İnceleme-Araştırma

NÂZIM HİKMETİN ŞİİRLERİNDE SÖZ SANATLARININ KULLANIMI: 2

İlk yazımızda Nâzım Hikmet’in şiirleriyle ilgili şu değerlendirmeyi yapmıştık:
Nâzım, şiirde sözü süslemeyi seven bir şair değildir. Onun için şiirde önemli olan okuyucuya vermek istediği mesajdır. Tümüyle sade, anlaşılır bir Türkçe, genelde de yalın bir dil kullanır. Süse ve gösterişe kaçmaz. O da Mehmet Akif gibi “Sözüm odun gibi olsun hakikat olsun tek” diyenlerdendir. “Düşmanıyım asaletin/ Kelimelerde bile.” sözü ünlüdür. Sözcüklerin anlamlarıyla oynamayı sevmez. Cinas, tevriye, hüsn-i talil, gibi söz ve anlam oyunlarıyla yapılan edebi sanatlara iltifat etmez. Buna rağmen Nâzım Hikmet’in edebi sanatları tümüyle dışladığı da söylenemez. Şiirde yalınlığı benimsemiş olmakla beraber sözün etkisini artırmak amacıyla bazı edebi sanatları yoğun bir biçimde kullanmaktan da geri durmaz. Gerçekçidir, mübalağa sanatını sevmediği düşünülebilir ancak öyle değildir. Mübalağalar yapmaktan çekinmez. Sözcüklerin mecaz anlamlarından yararlanmaya karşı değildir. Benzetme, istiare ve kişileştirme en sevdiği sanatlardır. Hicivlerinde tariz ve kinaye yapar. Şarkı ve türkü sözlerinden, başka şairlere ait dizelerden alıntılar yaparak iktibas sanatından yararlanır. Nida, istifham, tekrir sanatlarını kullanarak şiirin anlam etkisini artırmayı amaçlar. Bu söz sanatları onun için bir amaç değildir. Çünkü ona göre asıl önemli olan “öz”dür.
İlk yazımızda Nâzım Hikmet’in şiirlerinden edebi sanat örnekleri vermiştik. Kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Mübalağa, bir şeyi, bir olayı olduğundan çok büyük veya çok küçük göstererek abartma, akla ve mantığa uymayan ama güzel bir imge oluşturan sözler söyleme sanatıdır. Birkaç mübalağa örneği:
Bir ağaç var içimde/ fidesini getirmişim güneşten./ Salınır yaprakları ateş balıkları gibi/ yemişleri kuşlar gibi ötüşür./ Yolcular füzelerden/ çoktan indi içimdeki yıldıza./ Düşümde işittiğim dille konuşuyorlar,
Ölenler/ dövüşerek öldüler;/ güneşe gömüldüler. / vaktimiz yok onların matemini tutmaya!
Dize sonunda yer olan bir sözün hem kendinden önceki hem kendinden sonraki sözleri anlamca bütünleştirecek biçimde kullanılmasına sihr-i helal deniyor. Bir dizenin sonundaki sözcüğün sonraki dizenin başında tekrarlanmasına da iade sanatı diyoruz:
Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında
Nasip olmayacak Memed’im yavrum,/ seni bir daha görmek/ Biliyorum,/ buğday başağı gibi delikanlı olacaksın,/ ben de öyleydim gençliğimde,/ kumral, ince, uzun
(“Biliyorum” sözcüğü hem “nasib olmayacak” hem de” delikanlı olacaksın” sözlerini anlamca bütünler, bu bir sihr-i helaldir)
Bir tariz (iğneleme) örneği verelim:
Önce Alaman oldu sonra Amerikan. / Ona göre her devirde, her zaman / Satılacak bir gazeteydi “Vatan” / Ve hazret sattı vatanı.
(Vatan gazetesinin sahibi Ahmet Emin Yalman’ı hicveden bir şiir. Şiirin genelinde yapılan sanat târiz. “Sattı vatanı” sözleri kinayeli)
Nâzım Hikmet’in şiirlerinde benzetme ve eğretilemeyle birlikte sıkça başvurulan imaj yaratma yollarından birinin de “kişileştirme” (teşhis) olduğu görülür. Birkaç teşhis (kişileştirme) örneği:
Ağlama salkımsöğüt ağlama, / Kara suyun aynasında el bağlama! / el bağlama! / ağlama!
Geçip gitmiş günler gelin/ rakı için sarhoş olun/ ıslıkla bir şeyler çalın/ geberiyorum kederden.
Ovada kavaklar soyunuyor./ ipekböceği tohumlan kışlıklarına gitti gidecek,/ sonbahar bitti bitecek,/ nerdeyse girecek gebe-uykularına toprak./ Ve biz yine bir kış daha geçireceğiz:/ büyük öfkemizin içinde/ ve mukaddes ümidimizin ateşinde ısınarak.
