Eser ilk olarak 1862 yılında yayımlanmıştır. Bu eser yaşam mücadelesi ve umudun öyküsüdür. Dostoyevski’nin Sibirya’da sürgün olduğu yılları anlattığı ünlü romanı. Ölü Evinden Anılar’da Aleksandr Petroviç Goryançikov adlı karakter üzerinden mahkumların çektiği acılar, işkenceler ve yaşam mücadelesi anlatılıyor.
Anlatıcı, bir gün ölü bir adamın -Aleksandr Petroviç- evinden bir anı kitabı bulur ve kitapta anlatılanlar Aleksandr Petroviç tarafından Sibirya’da mahkum olduğu yıllara ait anılardır.
Aleksandr Petroviç Sibirya’da mahkumken iyi kötü birçok insanla karşılaşır. Mahkumiyetin insanın üzerinde bıraktığı derin izlere değinir. Petroviç birçok kişiyle dostluk kurmuş, onları iç dünyalarıyla tasvir etmiştir. Mahkumların kırbaç cezasından kurtulmak için başka suçlar işleyerek kırbaç cezalarını erteletebildikleri kadar erteletmek istediklerini dile getiriyor.
Dostoyevski eserinde mahkumların hayatını anlatmak kalmıyor, o dönem Rus toplumunun âdet, gelenek, görenek ve inanç yapısını anlatıyor. Rus bürokrasisine eleştiriler getiriyor. Binbaşı ve yüzbaşı karakterleri üzerinden Rus askerî yapısı hakkında bilgiler ediniyoruz.
Özgürlüklere özellikle vurgu yapıyor Dostoyevski. Romanda mahkumların yaşamlarına ait izlenimler edinirken özgürlüğün ne kadar önemli olduğunun ayırdına varıyoruz.
Bu roman hayatının bir döneminde hapse düşmüş, çok acılar çekmiş, birçok hakkı elinden alınmış kişiler tarafından daha iyi anlaşılacaktır. Romanda anlatılanlar kurgu olabilir. Ancak olayları, Dostoyevski gibi hayatının bir kısmını sürgünlerde, Sibirya’da, geçirmiş birinin anlatımıyla okumak son derece önemli. Çünkü bazı şeyler yaşanmadan anlaşılmaz, anlatılamaz, anlatılsa da etkili olmaz.
Suç ve ceza kavramları Dostoyevski’nin Suç ve Ceza romanında da ele alınmıştır. Roman başkişisi Raskolnikov işlediği suçtan çektiği vicdan azabına dayanamayarak teslim olmuştu.
Hapishane yaşantısı, mahkumların içinde bulunduğu şartlar geçen 150 yıl içerisinde değişikliğe uğrasa da farklı şekillerde devam etmektedir. Bu da hatırımıza Mehmet Âkif Ersoy’un şu dörtlüğünü getiriyor:
Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
“Tarih”i “tekerrür” diye tarif ediyorlar,
Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?
Sibirya’ya gönderilen mahkumları (katik, asker kaçağı, hırsız, siyasi suçlu) önce kırbaç cezasıyla cezalandırılıyor, sonra sürgüne gönderiliyordu 19.yüzyıl Rusya’sında. Burada mahkumlar prangalarla dolaşıyordu. Dostoyevski burada yaşadığı acı dolu dört yılı Alesksandr Petroviç üzerinden anlatırken onun güçlü bir gözle gücüne sahip olduğunu göreceksiniz.
Türk edebiyatında da mahkumların hayatı ile ilgili nitelikli romanları yazılmıştır. Bunların başında Kemal Tahir’in Esir Şehrin Mahpusu, Karılar Koğuşu; Orhan Kemal’in 72. Koğuş’u; Feride Çiçekoğlu’nun Uçurtmayı Vurmasınlar adlı eserleri hapishane hayatı ve mahkumların yaşadığı zorlukları anlatan önemli eserlerdir.
Ölü Evinden Anılar’da yazarın yalnızlığı özlediğini belirtmesi dikkatimi çekti. Hapishanede yalnız kalma hakkınız dahi yok, diyor Aleksandr Petroviç. Kendi sesinizi dinleyebileceğiniz bir sessizlik dahi yok. Belki de prangalardan çok özlemini çektiği yalnızlık, özgürlük onu yıprattı, pişirdi, olgunlaştırdı.
1850’lerde Rusya cezaevlerinin yapısı suçlu insan psikolojileri detaylı bir şeklide verildiği için de okunması gereken bir eser.