Genel

Siyah Süt – Altı Çizili Satırlar

siyah-sut

  • Yalnızlık Allah’a mahsustur diyerek her insanı evliliğe mecbur bırakmak, insanoğlunun geliştirdiği en büyük aldatmacalardan biridir. Nuh’un Gemisi’ne çiftler halinde bindik diye tüm yolculuğu çiftler halinde yapmak zorunda değiliz.
  • Ve nasıl oluyor da evlilik bir kadın ve bir erkek gerektirdiği halde, “Evde kalmak” tabiri sadece kadınlar için kullanılıyor.
  • Hani insan evvela düşünür taşınır,sonra oturur yazar. Bense tam tersine.Yazmadan bilemem bir konuda ne düşündüğümü.Zihnimden geçenleri anlayabilmek için onları kâğıt üzerinde görmem şart evvela. Şimdi de bir fikir var aklımda ama ne olduğunu anlayabilmek için yazmaya ihtiyacım var.Yazabilmek için de bir adet kâğıda.
  • İçimin tünellerine girer girmez bir fener alıyorum elime. Buralar çok karışık. Kaç defa geldim. Gene de kayboluyorum.
  • Huzursuz bir ruhsun.İlla bir yerlere yetişmeye,illa bir şeyler üretmeye çalışıyorsun.Bazen aynı anda beş iş birden yapmaya kalktığın için resmen yere düşüp kapaklanıyorsun.Tek bir iş yap tek bir zaman diliminde. Ne bu acelen? Ne geçmiş ne gelecek var. Sadece ve sadece şu ana ver kendini. Dem bu demdir,dem bu dem…yedi uyuyanlar o mağarada 300 sene uyudular da sandılar ki birkaç saat geçti sadece. Nedir ki zaman?
  • Bilmiyor ki özür dilemek de bir bağımlılık olabilir; yerli yersiz durmadan etrafındakilere “kusura bakmayın” dedikçe bakılacak kusurları artar insanın.
  • Yaratıcılığa soyunmak, hikâyeler kurmak, karakterler yaratıp karakterler öldürmek, olayların gidişatına yön vermek ve tüm bunları kâğıt üzerinde de olsa istediğin an gene yapabileceğini bilmek faniliğini unutturur insana. Bir teselli verir hayatın uçuculuğu karşısında. Romancı ölümsüz olabileceğine inanır içten içe. Bir sır gibi kendine saklar bu arzusunu, ölüm korkusunu.
  • Ya Rabbim, verdiğin nimetlere, kelimelere, sağlık ve afiyete şükürler olsun. Sen bütün sinelerin ne gizlediğini bilirsin. İnşallah seni çok zikredip de felah bulanlardan oluruz. Gözleri perdelilerden, yüreği mühürlülerden, geniş dünyaya dar gelenlerden kılma bizi. Doğru yoldan, hayırlı kullarından, ilahi aşkından ayırma yolumuzu ne olur. Elif’in yüreğini genişlet, idrakini artır. Muhabbettir ki özüdür kainatın, yaradılışın, ne olur muhabbetinden mahrum bırakma.
  • Beynimin içinde kaynıyor kazan. Ya ben de edebiyat ile annelik dengesini şaşırıp son tahlilde çocuklarının nefretini kazanan bir yazar olur çıkarsam? Bir kadının (ya da erkeğin) çocukları tarafından hayat boyu nefret edilmektense hiç çocuk sahibi olmaması, hatta mümkünse bekâr kalması daha iyi değil mi?
  • Hiç kimse kendi beynini, bir başkasının yerine düşünmek için kullanamaz. Vücudun ve ruhun bütün işlevleri bireysel ve özeldir. Paylaşılamazlar ve devredilemezler.
  • Ve her romancı az biraz narsisttir; kendine hayran. Ya yaptıklarına ya da yapabileceklerine takmıştır aklının kancasını. Çok özel biri zannedeceksin kendini ve pek matah bulacaksın yazdığın her eseri ki ilerleyebilesin günbegün, aybeay, senebesene sabırla, inançla, azimle. Ama işte fazla kaptırırsan kendini bu sakıncalı fikre, sadece kendi romanının değil, bizatihi hayatın merkezi zannedebilirsin pekâlâ kendini. Yazar taifesinin şişkin bir egoya sahip olması tesadüf değil, mesleki deformasyondur aslında.