(Son dizede ümit güneşe veya sobaya benzetilerek kapalı istiare yapılmış)
Vadenin erişip çattığını bildiler,/ kavaklar titreşip yere eğildiler,/ ve çınar ağaçlan/ gördüler haykıraraktan,/ köklerinin yılan ölüleri gibi/ koptuğunu topraktan.
(son iki dizede teşbih yapılmış)
Ve elbette ki, sevgilim, elbet, / dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,/ dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla/ bu güzelim memlekette hürriyet…
(“hürriyet” kavramı kişileştirilerek somutlaştırılmış)
Şiiri beklenmedik şaşırtıcı bir sonuca bağlama sanatına terdit, birisine seslenme sanatına da nidâ diyoruz:
İnsanlar, ah benim insanlarım, / Halbuki açsınız, / Etle, ekmekle beslenmeye muhtaçsınız…
Yalanla besliyorlar sizi…
Şairlerin en sevdiği sanat teşbihtir. Buna Nâzım’ın şiirleri de dahil:
Seviyorum seni/ ekmeği tuza banıp yer gibi/ Geceleyin ateşler içinde uyanarak/ ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi/ Seviyorum seni/ denizi ilk defa uçakla geçergibi
Dörtnala gelip Uzak Asya’dan/ Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan/ Bu memleket bizim!
onun altında benzese dünya / güneşte yaldızlanan bir Yafa portakalına yine o
bu yaldızlı yuvarlak yemişi soymak için / rüzgarlı bir güvertede/ deniz suyuyla/ tel fırçayla yıkanmış/ branda bezinden gömlek gibi/ sırtımda keder.
Nâzım’ın Fütürist şiirlerinden bir teşbih örneği:
Sen istersen/ Okuma, anlama bizi/ Yağsız bir şaft yatağı gibi yanan kalbimizi/ Biz haykıralım/ Sen kes sesini/ Açtık yeni sanatın 4’üncü vitesini/ Coşuyoruz artık/
(Sanatın otomobile benzetilmesi kapalı istiare)
Teşhis ve intak (kişileştirme ve konuşturma) sanatına bildiğiniz bir örnek. Şiirde benzetme, istiare, nida, mübalağa sanatlarına da güzel örnekler var:
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda/ Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl./ Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril./ Koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil/ Yapraklarım ellerimdir tam yüz bin elim var,/ Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul’a./ Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım./ Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda/ Ne sen bunun farkındasın ne polis farkında
Tezat şiirde karşıtlıklardan yararlanma sanatıdır:
O mavi gözlü bir devdi./ Minnacık bir kadın sevdi./ Mini minnacıktı kadın./ Rahata acıktı kadın/ yoruldu devin büyük yolunda./ Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,/ girdi zengin bir cücenin kolunda
ya hayrandır sana, ya düşman./ Ya hiç yokmuşsun gibi unutulursun/ ya bir dakka bile çıkmazsın akıldan…
Bir aliterasyon örneği:
trrrrum, / trrrrum, / trrrrum! / trak tiki tak! Makineleşmek istiyorum!
Birkaç teşbih örneği daha:
Başım keskin kokularla dolu/ bir ecza dolabının rafı gibi.
Sarışın bir kurda benziyordu./ Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı./ Yürüdü uçurumun başına kadar,/ eğildi, durdu./ Bıraksalar/ ince, uzun bıçaklan üstünde yaylanarak/ ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak/ Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı.
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür/ ve bir orman gibi kardeşçesine, / bu hasret bizim…
Bu geç vakit/ bu sonbahar gecesinde/ kelimelerinle doluyum;/ zaman gibi, madde gibi ebed!/ göz gibi çıplak,/ el gibi ağır/ ve yıldızlar gibi pırıl pırıl7 kelimeler.
sevgilim, senin mekânın olan/ ve nereye sürülsem, hangi hapiste yatsam / sırtımda, torbamın içinde götürdüğüm / ve evlât acısı gibi yüreğimde, / senin hayalin gibi gözlerimde taşıdığım şehir.
(Üçüncü dizede İstanbul torbanın içindeki çamaşıra benzetilerek istiare yapılmış.)
Ve zeytin devşirilmekte./ Bir yandan kışa girilmekte,/ bir yandan bahar fidelerine yer açılıyor./ Bense hasretinle dolu/ ve büyük yolculukların sabırsızlığıyla yüklü/ yatıyorum demirli bir şilep gibi Bursa da . . .
(Son dizede güzel bir benzetme var. Şair kendini yük gemisine benzetmiş.” Bursa” sözüyle Bursa hapishanesi kastediliyor. Bu bir mecazı mürseldir. “Yatıyorum“ sözü iki anlama gelecek biçimde kullanılmış. Bu bir kinayedir.)
