Bazı yazarların edebi sanatları konu alan kitaplarına “Söz ve Sihir Arasında Edebî Sanatlar” veya “Sözün Büyüsü/Edebi Sanatlar” gibi isimler vermiş olmaları söz sanatlarının işlevi konusunda bize bir ön fikir verir. Edebi sanatların işlevi sözü, şiiri güzelleştirmek, etkisini ve gücünü artırmak, şiire anlam derinliği katmak ve okuyucuyu düşünmeye, anlamaya zorlamak, okuyucunun muhayyilesini harekete geçirmektir.
Şiir, kelimelerle güzel şekiller kurma sanatıdır. Anlatımda, çağrışımlardan, bilinen dil göstergelerinden, söz sanatlarından yararlanılarak oluşturulan ses ve söz oyunlarına imge diyoruz. Şair, imgeleri oluştururken mecazlardan yararlanır. İmgelerin bir bölümü bir benzetmeye dayanırken bir bölümü, şairin zihninde oluşmuş gerçek dışı, kendine özgü olay ve görünümlerin dile getirilişidir. Attila İlhan’ın şu dizelerine bakalım:
Kirpiklerimden mısralar dökülüyor/
Delirecek miyim neyim?/
Şair bu iki dizeyle okuyucunun düş gücünü harekete geçirir. Şairin kirpikleri ıslaktır. Ama kirpiklerinden dökülen gözyaşı değil mısralardır. Şair bir duygu yoğunluğu yaşıyor Mısralar damla damla akmıyor, dökülüyor. Dökülen mısralar acı ve hüzün yüklüdür. Duyduğu üzüntü şairi deliliğin sınırına getirmiştir. Şair bu imge yoğunluğunu yaptığı bir istiare ile gerçekleştirmiş. Mısraları gözyaşına benzetmiş ancak benzetileni vermeyerek bir kapalı istiare yapmış.
Söze anlam güzelliği ve derinliği kazandıran sanatların başında istiare gelir. İstiare (Eğretileme), aralarında benzerlik ilişkisi bulunan iki sözcük veya kavramdan birini geçici olarak diğerinin yerine kullanma sanatıdır. Batı edebiyatında istiare terimini karşılamak amacıyla” metafor” terimi kullanılır. Metafor, aralarında uzak yakın ilgi, benzerlik, işlev ilgisi, yakınlığı, bulunan iki şey arasında bir benzetme yoluyla ilişki kurarak birinin adını ötekine aktarma eğilimi sonucunda oluşan dil olayıdır. İstiarenin Batı edebiyatındaki karşılığı metafordur ancak metafor, açık istiarenin yanı sıra, kapalı istiare, teşbih-i beliğ, alegori gibi anlatım biçimlerini de kapsamaktadır.
Şu dizelerin çağrıştırdığı anlamlara bakalım:
Bir keskin kalem bir kırık gözlük/
Yürekli gönüllere hatıran olsun
Öldürülen bir yazarın -Uğur Mumcu’nun- ardından söylenen bu şiir etkisini “keskin kalem” sözüyle kazanır. Şair kalemi kılıca veya hançere benzetmek suretiyle bir kapalı istiare yapmış. Böylece yazarın geride bıraktığı yazılarının niteliğini de okuyucuya hissettirmiş. Sözlüklerde keskin sözcüğü için “iyi kesen, çok kesici, çok tesirli, kuvvetli, şiddetli, sert” gibi anlamlar yüklenir. Benzetilen durumundaki kılıcın çağrıştırdığı bir diğer anlam, kılıcın iyiyi kötüden ayırması, kötüyü kesip atmasıdır. “Kalem” ve yürekli gönüller” sözlerinde ayrıca birer mecazı mürsel vardır.