  • Yazabilmek için, bir kadın yazar olarak tutunabilmek için, seçtiğim yolda bir başıma, “kadın başıma” ilerleyebilmek için, bu toplumda var olabilmek için… Bazı şeylere sahip olabilmek için bazı şeylere sahip olmamayı idrak ve kabul etmek…
  • Hayatı kendime zorlaştırmayı huy edinmişim herhalde. Elimin altında kâğıt olsa şu anda, yazmayacağım belki de. Ama yok ya, kıymete biniyor yazmak. Harıl harıl kâğıt aramaya başlıyorum çantamda. Tüm gözleri boşaltıyorum ama arkası boş bir fatura parçası dahi yok yanımda.
  • Cehalet salgın bir hastalık gibidir. Bir kez vücuda girdi mi bu virüs hızla yayılır. Onu durduracak tek bir aşı var: Kitaplar! Acilen dönelim kitapların dünyasına.
  • Kendinden evvel bir başkasını düşünmeyi gerektirir annelik. Bir gün değil, iki gün değil. Daima.
  • Yazmak, başkalarından hikâyeler çalmayı, hayattan kelimeler aşırmayı gerektirir.
    Almak üzerine kuruludur yazarlık. Almak ve çalmak.Parlak nesneleri aşırmadan
    duramayan saksağanlar misali hudutsuz semada kanatlarını aça aça “malzeme” arar yazar taifesi. Buldu mu kapar. Buldu mu toplar. Buldu mu çalar.
  • Romancı bencildir.Annelik ise bencilliğin doğal yollardan bertaraf edilmesi. Romancı içe dönüktür,annelik ise alabildiğine dışa dönük.Romancı beyninde bir ufacık özel oda kurar kendine,kapıya da kilit üstüne kilit vurur kimse girmesin diye. Sırlarını,arzularını orada istifler.Gözden uzak.
  • Neyi ötelersen, görmezden gelip bastırırsan, daha da palazlanmasını sağlarsın.
  • Dostların aradığında, mühim işler çıktığında, eşin ya da sevgilin yemeğe çıkmak istediğinde, omuzlarına başka sorumluluklar yüklendiğinde, sen yazının yüzü suyu hürmetine hepsini bir bahaneyle atlatacak, savuşturacaksın. Yazmak dışında her şey “tali” gelecek. Sadece ve sadece yazıya zaman ayıracaksın.
  • Nasıl oluyor da tüm geleneksel toplumlarda, evlenmeyip de kendini ibadetine ya da mesleğine adayan insanlar herkesten saygı gördüğü halde, günümüz toplumunda “Evde kalmak” acınası bir durum sayılmakta.
  • Sen daha olmamışsın, pişmemişsin, ham bir meyva gibi takur tukursun. Sen şimdi en iyisi git biraz dünyayı gez, kitaplar oku, insanlarla tanış, tefekkür ve tevekkül derle, deste deste alametler topla, mânâ denizinde yüz, üstüne bir de kırk fırın ekmek ye. Hamsın daha. Git biraz piş, ondan sonra gel tekrar konuşalım…
  • Unutma ki her şeyin başı muhabbet, sonu muhabbet. Mahluk sevilmeden halık sevilmez, bunu da unutma. İnsan elbette sevecek ailesini, çevresini, dostlarını ve cümle varlıkları. Anneler evlatlarını sahiplenirler hemen. Sevgililer birbirlerini, koca karısını, hatta hoca talebesini sahiplenir. Halbuki bize ait değil ki onlar. Biz kendimiz bile bize ait değiliz. Ölmeden önce ölenler var ya, işte onlar küçük harfle aşktan büyük harfle aşka geçerler.
  • Aşktan önce. Aşktan sonra. Çünkü aşk bir milat. Takvimlerin kendini sıfırladığı, saatlerin yeniden ayarlandığı an. Aşktan önce olan biten her şey -mişli geçmiş. Adeta yaşanmamış. Bir şekilde hafızaya sonradan alınmış. Aşktan sonra olan her şey şimdiki zaman. Öncesi ve sonrası olmayan.Uzakları yakın, olmazları olur eden bir efsun aşk. İnsana tükürdüğünü afiyetle yalatan, ettiği tüm büyük lafları bir bir hatırlatan, bileğinden kavradı mı sarsan, sarstı mı bırakmayan bir yudumcuk efsun. Aşk kimyasal bir bileşim. Formülünde esrar var.