Delindi sintine,/ esirler parçalamakta prangaları./ Yıldız-poyrazdır esen,tekneyi kayaların üstüne atacak./ Bu dünya, bu korsan gemisi batacaktır,taş çatlasa batacak. Ve senin alnın gibi hür, ferah ve ümidi bir alem/ kuracağız Pirayem.
(Birinci ve ikinci dizede kinaye yapılmış. Dünya bir korsan gemisine benzetilmiş.)
Şiirde ölmüş kişileri konuşturma sanatına tekellüm-i samit deniyor. Aşağıdaki iki örnek daha çok bir tecahüli arif.
Ayakta durmayın oturun,/ ben sizi ölmüş zannediyordum,/ hücreme pencereden girdiniz./ Yüzünüzde yıldızların aydınlığı/ hoş gelip sefalar getirdiniz . . .
Yayalar-köylü Yakup,/ iki gözüm,/ merhaba./ Siz de ölmediniz miydi?/ Çocuklara sıtmayı ve açlığı bırakıp/ çok sıcak bir yaz günü/ yapraksız kabristana gömülmediniz miydi?/ Demek ölmemişsiniz?
İki iktibas (alıntı) örneği daha:
Bir eski Acem şairi:/ “Ölüm adildir” diyor, / “aynı haşmetle vurur şahı fakiri.”
Yol görünür onun garip serine,/ analar, babalar umudu keser./ Kahbe felek ona eder oyunu./ Çarşambayı sel alır,/ bir yar sever/ el alır,/ kanadı kırılır/ çöllerde kalır,/ ölmeden mezara koyarlar onu./ O, “Yunusu biçaredir,”/ baştan ayağa yâredir,”/ agu içer su yerine.
(“Kanadı kırılır” sözünde aşık kuşa benzetilerek istiare yapılmış. “Çöl “sözcüğüyle Mecnun’a telmih yapılmış.)
Aşağıdaki dizelerde “yürek” sözcüğünde mecazı Mürsel var:
Ve hatta biziz ağlayan ve gülen. / Yüreklerimize bühtan etmeyelim,/ sevmekten gayrı şey bilmez yüreklerimiz.
Şu dizelerde tecahül-i arif, iktibas, telmih, tecrit (şairin kendinden üçüncü bir kişiymiş gibi bahsetmesi) ne ararsanız var:
Var olsunlar. Yine bu akşam/ Şereflendirdi şairler masamızı,/ Kurduk mehtaba karşı çilingir soframızı,/ Akşam yine akşam …/ Ve başta Ahmet Haşim bey,/ Yorgun gözlerinde melalü gam./ Bir yanda Cahit Sıtkı,/ İlk sevgiliyi almış Beşiktaş’tan/ Sesleniyor Abbas’a:/ – Haydi Abbas vakit tamam!/ Karşısında Velinin oğlu garip Orhan Veli,/ Yine tarifsiz kederler içinde besbelli./ İstanbul’u dinliyor, gözleri kapalı. / Yanında birisi var; Nâzım Hikmet olmalı./ Şiirler söylüyor memleket üstüne,/ Sevda üstüne, hasret üstüne …/ İlerde dalmış mehtaba pür hayal,/ Akşam Musikisini dinliyor Yahya Kemal./ Bir de misafiri var yanında bu akşam;/ İşte! Elinde sagar ile Ömer Hayyam …
Şu da bir tecrid (şairin kendisinden başka biriymiş gibi söz etmesi) örneği:
Romanımı daha başlamadan berbat edeceksiniz. / Gelin, etmeyin çocuklar./ Ne çıkar/ inanın bir sefer olsun Nâzım’a/ Amerikan filimlerinden fazla.
(Son dizede bir tariz)
Teşbih, istiare, kişileştirmeçoğu zaman iç içedir:
Ne mutlu bana, ne mutlu, / ışıklı rüyalarla dolu bir bahar uykusu gibiyim,/ akar su gibi umutlu/ ve buğday tanesi gibi cesurum.
Aşağıdaki dizelerde baş ve yürek (düşünce ve duygu) sözcükleriyle yapılan sanat mecazı mürsel.Son dizede kinaye var:
Sevgilim,/ bu ne rezillik,/ derya ufuklundan kopup/ gelirken üstüme köpürerek,/ baş ve yürek/ bir ulu rüzgar içinde iken,
Bir sözcüğü önce gerçek sonra mecaz anlamıyla kullanma sanatına müşakele deniyor:
Kalktı tiren:/ acı acı öttürüyor düdüğünü, / kulak çınlaması gibi. / Kulakların çınlasın, kancığım.