İstiare kısaltılmış bir teşbihtir. Benzetme sanatının temel öğelerinden benzeyen ve benzetilenden sadece birinin kullanılmasıyla yapılan benzetmeye istiare denir. Diğer bir deyişle, bir şeyi kendi adının dışında türlü yönlerden benzediği başka bir şeyin adıyla anma sanatıdır. Benzetilen verilirse açık istiare, benzeyen verilir, kendisine benzetileni okuyucunun yorum gücüyle bulması istenirse kapalı istiare yapılmış olur.
Necip Fazıl’ın “Ağlayın, âşinasız, sessiz, can verenlere, /Otel odalarında, otel odalarında!… dizeleriyle biten şiirinden birkaç istiare örneği:
Bir merhamettir yanan, daracık odaların, / İsli lambalarında, isli lambalarında.
Otelde genelde evi barkı olmayan yalnız insanlar kalır. Yalnız insanlar merhamete muhtaçtır. Otel bakımsızdır, elektrik yoktur, lambalarını is bağlamıştır. O lambada yanan gaz değil merhamettir. Şair merhameti gaza benzeterek bir kapalı istiare yapmış. Kapalı istiarelerde geniş bir hayal gücü vardır. Şair bir benzetme yapar ama kendisine benzetileni söylemez okuyucunun düş ve yorum gücüyle onu bulmasını ister.
Aynı şiirden bir kapalı istiare örneği daha:
Kulak verin ki, zaman, tahtayı kemiriyor/
Tavan aralarında, tavan aralarında.
Şairin betimlediği otel ahşap ve çok eskidir. Zaman onu yıpratmıştır. Zaman bir kemirgen hayvan gibidir: Bir fare veya tahta kurusu. Kulak verecek olsak zamanın tahtayı kemirirken çıkardığı sesleri duyabiliriz. Tabi bu bir mübalağadır.
İstiare, bir kelimenin anlamını geçici olarak başka bir kelime hakkında kullanma sanatıdır. İstiarede herhangi bir varlığa benzerlik dolayısıyla asıl adın yerine, geçici olarak (eğretileme) benzediği başka bir varlığın adı kullanılır. Bu sanatın özünü teşbih oluşturur. Ancak istiarede benzeyen ya da benzetilenden yalnızca biri söylenir.
Yine Necip Fazıl’dan “zaman”lı bir örnek. “Zindandan Mehmed’e Mektup “şiirinden iki dize:
Karıştır çayını zaman erisin/
Köpük köpük duman duman erisin
Hapishanede zaman geçmek bilmez. Çay içmekten başka da bir meşgale de yoktur. Zamanın çok çabuk geçmesi istenir ama zaman çayın içindeki şeker gibi çabucak erimez. Zamanın şekere benzetilmesi de bir kapalı istiaredir.
Necip Fazıl’ın şu dizelerinde ise zaman bir değirmene benzetilmiş. Öğüttüğü ise buğday değil insan hayatıdır:
Zamanın çarkları sizi yürütüyor/
Zamanın çarkları beni öğütüyor.
Orijinal bir istiare, okuyucunun hayal gücünü harekete geçirmede teşbihe göre çok daha etkilidir. Çünkü kısadır. Teşbih gibi fazla söze ihtiyaç göstermez. Sözün kısa söylenmesinin şiirde önemi fazladır.
Necip Fazıl’ın ünlü anne şiirinden iki istiare örneği verelim:
Gözlerinde aksi bir derin hiçin,/
Kanadın yayılmış, çırpınmak için;/
Bu kış yolculuk var, diyorsa için,/
Beni de beraber al anneciğim!
“Kanat” kelimesinden anlıyoruz ki şair annesini bir göçmen kuşa veya bir meleğe benzeterek bir kapalı istiare yapmış. Kapalı dememizin sebebi budur, kendisine benzetilen melek mi, göçmen kuş mu, okuyucunun yorumuna bırakılmış. Batılı ressamlar meleği kanatlı bir insan şeklinde tasvir ederler. Sonraki dizede geçen “kış” kelimesi kendisine benzetilenin “göçmen kuş” olduğu yorumunu güçlendirir. Kuş kanatlarını çırpmak, uçmak için hazırlanmıştır çünkü yolculuk vakti yaklaşmıştır. Yolculuk kelimesi ise açık istiare yoluyla ölüm duygusunu çağrıştırır. Şair üzgündür, yolculuğa annesiyle birlikte çıkmayı ister.