  • Bilginin sahibi yoktur.Tapusu, efendisi yoktur.Emanettir bilgi, kendinden öncekinden alır ; çoğaltır , sağaltır ve kendinden sonrakilere verirsin.
  • İlk bakışta “depresyon” kelimesi bütün dillerde benzerdir. Ne var ki Türkçede depresyon bir fiilden ziyade bir “mekan” gibi algılanır. Bu sebepten dolayı “bunalım-da-yım” denir. Bunalım bir yer adıymış gibi… İçine girilen karanlık bir oda. Adım atınca kaybolunan koca bir kıta…
  • Bir boşluğun ayırdına varacaksın. Yanı başında büyüyen bir boşluk, ağaç gibi.
  • Demem o ki, Allah istemezse yaprak dahi kıpırdamaz bu âlemde. Hal böyleyken nasıl hâlâ ‘özne benim” diye iddia edebiliyorsun?
  • Kâinatın büyük düzeninden bakmalıyım kendime. Kendimden kâinata değil.
  • Yatağıma uzanıyorum. Aniden kendimi yapayalnız hissediyorum. Daha bu öğlen hoşuma giden, yüreğimi ferahlatan ıssızlık şimdi içimi karartıyor.
  • Tevafuk kelimesi başka tesadüf başka. Mühim bir fark var arada. Tevafukta gelişigüzel gibi duran parçalar aslında bir bütünün tamamlayıcısıdır. Açık bir kitap kabul edeceksin şu koskoca kainatı. Okurunu bekleyen bir kitap gibi. Her gününü ayrı ayrı okumak lazım. Ne geçmişe ne geleceğe odaklanacaksın. Aslolan şu andır. Sayfa sayfa gideceksin.
  • Ah canım tersten bakıyorsun hadiseye. Önce emin olup sonra teslim olmaz insan. Evvela teslim olur, Ancak öyle emin olur anlıyor musun?
  • Her ayna anahtarını kaybetmiş bir kapıdır. Açılır Diyar-ı Esrar’a. Olur da fazla bakarsan aynaya, aralanıverir kapı, kaybolursun sonsuzlukta.
  • Çünkü ne vakit yüreğine düşse buralardan çekip gitme arzusu, ne vakit kararsız kalsan ” gitmek” ile ” kalmak” arasında, tren garında en az bir saat geçirmelisin kendinle baş başa. Ancak orada varabilirsin doğru karara.
  • Bitmedi savaşlar. Bitmez de! Zira ne eşitlik var yeryüzünde ne adalet. Güçler
    dengesizliği, gelir adaletsizliği, sınıflararası uçurum… Körükler de körükler çelişkileri. Hayatın diyalektiği bu. Tez olacak ki antitez olsun, ikisi çatışıp harmanlanacak ki sentez doğsun.
  • Lâkin olmadı. Süreç aksadı. Geleneksel Osmanlı’dan modern Cumhuriyete gelirken yolda bir yerlerde bilgi kervanımız durdu, tökezledi, yere kapaklandı.
  • Ne geçmiş ne gelecek var. Sadece ve sadece şu ana ver kendini. Dem bu demdir, dem bu dem…
  • Sıra dışı merakları ve meziyetleri olan nice çocuğun hevesleri evvela aileleri tarafından kırılır.
  • Her adımda kendimden bir şeyler yitire yitire yaşıyorum.
  • Sen her şeye faydacılık açısından baktığın için sana boş geliyor olabilir. Ama insan hayatta bazı şeyleri de faydasız olduğunu bile bile yapmaktan keyif alır.
  • Hangi yolu seçersen seç, seçmediğin yolda kalacaktır aklın.
  • Neyi ötelersen, görmezden gelip bastırırsan, daha da palazlanmasını sağlarsın. Bu kuralı bilmiyor musun?
  • Dünya edebiyat tarihi yazarlık yapabilmek için benzer seçimler yapıp evlenmeyi büsbütün reddeden ya da erkek kılığına giren veya erkek takma ismiyle yazan kadınlarla doludur. Tabii bir de yeteneği ve azmi olduğu halde, sırf kadın olarak dünyaya geldiği için mumu çabucak sönen ya da hiç alev alamayanlarla…Sorulması gereken soru “Niçin çok sayıda kadın yazar ya da şair çıkmadı geçmişte?” sorusu değil. Esas soru “Nasıl oldu da o bir avuç kadın yazar ve şair bu şartlara rağmen gene de çıkabildi?” olmalı.