Edebi sanatlarda -bilhassa teşbihte- önemli olan alışılmış, orta malı sözlerle, kalıplaşmış söyleyişlerle yapılmamasıdır. Özgün bir teşbih örneği daha.
hiç ihtiyarlamayan bir kadın,/ has ekmek gibi tombul,/ ve levrek lezzetinde eti./ ak/ ve yumuşak,
İki kinayeörneği daha:
ağlar iki gözü iki çeşme/ hanımının dizlerine kapanarak./ Fakat gül üstüne gül koklamaz değildir. / Fakat yalnız yılda bir, / İstanbul’a gittiği zaman.
Yaktı, karanlık sularda demirli duran, / yaktı,aydınlığa götürmeyen bütün gemilerini,/ muzaffer çıktı nefsin ıstırabından.
Şu dizlerde şair, sevgiliyi gonca güle, ölümü yılana benzeterek istiare yapmış:
Sevgilim, gonca gülüm, ah gonca gülüm, / sokmak için fırsat kolluyor ölüm/ çöreklenmiş sol mememin altında
Biliyorsun, gülüm, / en kutsal umudumuzun ağacı/ lenin’in memleketinde dikildi.
(Lenin’in memleketi Rusya, mecazı mürsel, Sosyalizm ağaca, sevgili güle benzetilmiş istiare)
Pek çok şiirde benzetme, eğretileme ve kişileştirme iç içedir. Her kişileştirme bir kapalı istiaredir.
Rüzgâr: / Çatıyor gitgide kara kaşlarını. / Kesmiş düdük sesleri köşe başlarını.
(“düdük sesleri”: polis, mecazı Mürsel)
Geceler sürecek kapımın sürgüsünü, / pencerelerde yıllar örecek örgüsünü.
Yılların arkasında yuvarlanıyor başım / başım yuvarlanıyor./ Uzun saçlarından tutuştu yıllar / yıllar yanıyor / yanıyor da yanıyor..
(“Baş” sözcüğünde “düşünce” anlamı var bu bir mecazı mürseldir. “Başım” ve “yıllar” sözcüklerinin tekrarı iade)
Tekrir, şiirde bir sözcüğü sık tekrarlama, istifham soru sorma, tezat karşıtlıklardan yararlanma, tecahül arif bilmez görünme sanatıdır:
neyi bildirir sayılar/ neyi bildirmeli/ yaklaşan nedir size/ uzaklaşan nedir bizden.
(Kaynak: Recai Kapusuzoğlu, Yeni Türk Şiirinde Edebi Sanatlar, Ötüken Neşriyat, 2022)
RECAİ KAPUSUZOĞLU
Yazdır

Yazar hakkında

Recai Kapusuzoğlu

1959’da Yozgat’ta doğdum. 1981’de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesini bitirdim. Aynı yıl öğretmenliğe başladım. Yurdun değişik illerinde altı yıl edebiyat öğretmenliği yaptıktan sonra 1987’de açılan bir sınavı kazanarak Başbakanlık Osmanlı Arşivleri Daire başkanlığında eski yazı-arşiv uzmanı olarak çalışmaya başladım.
1990’da kendi isteğimle bu kurumdan istifa ederek asıl mesleğime, öğretmenliğe, dönüş yaptım.1990’da Türkçe-edebiyat öğretmeni olarak dershaneciliğe başladım ve aralıksız olarak bu güne kadar sürdürdüm. On beş yıl kadar özel bir dershanenin kurucu müdürlüğünü yaptım.
2006’da Milli Eğitim Bakanlığı’nca açılan Kariyer Basamaklarında Yükselme Sınavında başarılı olarak ve yapılan diğer değerlendirmeler sonunda ”Uzman Öğretmen” unvanını kullanmaya hak kazandım. 2007’de milli eğitimden emekli oldum.
2002’de Yozgat Fen Edebiyat Fakültesi’nde ücretli olarak Türk Dili dersi verdim.
1980’li yıllarda Pınar ve Gerçek dergilerinde yazılarım yayınlandı.
1995’te ÖSS Türkçe-Edebiyat(Konu Anlatımlı) kitabım Anadolu Dershaneler Birliği tarafından basıldı ve iki yıl tüm üye dershanelerde ders kitabı olarak okutuldu.
YGS-LYS Türkçe-Edebiyat Konu Anlatımlı ve YGS-LYS Türkçe-Edebiyat Soru Bankası başlıklı kitaplarım, Hedef Yayınları arasında çıktı.
Halen Yozgat Özel Başarı Temel Lisesinin ve KPSS kursunun kurucu müdürlüğünü yapıyorum.
1985’te deneme amacıyla girdiğim ÖSS’de Ankara Hukuk Fakültesi’ni kazandım. Halen 3. Sınıf öğrencisiyim.

Yorum yap