İstiarede önemli olan yaratıcılığın, kişiselliğin bulunmasıdır. Çünkü bu sanata değer kazandıran en önemli özellik, basmakalıp veya orta malı olmaması yani özgünlüktür. Divan şairi Nabi, istiare için şöyle der:
Bi-taze isti’are olmaz lügatle lezzet /
Ahû-yı gayb-ı ma’na düşmek gerek şikare (Nabi)
(Yeni olmayan bir istiare, kelimelerle lezzetli olmaz, istiarede gizli mana ceylanının avlanması gerekir.)
Usta şair, Cem Karaca’nın şu şarkısında olduğu gibi özgün istiareler yakalayabilmelidir:
Sürerim buluttan tarlaları/
Yağmurlar ekerim göğün göğsüne/
Güneşte demlerim senin çayını/
Yüreğimden süzer öyle veririm
Şair bulutu tarlaya benzeterek teşbih-i beliğ, yağmurları tohuma benzeterek bir kapalı istiare yapmış. Aynı zamanda özgün bir mübalağa örneği olan bu dizelerde şair yüreğini süzgece benzeterek bir kapalı istiare daha yapar. Çay, samimi sohbetlerin vazgeçilmez içeceğidir. O çay duyguların merkezi olan yüreğin süzgecinden geçmiştir. Bu dizelerde yapılan bir diğer istiare ses bakımından da uyumlu iki sözcüğün yan yana getirilmesiyle daha bir güzelleşen “göğün göğsü” sözlerindedir. Buradaki sanat kişileştirmedir. Her kişileştirmede kendisine benzetilen -insan- verilmediği için aynı zamanda bir kapalı istiare vardır.
Divan edebiyatındaki mazmunların (klişeleşmiş mecazlar) çoğu istiare örneğidir. Sevgili yerine nigâr, büt, âfet, mâh; boy yerine nihâl, servi; dudak ve ağız yerine la’l, kadeh, hokka, nokta, yüz yerine gonca, gül gibi klişe benzetmeler hep istiare esasına dayanmaktaydı. Klasik şiir geleneğinin terk edilmesiyle birlikte mazmunlarla kurulan istiareler terk edilmiş, böylece modern Türk şiirinde istiarenin çok daha özgün örnekleri verilebilmiştir:
Her akşam seninle /
Yeşil bir zeytin tanesi /
Bir parça mavi deniz /
Alır beni (İlhan Berk)
İlhan Berk, istiarenin çağrışım gücünden yararlanarak sevgilisinin gözlerini renginden ve şeklinden dolayı yeşil zeytine, mavi denize benzetir.
Mesela sevgilinin güzellik bakımından aya, güneşe teşbihi Divan şairlerinin sık sık başvurdukları bir mazmundur. Ahmet Arif’in şu dizelerindeki istiare Divan mazmunlarından çok farklıdır. Yine bir güneş benzetmesi vardır ancak benzeyen sevgilinin yüzü değil gözleridir:
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır /
Üşüyorum, kapama gözlerini…
Attila İlhan’ın aşağıdaki dizelerinde ise benzetilen okuyucunun hayal gücüyle somutlaşır, güneş veya lambadır:
Gözlerini söndürme muhtacım /
Ben senin aydınlığına muhtacım
İstiareli sözler, okuyucunun muhayyilesini canlandırır, bilhassa kapalı istiare şiire bir anlam derinliği kazandırır. İstiarenin türünü belirlerken, bir bilmece çözer gibi bilinmeyen ögeyi bulmaya çalışırız. Şu örnekte şair sevgiliyi kutup yıldızına benzetir:
yıldız alacası yüzen bir zakkum/
yanımda o hayal kız ikide birde/
yolumu gözlerine bakıp bulduğum/
(Attila İlhan)
Benzer bir istiare örneği:
yaslı dereler gibi mutsuzluğa akarım/
kapama gözlerini; karanlıktan korkarım/
(Nurullah Genç)
Teşbih sanatı benzeyen ve benzetilen olmak üzere en az iki öğeyle yapılır. Teşbih bu öğelerden sadece biriyle yapılırsa istiare sanatı olur:
Benim gönlüm bir kelebek/
Dolaşıyor çiçek çiçek/
(Orhan Seyfi Orhon)
Şair gönlünü kelebeğe benzeterek teşbih yapıyor. İstiare, çiçek sözcüğündedir. Gönlün dolaştığı çiçek nedir? Güzeller.
