Bir okula, edebiyat öğretmeni olarak gitmiştim. Bütün öğretmenler tarafından tam bir nezaketle karşılandığım halde yaşlı ve hürmete layık bir zat olan matematik hocası bana gayet sert bir yüz gösterdi ve benimle tam iki ay konuşmadı. İki ay sonra bir gün öğretmenler odasında edebiyat öğretimine dair bahis açıldı. Edebiyatın her şeyden evvel çocuklara, doğru ve güzel okuyup yazmayı öğretmesi lâzım geldiğini söyledim. Karşıda sakin sakin oturup konuyla hiç ilgilenmeyen matematik öğretmeni, bunun üzerine hemen ayağa kalkarak yanıma geldi. Elimi sıktı ve benden af diledi. Meğer benden evvelki edebiyat hocası her zaman matematiğin aleyhinde birtakım sözler söyler ve kıymetsizliğini iddia edermiş. Onun saçmalarından usanan matematik hocası da bütün edebiyat hocalarını böyle zannetmiş ve korkusundan hiçbirisinin yanına yanaşmak istemezmiş.
O gün, hocayı münasip sözlerle tatmin ve teskin etmekle uğraştım. Fakat bir müddet sonra anladım ki giden edebiyat hocası pek haklı imiş. Çünkü bu hoca onun gibi işi yalnız hocalar arasında bırakmayıp talebeye de bulaştırıyor, talebeden edebiyata çalışanları mimliyor ve kendi tabiriyle şiir şubesine geçenleri matematikten döndürüyor. Bu garip görüş ve edebiyat düşmanlığına bir türlü akıl erdiremedim. Fakat hemen hatırladım ki bu bizim talebeliğimizde de mevcut olan manasız edebiyat-fen meselesidir. Bizim edebiyat hocamız da matematikçilerin mahdut kafalı olduğunu iddia eder, kırk seneden beri hayatta bir tek logaritma meselesine tesadüf etmediğini anlatırdı. Derste boyuna,
İtibar etme hele hendeseye,
Düşme ol daire-i vesveseye.
gibi beyitler yazdırırdı. Buna mukabil matematik hocası de edebiyatçıların serseri, tembel, laf tüccarı birtakım parazit insanlar olduğunu söylerdi. Karşılıklı nefretin sebebini ararsak her iki tarafın da diğerinin mesleğine karşı cahilliğinde buluruz. Edebiyat hocası eğer matematiğin bugünkü medenî âlemde nasıl bir kıymeti haiz olduğunu takdir etse şüphesiz ki o manasızlıkları yapmazdı. Matematik hocası da edebiyatın gazel ve kaside söylemek ve serserilik etmek demek olmadığını bilse herhalde muamelesini değiştirirdi. Fakat ne çare ki o zaman edebiyatçı geçinen medrese yetiştirmeleri modern ve pratik ilimlerin “i”sinden anlamıyor, onlara taassupla hücum ediyor; ekseriyetle Avrupa gören kafalar da buna karşı tabiî bir reaksiyon gösteriyorlardı. Memleketimizde modern ilim ve fennin yayılmasıyla bu telakki çoktan kaybolmuştur. Fakat öğretmenin, dersinde tam randımanı vermesi için diğer derslerin aleyhinde bulunmaması kâfi değildir. Onlardan biraz da anlaması lazımdır. Bir öğretmenin yalnız kendi dersini bilip başka hiçbir şey bilmemesi kadar feci bir şey yoktur. Şüphesiz ki diğer derslerde de kendi dersindeki gibi ihtisas istemez. Fakat mektepte bütün derslerin yolu aynı yere çıkar ve öğretmenlerin hepsi bir gaye için çalışır. İyi talebe yetiştirmek için bunların hepsinin en fazla bir şekilde anlaşması ve birbirinin gittiği yolu bilmesi, birbirinin işini tamamlaması lazımdır. Bilhassa bazı dersler vardır ki birbirine çok yakındır. Bu nevi dersler ihmal edilmeye hiç gelmez. Meselâ edebiyat hocası mektepte okuduğu psikoloji ve sosyoloji malûmatını katiyen kâfi görmeyip yine alakadar olmalıdır. Tarih zaten sahasına dahildir. Felsefe, sosyoloji ve tarih hocaları eğer edebi kültüre malik değillerse dersleri yarım demektir. Bunların hepsi fizik ilimlerin son vaziyetine ve yeni cereyanlarına ait fikir edinmezlerse dersler arasında bulunması lazım gelen muvazeneyi kuramazlar. Fizik, matematik ve biyoloji öğretmenleri de tarih, edebiyat ve sosyoloji ile az çok alâkadar olmalı ve fikir edinmelidirler. Bütün bilgilerimizin konusu, üzerinde yaşadığımız dünya ve içinde bulunduğumuz kâinattır. Ve bilgi birdir. Muhtelif isimlerle ayırışımız bir kolaylık, bir tasnif meselesidir. Hatta netice itibariyle ilimle sanat arasında bile fark yok. Her ikisi de aynı şey için çalışır. Hele mektepte bütün ilimlerin ve bütün derslerin gayesi, bir tek düşünen kafa yetiştirmektir. Eğer bu kafa için, birinin yaptığını öteki bozarsa zavallı talebenin uğrayacağı fikir serseriliğini ve sukutuhayali düşünmeli. Bir hocanın öğrettiği ile ötekinin eğlendiğini görmek öğrenci için ne acı bir sarsıntıdır. Bütün dersler ve öğretmenler, birbirine ne kadar iyi bağlanırsa o okul o kadar iyi öğrenci yetiştirir. Hocalar arasındaki fikri ve hissi ayrılık bir okulu temelinden yıkacak kötü bir ihtimaldir. Herhangi bir dersi okutan hoca, diğer dersler hakkında da az çok bilgili olmalı ve onlardan hürmetle bahsetmelidir. Dersinden iyi bir netice alabilmek için diğer bütün dersler arasındaki mevkiini, diğer derslerin kıymetini bilmeli ve onlarla beraber aynı işi yapmak üzere yola çıktığını düşünmelidir.
Yazar: Vasfi Mahir Kocatürk