  • Daha ne kadar erteleyebilirim düşünmeyi. Duvardaki saat, sokaktaki saat, beynimdeki saat,bedenimdeki saat hepsi birden deli gibi akmaya başlıyor. Ama hepsi de farklı yönde…
  • Edebiyat benim kocam, kitaplarım da çocuklarım…
  • Sen sığ sularda yüzmeye devam et. Senin durduğun yerden ne felsefe çıkar ne sanat. Felsefe de sanat da soruları cevaplardan fazla önemser.
  • Diyemiyorum ki ben de tam tersine sessizlikten rahatsız oluyorum. Ne zaman sessizliğe gömülse ortalık, çıkıveriyor içimdeki çatlak sesler birer birer. Susmak nedir bilmeyen bir koro taşıyorum içimde. “İçimden Sesler Korosu” diyorum onlara.
Tuhaf bir koro bu. Uyumsuz birbirleriyle. Zaten çoğu detone. Sessizliği komut gibi algılayıp, başlıyorlar hep bir ağızdan car car konuşmaya. Konuşmak ne kelime, bas bas bağırmaya. Kendi çeşitliliğimden, bölünmüşlüğümden ürküyorum o zaman. Bu yüzden sessizlik iyi gelmiyor bana…
  • Aman dikkat! Çocuklarına nefes alanı bırakmayan sevgi faşisti annelerden olma.
  • Sen istediğin kadar planladığını zannet geleceği,o gene bildiğini okur.
  • İyinin de kötünün de aynı çemberin parçası olduğuna kanaat getirinceye kadar bu bölünmeyi yaşamaya devam edeceksin.
  • Çizginin öbür yanı intihardır. Öyleyse yaşamak, intiharın kenarında kıyısında, belki de tam eşiğinde zıplayıp durup, zaman zaman ayaklarını boşluğa sarkıtmak pahasına oynamak, oynamak hiç yanmayacak gibi oynamaktır.
  • Aşk bir kimyasal bileşim. Formülünde esrar var.
  • Namık Kemal’in 1872’de İbret’te yazdığı ve Osmanlı aile yapısını incelediği makalesinde dediği gibi, daha kendileri çocukken çocuk sahibi olur kızlar. Ellerindeki oyuncak bebeklerin yerini sahici bebekler alıverir.
  • Danışmak neye yarar ki?” diyor olanca kuşkuculuğu ve karamsarlığıyla. “İnsan duymak istediğini duyar. Öyle bir nokta var ki söze dökülemez artık hiçbir şey. Wittengstein boşuna dilin bittiği yerden bahsetmemişti…”
  • Mutluluk da su gibi işte,bedenin süzgecinde duramayıp dışarı akıyor.
  • Yazarlar, yazma sürecinde tek başlarına olduklarına inanırlar. Öyledir de büyük ölçüde. Tek özneli bir eylemdir yazmak. Dünyanın en yalnız, en ıssız uğraşlarındandır romancılık. İstesen de anlatamazsın kimselere. “İçindeki dünya”, dışarıdaki dünyadan çekip kopartır seni. Kendini sevemeyenlerin yapabileceği bir iş değildir yazarlık.
  • Kırılmıştır varlığının çalar saati. Arızalanmıştır.
Bunalımda olan her insan gibi, aynadaki kadın da şaşırmış zamanın ritmini. Habire geçmişi düşünüyor. Kuruyor zihninde. Olan biten her şeyi yeniden canlandırıyor. Habire.
  • Sen daha olmamışsın,pişmemişsin,ham bir meyve gibi takur tukursun.Sen şimdi en iyisi git biraz dünyayı gez,kitaplar oku,insanlarla tanış tefekkür ve tevekkül derle, deste deste alamentler topla, mânâ denizinde yüz,üstüne bir de kırk fırın etmek ye.Hamsın daha.Git piş biraz,ondan sonra gel.
  • Haberin olsun. Hamile kadınların üç büyük düşmanı vardır: Şüphe, şüphe, şüphe. Şüphecilikten en ufak bir yarar gelmez, bilesin” diyor kaşlarını çatarak. Ve ekliyor:
    “Senden evvel bu yollardan geçen kadınlar ne yaptıysa sen de aynısını yapacaksın. Sorgulamadan, sormadan. Direnmeden, söylenmeden. Annelik biraz da taklide dayalıdır. Senden önceki anneleri ne kadar iyi taklit edersen, o kadar iyi bir anne olursun. Sonra gün gelir sen de taklit edilirsin. Bu işler böyle!