İstiare veya metafor, bir nesneyi, bir durumu, niteliği, olguyu ya da süreci bir başkasına benzeterek anlatmaktır. Yeni Türk şiirinde çok güçlü bir imge kaynağıdır. Şu örnekte mezar, döşeğe benzetilmiş; benzeyen verilmediği için bu, açık istiaredir:
Varsın bugün bir acı duymasın gözyaşımdan/
Bana rahat bir döşek serince yerin altı/
Bilirim kalkmayacak bir yar gibi başımdan./
(Necip Fazıl)
Orhan Veli’nin şu dizelerinde deniz, çarşafa veya kumaşa benzetilerek kapalı istiare yapılmış, denizin yırtılması ise dalgalar veya fırtınadır:
Deniz yırtılır kimi zaman,/
Bilmezsiniz kim diker; /
Ben dikerim./
(Orhan Veli)
Benzer bir istiareyi de Vedat Türkali’nin dizelerinde görüyoruz:
Salkım salkım tan yelleri estiğinde /
Mavi patiskaları yırtan gemilerinle /
Uzaktan seni düşünürüm İstanbul/
(Vedat Türkali)
(Deniz)+mavi patiska/
Tan yelleri+(üzüm)
İstiare, kısaltılmış benzetme olsa da şiir dili için benzetmeden çok daha etkileyicidir. Teşbihte benzeyen de kendisine benzetilen de bellidir ve bu anlamda okuyucunun hayali tek bir noktada toplanır. İstiarede ise benzeyen ya da kendisine benzetilen unsurlarından birinin eksiltilmesi belirsizliğe yol açarak okuyucunun hayal dünyasında daha canlı ve yeni imgelere, çağrışımlara kapı aralar:
O çay ağır akar, yorgun mu bilmem; /
Mehtabı hasta mı, solgun mu bilmem; /
Yaslı gelin gibi mahzun mu bilmem, /
Yüce dağ başında siyah tül vardır./
(Rıza Tevfik Bölükbaşı)
Dörtlükte tenasüb, kişileştirme, tecahül-ü arif, hüsn-i ta’lil, teşbih, istifham gibi bir dizi söz sanatı yapan şair, son dizede “siyah tül” sözüyle bulutu gelinliğe, siyah tüle benzeterek açık istiare yapmış. Tüm bu sanatlar gözümüzün önünde hüzünlü bir doğa manzarası canlandırır.
Kapalı istiarede anlam, adından da anlaşılacağı gibi gizlidir. Benzetme öğelerinden benzeyen unsur verilerek yapılır, kendisine benzetileni okuyucu bulur. Bu özellik istiarenin anlaşılması için bir ipucu mahiyetindedir. Tüm kişileştirmeler aynı zamanda bir kapalı istiaredir:
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor.
