer, yüzü ak./ Sıcağında sabır taşları çatlar/ Çatlamaz ırgadın yüreği. / Ahmet Arif
Müşâkele, bir fiilin gerçek ve mecaz anlamlarını tekrarlayarak yapılır. Tekrar edilen kelime birinci defa gerçek anlamıyla kullanılmış ise ikincisinde mecâzî anlam ifade etmelidir. Cinastan farklıdır. Cinas sesteş sözcüklerle yapılır.
Kulağında karanfil / Teninde tarçın / Gözlerinde göç var / Döner bir gün Anka / Kilidinde döner anahtar / Murathan Mungan
Lalelim Laleli’de oturur / Laleli’den geçilir, / Lalelimden geçilmez. O. Murat Arıburnu
Sözcüklerin çok anlamlılığıyla oynamayı seven Behçet Necatigil’in şiirlerinde cinas, istihdam, tevriye sanatlarının özgün örnekleriyle sık sık karşılaşırız. Bazen de şair biçimsel yenilikler yaparak, dize bütünlüğünü kırarak çok anlamlılığı sağlamaya çalışır:
Elinde bir gümüş tasma Tak boynuna her/gelenin Gözünün yaşına bakma. / Behçet Necatigil
Geçim parası için / Nice yaşlının/ Eski İstanbul evlerinden / Getirdiği eşyalar / Üstüne kâr koyulup/ Satılıyor antik Acılar çarşısında / Sunay Akın
Aşağıdaki örneklerde şairler, yaptıkları tevriye, istihdam, sihr-i helal gibi söz sanatlarıyla şiirde çok anlamlı bir yapı oluşturmayı başarmışlardır:
Gençlikte ne varsa inandığımız/ İyi doğru güzel bellediğimiz / Kırıldı döküldü hoyrat ellerde / Ayaklar altında çiğnendi şiir / Geçerli tek uyak paranın sesi / Necati Cumalı
(Ayak: kafiye)
Şu bozuk saat çalışsa benim için ölümdür./ Bil ki akrep yelkovanı geçerse,/ Atan bu yüreğim durur./ Bırak bozuk kalsın, hiç değilse;/ Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur./ Turgut Uyar
Biliyorum saadet/
Bana dünyada gelmez/
Ölümü bekliyorum /
Behçet Necatigil
Sanma bir gün geçer bu karanlıklar, / Gecenin ardında yine gece var;/ Çocuklar hıçkırır, anneler ağlar, / Yaşlı gözlerinle kal anneciğim! / Necip Fazıl
sustum – sabır nihavent ayrılıklar muhayyer/ bu arabesk gözler ah bizi idrak eder mi / Sefa Kaplan
(Muhayyer: iki şey arasından birini seçmek, seçmekte serbest bırakmak/ Musikimizde çok kullanılan makamlardan biri, tevriye örneği)
Sülfür inceldi ve en yorgun yerinden kırıldı ayna/ Ayna pusluydu bunca yıl nice sır taşımaktan Ahmet Telli
(Sır: gizli tutulan şey:/ Aynaların arkasına sürülen ince mâdenî tabaka).
Bırak da sarılayım ayaklarına/ Kum gibi, kum gibi / Ezip de geçme / Ahmet Kaya
(Bu dizelerde sihr-i helal yapılmış. Ortadaki dize hem ilk dizeyi hem son dizeyi anlamca bütünlüyor.)
Aşağıdaki dizelerde kinaye sanatına örnekler vardır:
Biz ki acılar döneminden/ ellerimizi kirletmeden geçtik. / Direncim senin olsun, / sevgim senin olsun./ Şükran Kurdakul
Dört mevsimden geçmemiş arkadaşlıklar/ Kırılmış fanus, kararmış tılsımyürekleri sadakları kadar zengin değilmişaynı değil kalpte biriken zaman/ sırtlarda ne çok ok birikmiş / Murathan Mungan
Göğümüzden mavi rengi çaldılar, / Tanrıdağ’da tuğumuzu yoldular. / Yurdumuzu bölük bölük böldüler.Türk’ün Türk’e küseceği çağ mıdır? / Dilaver Cebeci
Mademki gün gelecek,/ Herkes aynı meleğin/ Önünde eğilecek, / Niçin o güne değin/ Çan sesleri duyayım?/ Bugün de bir yarın da./ Bırakın uyuyayım/ İzmir kapılarında!/ Kemalettin Kamu
Kılığın kıyafetin sarmadı beni / Söylediğin türküler bizim türkümüz değil Başka çeşmelerden doldurmuşsun tasını / Yüreğinde nakış yok, acı yok bizden / Yavuz Bülent Bakiler
Kaynak: Recai Kapusuzoğlu- Yeni Türk Şiirinde Edebi Sanatlar-Ötüken Neşriyat-2022.)
Recai KAPUSUZOĞLU
Yazdır

Yazar hakkında

Recai Kapusuzoğlu

1959’da Yozgat’ta doğdum. 1981’de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesini bitirdim. Aynı yıl öğretmenliğe başladım. Yurdun değişik illerinde altı yıl edebiyat öğretmenliği yaptıktan sonra 1987’de açılan bir sınavı kazanarak Başbakanlık Osmanlı Arşivleri Daire başkanlığında eski yazı-arşiv uzmanı olarak çalışmaya başladım.
1990’da kendi isteğimle bu kurumdan istifa ederek asıl mesleğime, öğretmenliğe, dönüş yaptım.1990’da Türkçe-edebiyat öğretmeni olarak dershaneciliğe başladım ve aralıksız olarak bu güne kadar sürdürdüm. On beş yıl kadar özel bir dershanenin kurucu müdürlüğünü yaptım.
2006’da Milli Eğitim Bakanlığı’nca açılan Kariyer Basamaklarında Yükselme Sınavında başarılı olarak ve yapılan diğer değerlendirmeler sonunda ”Uzman Öğretmen” unvanını kullanmaya hak kazandım. 2007’de milli eğitimden emekli oldum.
2002’de Yozgat Fen Edebiyat Fakültesi’nde ücretli olarak Türk Dili dersi verdim.
1980’li yıllarda Pınar ve Gerçek dergilerinde yazılarım yayınlandı.
1995’te ÖSS Türkçe-Edebiyat(Konu Anlatımlı) kitabım Anadolu Dershaneler Birliği tarafından basıldı ve iki yıl tüm üye dershanelerde ders kitabı olarak okutuldu.
YGS-LYS Türkçe-Edebiyat Konu Anlatımlı ve YGS-LYS Türkçe-Edebiyat Soru Bankası başlıklı kitaplarım, Hedef Yayınları arasında çıktı.
Halen Yozgat Özel Başarı Temel Lisesinin ve KPSS kursunun kurucu müdürlüğünü yapıyorum.
1985’te deneme amacıyla girdiğim ÖSS’de Ankara Hukuk Fakültesi’ni kazandım. Halen 3. Sınıf öğrencisiyim.

Yorum yap