  • Ve içimde bir soru yankılanıyor: Ya ben de o tahakkümperver annelerden biri olur çıkarsam… Bir yandan çocuğunu baskısız, özgür yetiştirmem gerektiğini söyleyen bilincim… Bir yandan ataerkil bir toplumda kız çocuğu büyütmenin kuralları, sınırları… Sen istediğin kadar özgürlükçü ol, toplum aynı fikirde değilse nasıl dengeleyeceksin ideallerinle hayatın hakikatlerini? İnce bir ayar, zor bir denge. Nasıl ulaşacağım o senteze?
  • Ah canım, tersten bakıyorsun hadiseye. Önce emin olup, sonra teslim olmaz insan. Evvela teslim olur, ancak öyle emin olur, anlıyor musun? Hak’tan gelen her şeyin bir sebebi olduğuna ve hiçbir şeyin tesadüfi olmadığına inanırsın, o inançla kendini ilahi akışa bırakırsın. Elbette ben sana hiç hazırlık yapma demiyorum. Ama kâfi derece yaptın yapacağını.
  • Öyle ya. Bizler de ana karnında bebekleriz. Vakti gelince bu rahmi terk etmemiz lazım. İlelebet burada kalamayız. Ama biz buradan çıkmak istemiyoruz. Zannediyoruz ki dünyayı terk edersek öleceğiz. Ölünce de yok olacağız. Oysa ölüm dediğin başlı başına bir doğumdur aslında. Ölünce bu rahimden çıkacağız. Doğacağız sonsuzlukta. Bunu bir idrak edebilsek korkmazdık ölümden. İdrak edemediğimiz için korkuyoruz. Doğar doğmaz ağlayan bebekler gibi biz de bu dünyadan ayrılmayalım diye ağlıyoruz.
  • Geçmem gereken bir safha bu. Kendi içimde didişen seslerle barış imzalamayı öğrenmeliyim. Sürekli seferberlik halinde olmaktan bıktım usandım. Daha huzurlu bir insan olmanın yolunu bulmalıyım.
  • Annelik ile yazarlık iki zıt kutup değil. Biz de bunlar arasında kati bir seçim yapmak zorunda değiliz elbette. İkisini de beraber kotaran nice kadın var. Tıpkı anneliğin yanı sıra mesleklerini de yürüten yüz binlerce kadın olduğu gibi yeryüzünde… Hem anne hem bankacı/ politikacı/ fırıncı/ öğretmen/ yönetmen/ mühendis/ karikatürist/ dedektif/ akademisyen/ hostes/ işçi/ gazeteci/ manken/ oyuncu… olan, olabilenler gibi. Tüm zorluklara rağmen. Keza edebiyat dünyasında bolca örnek mevcut. Nadine Gordimer, Margaret Atwood, Anita Desai, Jhumpa Lahiri, Ann-Marie MacDonald, Maureen Frelly, Halide Edip Adıvar, Sevgi Soysal, Latife Tekin, Şebnem İşigüzel ya da Feride Çiçekoğlu. Çoğu kadın yazarın bir, en fazla iki çocuğu var. Fantastik edebiyatın kraliçesi ve üç çocuk annesi Ursula K. Le Guin gibi istisnalar bir kenara. Öte yandan çocuk yapmayanlar da var. Emily Dickinson, Charlotte Brontë, Dorothy Parker, Lillian Helmann, Patricia Highsmith, Iris Murdoch, Jeanette Winterson, Zadie Smith, Amy Tan, Kiran Desai… Demek ki ne tek bir reçete var ortada, herkese uyan. Ne de herhangi bir genelleme yapmak mümkün.
  • Uzakları yakın, olmazları olur eden bir efsun aşk. İnsana tükürdüğünü afiyetle yalatan, ettiği tüm büyük lafları bir bir hatırlatan, bileğinden kavradı mı sarsan, sarstı mı bırakmayan bir yudumcuk efsun.
Yazdır

Yazar hakkında

Süleyman Kara

Öğrenci ve öğretmenlere faydalı olmak için onlara kaliteli edebiyat sitesi olan edebiyat sultanını sundum.

1 yorum

  • Yazarın deneyimlerini katarak duygularını okuyucu ile paylaşması kitabı güzel yapmış. Akıcı bir uslübü var. Tavsiye ediyorum

Yorum yap