(Faruk Nafiz)
Tekerlek+ (insan)
Ezelden beridir o ücra yere/
Ninniler söylermiş bir serin dere (Rıza Tevfik Bölükbaşı)
Dere+(insan)
Bu ölmüş sulara ağlayan sular (Ali Mümtaz Arolat)
Sular+(insan)
Her kişileştirme sanatında bir kapalı istiare vardır. Bu bilgi, istiarenin açık mı kapalı mı olduğunu ayırt etmemizde çok işimize yarar. Acaba benzeyen verilince mi açık istiare idi, benzetilen verilince mi? Karıştırdığımız durumlarda hemen bir kişileştirme örneği veririz. Kişileştirmede benzeyen verilir, kendisine benzetilen (insan) çağrıştırılır. Demek ki benzeyen veriliyorsa kapalı istiare yapılmış olur.
Şu örneklerde “yıllar- kar- saçın beyazı” arasında kurulan ilgilerle bir imge oluşturulmuş:
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var? (Cahit Sıtkı)
Şakaklardaki beyazlık “kar”a benzetilmiş. Ancak benzeyen kullanılmamış. Bu, açık istiaredir.
Yıllar yağdı saçlarıma/
Mevsimleri sayamadım
Bu örnekte ise aynı benzetme yapılmış Yıllar kara benzetilmiş bu defa benzeyen verildiği için kapalı istiaredir.
Bir med zamanı gökyüzü kurşunla örtülü. (Yahya Kemal)
Bu dizede bulut, kurşuna benzetilmiş ancak bulut sözü kullanılmamıştır. Biz yorum gücümüzü kullanarak “Gökyüzünde kurşuna benzeyen ne olabilir?” diye düşünürüz ve bulut kavramına ulaşırız. Kurşunun siyah rengi yanında ağır bir metal oluşu zihnimizde başka bir imge oluşturur. “Med zamanı” ise gözümüzde fırtınalı bir deniz görüntüsü canlandırır.
Bir hilal uğruna, ya Râb, ne güneşler batıyor! (Mehmet Akif Ersoy)
Bu dizede istiare “güneş “kelimesindedir. “Hilal uğruna batan güneş ne olabilir sorusunu kendimize sorduğumuzda “Bayrak uğruna şehit olan Türk askeri” cevabına ulaşırız. Demek ki asker güneşe benzetilmiştir. Asker benzeyen, güneş benzetilendir. Dizede hangisi var? Kendisine benzetilen. Demek ki bu bir açık istiaredir. Hilal sözündeki mecaz-ı mürsel, ayın doğması için güneşin batması imgesinin çağrıştırdığı hüsn-i ta’lil, dizeye geniş geniş açıklanmaya elverişli bir anlam derinliği kazandırır.
Estetik bir haz, güzellik oluşturma amaçlı edebi metinlerde sözcüklerin çağrışım gücünden, duyguları yansıtma özelliğinden yararlanılır. Amaç düşsel ögeler, imgeler oluşturmak böylece okuyucunun duygu ve düşünce dünyasını zenginleştirmektir. Mehmet Emin şu dizelerde zamanı bir canavara, halkı zulme ve haksızlıklara uğrayan bir sürüye benzeterek okuyucunun acıma ve isyan duygularını harekete geçirmeye çalışır:
Zaman ona kan damlayan dişlerini gösterir,/
Bu zavallı sürü için ne merhamet ne hukuk;/
Yalnız bir sert bakışlı göz, yalnız ağır bir yumruk!.. /
(Mehmet Emin)
İmge, sözlüklerde, “Zihinde tasarlanan ve gerçekleşmesi özlenen şey, düş, hayal, hülya, genel görünüş, izlenim, imaj” olarak tanımlanmaktadır. “İmgelem” ise “muhayyile, hayal gücü” anlamına kullanılan yeni bir sözcüktür. Şu dizelerde hatıralar çaresizce camlara çarpan bir kuşa benzetilerek özgün bir imge oluşturulmuş:
Görünmez kanatlarıyla hatıralar / Camlara çarpıp duruyor.
İmgenin bir başka tanımı da şudur: “İmge, insanın gözlemlediği nesne, olay ve nitelikleri, kendi zihninin süzgecinden geçirerek oluşturduğu, şairin de aynı eğilimle şiire aktardığı tasarımlar, kişiye özgü izlenimlerdir.” Şu şarkının içli sözlerinde şair kendisini yılların erittiği bir muma, sayfa sayfa kopardığı deftere, dalgalı bir ırmağa benzetiyor:
Erittiniz damla damla/
Kopardınız sayfa sayfa/
Çağlattınız dalga dalga/
Ezdiniz beni yıllar/
Şiir duygu ve düşüncelerin coşkun bir ifadesidir. Her okuyucu şiirdeki duygu veya düşünceyi farklı algılayıp yorumlayabilir. Şair, çoğu zaman duygu ve düşüncelerini, hayallerini anlatmak için dilde yeni anlam ve değerler, özgün imgeler bularak yepyeni bir şiir dili oluşturur. Abdürrahim Karakoç’un dizelerinde sevda, şairin başından aşağı dökülen yakıcı bir kaynar sudur:
Başımdan bir kova sevda döküldü,/
Islanmadım, üşümedim, yandım oy!
İmge, okuyucunun duygu ve düşünce dünyasını harekete geçirmeyi amaçlar. Şair, imgeleri oluştururken kelimeleri sözlük anlamından uzaklaştırarak mecazlardan, benzetmelerden, kişileştirmelerden yararlanır. İmgeler her okuru farklı şekilde etkiler. Bu etki, okurun yaşına, eğitim ve kültür seviyesine, hayallerine, izlenimlerine, içinde bulunduğu duruma ve döneme göre değişir. Bazen de toplumcu bir mesaj taşır:
Kimin gücü yeterse kahretsin parasızlığı/
Sefalet akıyor gürül gürül sokaklardan/
(Attila İlhan)
Edebiyatımızda “imge, simge (sembol), eğretileme (istiare), metafor” terimleri, eş anlamlı veya yakın anlamlı olarak kullanılabilmektedir. Sembolde bir benzetme ilgisi yoktur. İstiarede ise benzetme ön plandadır. İmge ise, anlamın somut olmaktan çıkarılıp, soyut içeriğe kavuşturulması ve zihinsel bir tasarıma dönüştürülmesidir. Şu dizelerde şair sazı tabancaya, yüreğini hüznün işgal ettiği bir ülkeye, hüznü de işgalci askerlere benzeterek özgün bir söyleyiş yakalamış:
Şarjörüne hasret sürdüm sazımın/
Şimdi hüzün işgalinde yüreğim./
(Fatih Kısaparmak)
İmge, şiirin asli unsurudur. Bir şair, özgün imgeler oluşturabildiği ölçüde başarılı şiirler yazar. Sembolistler bu noktada şiirin, anlamı geri plana itip imgeyi ön plana geçirmeye çalışmışlar, hatta şiirin imgeyle yazıldığını belirtmişlerdir. Sembolizmin ilkelerini benimseyen Ahmet Haşim’in şu dizelerde tasvir ettiği bulutlarla cenk eden kan rengi süvari güneştir. Şair benzetme ve kişileştirmelerden yararlanarak gün batımını şiirsel bir dille zihnimizde bir tablo olarak canlandırıyor:
Şu bakır zirvelerin ardından/
Bir süvârî geliyor kan rengi./
Başlıyor şimdi melûl akşamda/
Son ışıklarla bulutlar cengi!
Şair, dildeki kelimeleri özenle seçer. Onlara yeni anlamlar yükler. Böylece duygu ve düşüncelerine bir derinlik kazandırmış olur. Bunu yaparken de ‘imge’den yararlanır. İmge, bir şiiri okuduktan sonra insan zihninde kalan görüntüdür:
Kandilli yüzerken uykularda/
Mehtabı sürükledik sularda.
Yahya Kemal’in bu dizleri zihnimizde söyle bir görüntü oluşturur: Gecenin ilerleyen saatlerinde Kandilli semti halkı derin bir uyku denizinde yüzerken şair bir sandalda mehtap gezintisi yapmaktadır. Ayışığı denizi aydınlatmakta, kayık ilerledikçe yakamoz da peşinden gelmektedir. Bu dizlerde önce bir mecaz-ı mürsel var. Uykuda yüzen Kandilli değil Kandilli halkıdır. Ayrıca iki farklı istiare vardır. Uyku denize, mehtap sürüklenen bir örtüye veya şala benzetilmiş. Her ikisinde de benzeyen verildiği için kapalı istiaredir.
Vur pençe-i Âli’deki şemşîr aşkına /
Gülbangı âsmânı tutan pîr aşkına/
(Yahya Kemal)
Hz. Ali bir aslana benzetilmiş ama aslan zikredilmeyerek onun belirgin özelliklerinden biri olan “pençe” zikredilmiştir. Dolayısıyla burada kapalı istiare vardır. Hz. Ali’nin pençesindeki kılıç Zülfikar’dır. Bu, genel- özel ilişkisiyle yapılmış bir mecazı mürseldir. Gülbang, yeniçerilerin sabah törenlerinde yüksek sesle okuduğu duadır. Gülbangı gökyüzünü dolduran pîr, Yeniçeri Ocağının manevi kurucusu Hacı Bektaş-ı Veli’dir.
İmgeler hayal gücünü harekete geçirir ve zihinde bir tablo oluşturur. Şiirle resim sanatının buluştuğu bir örnek:
Kardır yağan üstümüze geceden,/
Yağmurlu, karanlık bir düşünceden,/
Ormanın uğultusuyla birlikte /
Ve dörtnala, dümdüz bir mavilikle /
Kar yağıyor üstümüze, inceden./
(Ahmet Muhip Dıranas)
Dörtnala koşmak, atlarla ilgili bir deyimdir. Ahmet Muhip, karın yağışını dörtnala koşan bir ata benzeterek kapalı istiare sanatı yapar. Şair, ölçü ve kafiyenin sağladığı ritimle yetinmemiş, “uğultu, dörtnala, yağmurlu” gibi sözcüklerin anlamsal çağrışımlarıyla ve ses imgesiyle zihnimizde tasarladığımız tabloyu daha bir güçlendirmiştir.
Başarılı bir istiarede hayal, düşünce, çağrışımlar açık ve anlaşılır olmalıdır. Dayandığı teşbih hemen anlaşılmayan, açıklanmaya muhtaç olan istiareler güzel değildir, ancak okuyucunun da şiiri anlamlandırabilecek bir şiir kültürüne sahip olması gerekir. Mesela, Sürrealist şairlerin yaptığı söz oyunlarında okur, genel kültür sahibi değilse şiiri anlamakta zorlanır. Mesela şu dizelere bakalım:
Sevdiğin kentlerin selamı sanki /
Sülüs kamyon şoförleri /
Kufi hamallar/
(Cemal Süreya)
Hat sanatında yazı tiplerine verilen sülüs, kûfî sıfatlarının kamyon şoförleri ve hamallar için kullanılması günlük dilde anlamsız görünür ancak bu dizeler, yarattığı imge açısından son derece özgün bir buluştur.
Büyük sanatçılar doğayı duyu organlarıyla algıladığı biçimde olduğu gibi yansıtmak yerine onu alışılmamış bağdaştırmalarla, mecazlarla hayalinde süsleyerek, güzelleştirerek, değiştirerek yansıtmaya çalışır. Şair, dili istediği gibi kullanır, yeniden şekillendirir. Söz sanatlarından karşılaştırmalardan, betimlemelerden, çağrışımlardan yararlanarak yeni imgeler, metaforlar oluşturur.
KAYNAK: Recai KAPUSUZOĞLU, Yeni Türk Şiirinde Edebi Sanatlar, Ötüken Neşriyat, 2022